tag:blogger.com,1999:blog-91427588372556052782024-02-19T07:40:49.804+03:00bu gemi ne zamandir burdabu gemi ne zamandır hurdathealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.comBlogger1050125tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-2389986307808902032021-09-18T23:34:00.000+03:002021-09-18T23:34:17.814+03:00<p> Son otel akşamı</p><p><br /></p><p>Her şeyle her şeyin arasındayız</p><p>Birine öyle uzak, ötekine bu kadar yakın</p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-76555544205169716522021-06-23T22:19:00.001+03:002021-06-23T22:19:14.262+03:00<p>4.0 </p><p>Merhaba,</p><p>Bu bu bu gün dalya dedik. Bu işin böyle olacağını nerden bilebilirdik. </p><p>Gün içinde kendimi sürekli bağırmak isterken yakalıyorum, 'hey hey, çekemedim Akçagız'ın göçünü' diye bağırmak istiyorum. </p><p>Bugün bir devrin sonuna geldik, dolayısıyla bir devrin de başına. </p><p>Bu devriklik başımıza geldi. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-1214627336901078172021-06-17T23:13:00.000+03:002021-06-17T23:13:38.204+03:00<p> Merhaba'ydı tabii</p><p>Lisede sevdiğim kız "merhaba" yazmazdı, "meraba" yazardı, bunu hiç unutamam. Üstelik; adı, Türkçe miydi, Türk Dili ve Edebiyatı mıydı, her neyse işte o derste, en iyi kompozisyonları o yazar, o dersten en yüksek notları o alırdı, üstelik babası o ilin Milli Eğitim Müdürlüğü'nden emekliydi, üstelik on parmağında on marifetti. Çünkü bunu bilerek yapardı. Ben de bazen yazdıklarımızın yazdığımız gibi okunması gerektiği tarafında oldum. Bazense yazdıklarımızın konuştuğumuz gibi okunması. Bazen yazdıklarımızın sustuğumuz gibi okunması. Korkarım çok taraf değiştirdim. Tarafgir. Merhaba. Maraba. Berhava. ve çeşitli kelimeler susular. Bazı insanlarsa benim gibi sasılar. </p><p>"Günler günlerimize tane tane damlarken." Günler şakaklarımızdan tane tane damlarken. Yüzümüzden aşağı bir akgın. Sabahları katıldığımız toplantılar. Katlettiğimiz kendimiz. Ki sabahlar daha kaliteli olmamalı mıydı. Geçiniz. Rüyalarımız kendimizle toplantılarımız, rüyalarımız diyorum kendimizle yaptığımız toplantılardır. Şimdi yoklar, Mehveş, meneviş. Mehlika, çeşitli isimler. İnsan 40 yaşına yaklaşırken çeşitli özel isimleri hatırlamakta sakınca görmüyor, daha bir özgür daha bir boşvermişimdünyaya oluyorsunuz. </p><p>- Tamam da, </p><p>- Tamam da ne? </p><p>- Tamam da, </p><p>- Tamam da ne.</p><p>Size Mıcır ile Moloz'un hikayelerini anlatmışdım. Daha neler anlattım üstelik. Bazı semt isimleri çok güzel. Bazı isimler bazı saatler bazı terlikler bazı seramikler fincanlar içkiler kahveler kupalar sigaralar. Biz bunları birbirimize anlatamadık. Fırsat olmadı diyelim. Ama elbet bir gün doğacaktır vadettiği günler Hakk'ın. Sizlere ZeZe bitkisini tavsiye ediyorum. Odalarınıza yeşilliğiyle küşayiş verir. Geyikleriniz ona bir başka hasetle bakar. Bakar bakar bakar. </p><p>İnsanın 40 yaşında en çok da zamanı olmuyor, ki yazabilsin. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-83864053975727083032021-06-14T23:37:00.001+03:002021-06-14T23:37:16.435+03:00<p>Bir Otel De Sizin Adınız</p><p>Sonra sizlere öyle birkaç arkasız söz sıralayayım. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-26873854054711811002021-06-14T23:36:00.002+03:002021-06-14T23:36:34.502+03:00<p> Merhaba,</p><p>Birbirimizi bolca a yırdık. Birbirlerimize ay rı lıklar boca etdik. Sonra suçu ıslak mendillere mi atdık. Yağ satdık bal satdık, ustamız olmadı biz satdık. Sahi bir mendil niye sanar Ahmet Abi. Bir mendil ne olduğunu sanar. Her şey sandaldandı o kadar. Sandalwood. Woodstock. Woody Woodpecker. dUR bakalım heybeden daha neler çıkacak; hah; Polonyalı mendil. Ötesi yok, bence burada durup dinlenmelisiniz :) Yoksa siz de bir vakit birilerinin dinlenme tesisi miydiniz?