ama arkadaşlar iyidir



25.03.2012

O aksam biraz erkenci miydim neydim. Biraz ileride deniz vardi. Denizin adi vardi ama herkes ona adiyla degil de lakabiyla hitap etmeyi tercih ederdi. Benim canim biraz sallantiliydi. Sen hep boyle susar misin, dedi kadin. Evet, dedim, ziyadesiyle boyle. Ziyade olsun demislerdi ben dogduktan sonra, geniz yakmaya devam ediyordum halbuki. Saatler her sene bu aralikta yapildigi gibi bi saat hareket etmisti ve hava buna gec karararak uyum saglamisti. Sabahlari daha mi erken daha mi gec kalkicaz simdi, sorulari geniz bir kitlenin kafasini karistirirken, alarmla uyanacak olmamizdan dolayi erken ya da gec kalkacak olmamizin onemi yoktu bence, hele de icimdeki genis kitle bu kadar aleyhte tezahurata susamisken. Deniz biraz ilerideydi ve kokusu burnumdan rol caliyordu, ona bu kanli gozler benim gozlerim dedim. Burcu, Gulcin, Gozde, Nihal nerdesiniz bakiim diye seslendim yeni actigim gozlerimi ovusturduktan sonra. Midem refluye ve benzeri rahatsizliklara olagandisi bir inat sergiliyordu. Okuyanlar depresif buluyormus halbuki. Hic alakasi yok, dedim kalcalari ilgi cekici guzel kadina. En kotusu de aksamuzeri icmekti, ya gunduz olacakti ya da gece, ama aksamustu hava yari aydinlikken degil. O sirada nerden uzandigini kestiremedigim bir el sigarami yakti. Hey dedim ona, bu gun hic yazma modumda degilim ve lutfen o vapurdan inip bana geri don.

24.03.2012

beş gündür beni o ev senin bu ev beni gezdiren talihim dün akşam muhalif başka bir esintinin de hayatıma dahil olmasına izin verince, dayanamayıp lordumla görüşmek istedim ve randevu aldım. dedim ki ona, "lordum, beni sınadığınızın farkındayım. lakin son yüzyılını kadınsız ve aşksız geçiren şu ömrüme gasp gibi adi bir suçu dahil etmenizdeki maksadınızı sorarsam haddimi aşmış olur muyum?" dedi ki, "evlat, son zamanlarda fazla olduğunun umarım sen de farkına varmışsındır ve son sorduğun hadsiz sorunun da maksadını aşan bir soru olduğunu belirtmek istemekle birlikte, seni şu yersiz yurtsuz bıraktığım günlerde, arabanın camını kırıp en sevdiğin kıyafetlerini ve not defterlerini ve o son hediye kibrit kutusunu yanında götüren şahsın buna ihtiyacı olduğu için bunu yaptığını unutmamalısın, onun ihtiyacı olduğu için değil, dünyanın ihtiyacı olduğu için. evine, eşyalarına ve kendine bu kadar bağlanmaman gerektiğini sana defalarca anlatmış olmama rağmen bu defa naif şiddetimin dozunu arttırmam gerekiyordu ki bunu anlayasın."

huzurundan çekildim. huzurum azaldı.

22.03.2012

Dostlarim, haftabasindan bu yana o ev senin bu otel benim dolasmaktayim. Yasadigim lojman odasindan ayrilmak durumunda kaldim ve bu yersiz yurtsuzlugum bir sure devam edecek. Bu sebeple, surekli internet baglantisi bulamamak bir yana, muziklerimden ve kiyafetlerimden ve kitaplarimdan ayri dustum. Selamim sabahim kesildi. Mazur olunur muyum bu atipik magduriyetimin duvarina yaslanirsam. Gorelim bakalim mevla neyler, neylerse guzel eyler.

19.03.2012

paris'in ufka doğru mora çalan mavisi

hiç martılara jelibon atılır?

7.03.2012

"güzel sever diye itham ederler"

iki senedir içinde bulunduğum ve artık mevcut hanesine artı olarak işlendiğimi kabullendiğim bu şehirde bahara çalan bir sıcaklık hakimdi gündüzün. ne var ki mart ayının yedisine işaret eden bu mevsimde havanın birden soğuktan sıcağa girişvermesi bünyeme sahip benzeri hassasiyette kişilerde olduğu gibi bende de basit bir  alınganlık göstermişti. haftasonu güneşin ve güneşin gülüşüne inanarak çıkardığım ayakkabılarım ve çoraplarım aslında buna hazırlıklı ve aldırmaz olduğumu ve hatta meydan okuduğumu gösterişe çevirmemle sonlansa ve ayaklarım o güzelim denizin kıyısındaki kumları iştahla eşelemiş olmaktan büyük bir haz duymuş olsa da böylesi bir burun çekişini bekliyordum. beklemesine bekliyordum ama hayır, asla çağırmamıştım, sadece kerameti kendinden menkul bir seyirdi bu. ben yollar boyunca çimenleri ve denizi seyrederken vücudumdaki hararet boş duracak değildi a. ... hiç mi hiç ziyanı yoktu.