</p><p>Malum babalarımız annelerimiz hep derler, sayılı gün çabuk geçer. Şunun şurasında ne kaldı. ... Bundan yaklaşık kırk takvim yılı öncesinde Ege'nin bir ilçesinde müstakil tek katlı bir evin tek katında dünyağa geldim. Ebemin kim olduğunu hatırlamıyorum ama ebem varmış. Ebeme hiç küfrettirmedim. Şiddete karşıyım ama bunun için gerekti ve adam vurdum, orta ikiye gidiyordum. Ha beddua edenler olmuştur o da ay rı. Her neyse, ebe diyorduk. Körebe diye beni seçdiler, kırk yıldır döner dururum da bulamam. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-1129550546356139242021-06-14T23:35:00.003+03:002021-06-14T23:35:32.591+03:00<p> Merhaba ey güzel çiçek,</p><p>Biz sanki o zamanlar dünyağa neden geldiğimizi hiç sorgulamıyor muyduk sahi neydi. Oysa evet hiç öyle yapmıyorduk. Dünyanın toprağıyla teyemmüm biz, yo hayır biz öyle yapmıyorduk. World was on fire. Parmaklarımıza ve özellikle tırnaklarımıza çıraklıklarımızın siyah izleri sirayet ederken sanki o izler ömürlerimizden hiç silinmeyecekmiş gibi hissetmiyor muyduk sahi. Duvarlara yazı yazanlar arasında biz neden yer almıyorduk. Yo, öyle değil muhabbet kuşu. Evet bir muhabbet kuşu da ben olurum sev diye sen. Şimdi, dur, başa dönelim. Günler yeni ağarıyordu, sabah kalkılıp işe gidilmiyordu, dur ben bunu hatırlamalıyım, woke up on a good day. Aklıma sürekli Istanbul üşüşüyor. Bir sandalyeden doğrulup kalkıyorum mutfağa. MUTFAKTA BİRİ Mİ VAR? MUTLAKTA BİRİ Mİ VAR? Herkesin soru işareti kendine. Herkese benden çay. Hermes'e benden çay. Mizantropluk filan, sahi biz bunları yaşadık mı. Duyan da Fransa'da yaşayan bir sevgilimiz oldu sanır. Halbuki biz bu dünyağa düştük düşeli. Çatalları kendimize, bıçakları düşmanlarımıza batırdığımız bir çocukluk. Kendi mayhoş tadımızın farkına vardığımız bir ergenlik. Yo, o ağaçlara ben tırmanmadım, o memeleri ben öptüm o ayrı. Biz oralardan kendimize bir gecekondu beğendik. Aman neyse, tırnaklarımızla kazıyarak ulaştığımız bu yerde uzlaşmamak için elimizden ğeleni yapamadığ, yapamadığ, yapamadık. Blues sevdik. Öğrenmeyi sevdik. Şimdi, kollarımda lekelerin arttığı, motor melekelerimin azalmağa başladığı bu yaşımın arefesinde, "güzel gözlerinin meyhanesinde" [kalp kalp kalp] yüzümde kızarıklıklar. Durun sahi bunu anlatmalıyım, ortaikide okulun rehberlik hocasına gitmişdim, ben konuşurken yüzüm çok kızarıyor diye, bakın insanların talihi eğitilmezdir. Tarihin eğilir bükülür bir şey olmadığına da yıllardır inandım zaten, 16 C, Açık. Geçti sevdalarla ömrün, ihtiyar oldun o gün. </p><p>Yine kaşlarımı çatdığım bir akşam. Geçen gün Hasan'la konuşduk, Mustafa'yla da konuştuk, Selim'le de konuştuk, Nazım'la da konuştuk. Dedik ki konuşabilmek ne bileyim. Tabii çeşitli konuştuklarımız oldu. Konuştuğumuz oldu. Have I told you lately that I loved you. Kiremitler, kuruyemiş kabukları filan. Sahiller, çadırlar. </p><p>Yo ben bu yaşın adamı değilim arkadaş. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-66421533697316069922021-06-04T23:57:00.001+03:002021-06-04T23:57:15.765+03:00<p> I remember you well in the Chelsea Hotel</p><p><br /></p><p>Merhaba. Güle güle abi. Merhaba.</p><p>Bu hafta Badem öldü. Badem son sanıyorum -almost- bir senedir büyük bir teselliydi. 