son haftalarda muhtelif gidişatıma son vermek adına almış olduğum kararlar neticesine bünyemin gösterdiği tepki pek alışılageldik değildi, üstelik beklenene ters bir tepki sirayet ettirmiş idi: altlı üstlü dudaklarımı kaplayan uçuklar, yüzümdeki kraterler ve heyelanlar yetmiyormuş gibi traş olduğum bölgelerde özellikle mevzi tutmuş sivilceler, ve nihayetinde böylesi bir akciğerleri zımparalama operasyonu. ... hiç mi hiç ziyanı yoktu. zira benim son zamanlarda can vermeye bile dermanım yoktu.

bugün montumun cebinden bana sigara çıkarmasını istediğim arkadaşım, cebimde tesbihin ne işi olduğunu sordu. ben değil miydim daha birkaç ay önce yine buralarda tesbih kullanan insanlardan nefret ettiğimi söyleyen. son dönemde almış başını yürümüş -şahsım meclisten dışarı- lumpenin daniskası behzat ç. tabiatından aşırdığım bir uyruk da değildi bu, hediyeydi, ve hediyelere sonsuz hürmetim yıllar geçtikçe devam edecekti.

beni "güzel sever diye itham ederler." ithamdır diyemem, diyemem diyememesine ama yine de acıtmaz, geçer.

yoğun bir mesai kavramımın ardından bol çaylı olacağını bildiğim bir akşam için tevazu üstadı daireme hoşbulundum. bu akşam da balkonum olmayacaktı, bunu başından beri biliyordum. üzerimi değişip duşumu aldıktan sonra, dilimlediğim bir elmayı ve yarım limonu çaydanlığa kaynasın için bırakıp, bilgisayarıma bana bu akşam için özel bir şarkı seçmesini rica buyurdum. seçti nihayetinde. bilgisayarımın müzik beğenisine itimadım tamdır. sonra bu şarkıyı dinlerken sözlerinin aslında ne kadar da manidar olduğunu tekrar anlayıp kumsaldaki taşlara, toprağa ve bütün taşlara tekrar biat ettim, ve bir müziğin notalarını tesbihlere taş dizer gibi dizen üstadların şerefine kaldırdım elma dolu çayımı. ve bu serencama şükür edercesine zikrettim sözlerini zımparalanmış kalbime:

"hastayım, yalnızım, seni yanımda sanıp da bahtiyar ölmek isterim
mahmûr-ı hülyâyım, câm-ı lebinden kanıp da bahtiyar ölmek isterim

bir olmaz emelin düşdüm peşine, vuruldum hüsnünün şen güneşine
güzel gözlerinin aşk ateşine yanıp da bahtiyar ölmek isterim

talihin kahrı var her hevesimde, boğulmuş figanlar titrer sesimde
o güzel ismini son nefesimde anıp da bahtiyar ölmek isterim"


birtakım taşların doğal hallerindeki yüzeyleri mattır, doğadan çıkarıldıkları şekilde yani mat hallerindeyken yeterince albenili olmadıklarından ya da içlerindeki asıl cazibeyi göstermek için bu taşların yüzeyleri parlatılarak insanoğluna sunulur. bilinir ki mat durumlar insanın pek dikkatini çekmez, mat kişiler de diğer kişilerin dikkatini çekmez. ben, tahmin edileceği gibi matlıktan hoşlanır ve mat durmak için gayret göstermeden mat bir duruş sergilerim dünyaya karşı. bu, parlak duruşlu kişilerden hoşlanmadığım anlamına gelmez, nitekim bilirim ki her şey zıddıyla kaimdir, lakin kimileri de iddia eder ki var olmakta zorlanan durumlar/kişiler var olabilmek adına zıtlarını seçerler, bu durumu da el insafa ve başka bir bahse bırakmakla beraber, size mat görünen bir nesnenin aslında basit bir işlemle gayet parlak ve gösterişli hale sokulabileceğini anlatmak istiyorum.

mat bir şeyi, mat bir kalbi, mat bir insanı parlatmak için yapılan işlem en basit ve gayet net olarak söylersem zımparalamaya/aşındırmaya dayanır.

ve siz siz olun mat olan bir şeyi, bir kalbi, bir insanı parlatmak için uğraşmayın, zira yaptığınız işlem sonucunda o şey, o kalp, o insan parlayacak olup sizi cezbedecek olsa da nihayetinde epey aşınacaktır.

sonra elmalı çayımın bittiğini fark ettim. sümüklerim balon olmayacaktı bir yarım saatliğine. kukla günleri'ne gideceğimin hayalini kurarak uykuya daldım. uykumda oğlumun adını kahır koyuyoRlardı. nüfustan silmelerini aksi halde onu evlatlıktan reddeceğimi bildirdim. onlar da bana bir kız evlat verdiler, onun adını da mendil koymamışlar mı meğer.

bu ne dünya kardeşim, seven sevene diye bağırarak uyandım, mutlu muydum, sanırım.

5.03.2012

sahi, biz taşlara ve saçlara inanırdık.

Adriano Celentano - Storia damore.mp3

4.03.2012

gün gördüm, günler gördüm, seni gördüm şad oldum

menemen(yol)-aliağa(yol)-ayvalık(duruş)-burhaniye(yol)-edremit(yol)-zeytinli(duruş)-akçay(duruş)-güre(duruş)-altınoluk(duruş)

bunu daha önce neden yapmadığıma dair elbet bir fikrim var ama bir daha yapacağım konusunda yüzdeyüz eminliğim ve kendime itimadım var. kaz dağları'nın da sana sonsuz selamı var.

1.03.2012

metafarfara - metalar fora

ben geldiğimde dünyanın çivisi henüz çıkmamıştı, şahit olduğumdan böyle emin konuşuyorum. sahip olunan bir şeyi düşürmek, elinden kaçırmak, kaybettiğini sanmak ya da sonuç olarak -o anlık dahi olsa- kaybetmek sıklıkla karşılaştığımız bir durumdur, vakai adiyeden bile sayılabilir. ben misal, gömleğimin düğmesi düştüğünde gittiği yeri ilk birkaç bakışta bulamazsam, yerine bir düğme daha koparır ve onun düşüşünü izleyerek diğerinin de gittiği yeri bulmaya çalışırım, bu totemin çoğunlukla işe yaramayacağı düşünülür değil mi, gerçekten de çoğunlukla işe yaramaz, ama yararsa o zaman daha çok mutlu eder; bir düğmeyle iki düğme elde etmiş olursun, onu da bulamazsan zaten üzerine soğuk su içtiğin diğer düğmenin gittiğine aldırma seansın bittiğinden bir giden son düğme için ağlarsın sadece. kaybolan düğmeler hakkındaki asıl düşüncelerimi birazdan aşağıda yayımlayacağım oldukça eski ve kötü bir şiirimle aktaracağım, ama bu ayrı bir mesele. demin yukarıda örneklediğim kaybolan nesne konusunda düğme yerine başka bir şey daha konulabilir rahatlıkla, ve aynı totem uygulanabilir.

sözgelimi, dünyanın çivisi mi çıktı, benim yaptığım gibi diğer çivilerini de çıkarın -ki düşündüğünüz gibi yalnız değildir dünyanın çivisi, zamanında epey bir çivi batırmışlardır o güzelim yuvarlağına- ve tek tek düşerek saklandıkları yerleri araştırın. bulamadınız mı, bir daha çıkarın. dünyanın kapağını kaldırıp bakın, ne yazıyor, tekrar deneyin. böylelikle o şanslı kesimdenseniz, hani bol kesim değil de öbürü, o halde kaybolan çivileri bulup yerlerine takabilirsiniz, ya da giden diğer çivilerle birlikte dünyanız söner.

metalar fora.

ve günün bonusu:

Vözgeçmiş



yöresel arabesk bir radyo istasyonuyum
lokantalarda tamirhanelerde insani her yerde
kral fm’e kafa tutan
daha reklamsız, mat
daha içli
içli dışlı
daha benim
ben de gülmek isterim

***


misafirlere hiçbir zaman “hoş geldiniz!” dememezlik etmedim


***

memleketimi sordu mülakatçı yüzbaşı
“milas,” dedim
“ne?” dedi
“milas,” dedim
“‘siirtspor sakaryaspor’u iki sıfır yendi.’ de!” dedi
dilimde fazladan duran s’yi jiletledi
“senin su laleni sulayayım!” diyemedim


***

kendimi kolayladım sanırım biraz
hani zor bi heriftim ya ben
onu diyorum
kolaydıysam başına gelseydim ya senin
sürekli bunu diliyorum

her sabah bir tutam bergamot
çayıma onu dilimliyorum
bizimki büyüyünce çok güzel bir çaylaşım olacak


rüyalarımda düştüğüm uçurumları ağaçlandırdım ilkgençliğimde
nadasa bıraktım bazen
kendimi de ıskartaya ayırdım onsekizimde
hasarlılar uğrar arasıra
hey delikanlı defter!
boşları toplasana


***

bugün hava çok sıcak (sabahtan gördüm seni)
soyundu baldır bacak (çok beyaz geldin bana)
milas sana koyacak (konakta mı büyüdün)
oy oy marmaris (oy oy emine’m)
milas sana koyacak (güneş çalmamış sana) (x2)


buna benzer terbiyesizliklerim oldu elbet şiir tarihimde
ama babamın yanında ne bacak üstüne bacak
ne de sigara içtim
her bir şeyi bir bir biriktirdim


yüksek sesle okunmaya elverişli bir hayatım yok
sokaklarda savunmaya duran bir yüzle baraj kuruyorum tek başıma
ellerim apış aramı kapatmış
ağız da yüzün apış arasıdır
-ağzın yüzünün mahrem noktasıdır-
bekâretimi koruyorum
şiirimi bi indirirsem halka
korkarsınız biliyorum


***

dede dediğin şarapçı olacak hacı
torun dediğin onsekizinde bir kadın haritasında meme icabındağ
yirmibeşinde şişe içre bir alkol her an pansumana ve performansa hazır
otuzbirinde ilelebet memur
otuzbeşinde tüm bunlardan şair
ben demedim atalarım şifahen dedi
şunu da ekledi
erkek; halk dilinde sigara ve göbek
kadın; halk dilinde bilezik ve börek


***

genç bir ismi yoktu babamın
bilirsin her isim iyi durmaz babalarda
durdum divana
uydum hazır olan imama
ekmek almaya çıkıp yıllarca dönmemek istiyordum
bütün güzel kadınları tanımak ve tanıdıkça onlardan soğumak istiyordum
hayattan bana bu makamımda biraz hürmet etsin istiyordum
olmadı sustum

hayır karambol evde yok
ben oğluyum
***

the man who bought the world
her satıcının bir alıcısı bulunur
bunu yazdığım için mutluyum

***

bu gemi ne zamandır burada
bu şişenin içinde


***


öfke kontrol bir ki
kontrol bir ki
kadehi şişeyi kırarım bugün bil ki
ameliyatımdan kalan –hani seni bana diken-
[deveye mi insana mı yaranırdı?] dikişlerden birini daha söktüm son doğumgünümde
kaybolan düğmeler asla bulunmaz bilirsin
gittiği yerde deliksiz bir uyku çekiyordur şimdi


***


zora sokarım insanlarını hayatın
hayatını insanların
zora sokarım
zoka satarım
ustam yoktu ben satarım
ani kalkışlar yaparım
başım döner


***

benim hiç ciddi işim olmadı biliyor musun?
oysa her evin bir bacası
herkesin bir arka cep tarağı vardı
benim de yüzümün bacasında tüten bir oyun arkadaşım
oralet diye de bir şey vardı
bedduadan hiç hoşlanmazdım
feleğin sözlerini çok severdim
şiir yazmadan önce mutlaka kollarımı çemrerdim
ateşim otuzyedi buçuktan şaşmazdı
böyle hem kendi hem dünya etrafında dönen kafadan basık bir çemberdim


çomak sokmanın ne anlamı vardı bre cavurun gızı
sen bir sincap ben kovuk
beni anımsa
(beni unut)
her ne kadar adı öyle konulmuş ve doğrudan çağrışımla oraya bağlanıyor olsa da alkolizm'i bir bağımlılık olarak kabul etmiyorum. elbette karakteri itibarıyle zamanla gelişen bir olgu olabilir lakin alkolizm gerçekte bir meslektir. kişi fıtrat ya da başka bir deyişle freud icabı bu mesleğe yatkın olabilir, orası başka bir mesele. değinmek istediğim asıl mevzu, alkolizmin gündelik hayat meşgalesi içerisinde bir sızı (sızmış varlık) olarak çıraklık dönemi geçirdiği, sonrasında kişiyi kalfalığa yükselttiği ve ustalık merhalesinde ise asıl meslek olarak tanımlanmayı hak eden bir yaşayış biçimi olmasıdır. kişi, hem alkolik hem öğretmen olamaz, kişi hem doktor hem  alkolik olamaz, kişi hem tamirci hem alkolik olamaz, kişi hem alkolik hem yazar olamaz, kişi ya alkoliktir ya da başka bir meslek erbabıdır.

[tam anlaşılmadıysa bu görüşümün sebebine olası bir başbaşalıkta değinirim.]