'Porto Teselli'ydi. Dimitra Kopulo'ydu rahmetli. Leonard Cohen bir gözü kör bir köpek olsaydı kesin Badem'e benzerdi, ama değildi. Beşiktaş'ta bir tekel bayii vardı, hemen Kartal Heykeli'nden yukarı doğru tırmanırken sağda, adı Küçük Ev'di, yine burada mutlaka anlatmış olsam gerek - [bazen burada kesin anlatmışımdır diye aradığım şeyleri bulamıyor ve şaşıyorum, hayret, nasıl anlatmamış olabilirim ki diyorum, bazense burada anlattığımı hiç hatırlamadığım bile şeyleri alakasız bir websitesinde bu blogun linkiyle görüvermez miyim, şaşıyorum, 'şaşıyorum hâlâ insanı kanatan hakikatler olmasına', küçük kliklere, linklere, klinkerlere, herbirine her birine.] [İnternet öyle bir alem ki oraya koyduğunuz her şey bir gün elbet karşınıza geri çıkacaktır ki biz buna reenkarnasyon diyeceğiz gelecek nesillerde, buraya koyduğunuz her şeyin bir gün karşınıza çıkması sizi kırk yaşına geldiğinizde utandırabilecek ya da en azından mahcup kılabilecektir, neyse ki kırk yaşında değilsiniz değilseniz.] - beni Dimitra/o Kopulo şaraplarıyla tanıştırmıştı, o zamanlar Kısa Ballıca içiyordum, pakedi 1.000 TL idi. İşte o adam, sonra Eskişehir'deki o adam, bakkalından kasabına, manavından tezgahtarına zihnim insanlarla dolu. Sizleri hiç saymıyorum farkındaysanız. Di gel otur o güzel boyuna ben de ölim. Makinistinden hostesine imamından müezzinine zihnim. Bazen Mustafa'yı düşünüyorum geçtiğimiz günlerde doğumgünü olan. İnsan diyorum, hayatında hiç alkollü içki içmemiş, nasıl olur da katlanır, zihnini nasıl atlatır, aklım almoor, ama demek ki olmuş ve oluyor. Olur a.</p><p>Gel bana güle güle de. Hem biz burada kırk yaşına yaklaşıyoruz bayım. Şimdi, buradan hep beraber Çin'e gözyaşı gönderelim mi ne dersiniz. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-19631274302209968472021-06-03T22:44:00.000+03:002021-06-03T22:44:02.514+03:00<p>Merhaba idi Bayanlar Rotringler,</p><p>Yaş ilerledi. Yaş ilerledi de insan kurudu mu, su çürüdü mü, suydun sen de bırakmadılar mı gidesin? [Bıraksalar*] Bundan yıllar önce yine bir akşam Eskişehir'de evde müzik dinliyorum, o zamanlar 20'li yaşlardayım, Muse filan çok meşhur, Muse bence hakkıyla meşhur, hem adı Muse, ne kadar güzel, ne kadar talisman, yine hatta belki tarihlerden 3 Haziran, 2009. Yo buraya nostalji kuşağına gelmedim. Demem o ki, pek çok şeyi çok geç öğrendim. Yani öğrendiğimi anladığımda akıl alır gibi değil dedim hatta kendime. Kendime o hatta bir minibüs aldım. Yok, bu gün bu itiraflara hazır olmadığımı fark ettim şimdi. Demem o ki, bunu lütfen 'demem o ki' tonlamasıyla okumayın, o bir lafın gelişidir beni bilenler bilir. Düşünsene adam film çekiyor ve karakterlerinden birinin lakabı İskoç, diğerinin Maradona, elbet her şeyin bir hikayesi var. Misal, ben şiirleri sesli okuyup sesimi kaydederken -ki yaparken çok keyif aldığım bir hobidir- 'her' kelimesinin her geçtiği yeri 'er' şeklinde okuyormuşum gayrihtiyari. 'erkese benden çay.' parmaklarım kaşınıyor kaşıntılardan. gözlerim doğuyor dünyanın beni kestiği konturlardan. İlk güneş gözlüğümü aldığımda -ki hâlâ güneş gözlüklerine inanmam- otuz sanırım yedi yaşındaydım. Bana ilk güneş gözlüğüm hediye edildiğinde -ki hâlâ güneş gözlüklerine inanmam- otuz sanırım üç yaşındaydım ama kendim alana kadar hatra binaen dahi olsa takmadım. Güneş ilk gözümü aldığında sanırım altı yaşındaydım. Ha benm gözlerm çok güneşler çalmıştır o ayrı mesele ve bilahare. </p><p>Kırk, kendime yorulabilir bir insan olduğumu itiraf etmeğe yeltendiğim ilk yaş olacak gibi görünüyor. Ki henüz bunu kabullenmiş değilim ama sanki bu yaşımdan sonra ben de diğer insanlar gibi yorulan biri olacağım sanırım. Bence, bundan Gülen Adam gibi Yorulan Adam adlı bir film yapabilirdiniz. Yorulmam yani, yorulmak nedir bilmem ben. </p><p>Yaş dönümü demişken, geçtiğimiz günlerde pek çeşitli Mustafaların doğumgünüydü Mayıs'ın 22'sinde. Kuğu gibiydi Mustafa di mi, 22'yi kuğuya benzetmiştik yine yıllar önce burada sizinle birlikte. Kırk yaşamamdan itibaren sevdiğim sevmediğim herkesin doğumgününü kutlamağa karar verdim, nasılsa illa ki birilerinin o gün doğumgünü olduğundan haberdar oluyorsunuz, kutla gitsin, tüm insanlık kendini iyi hissetsin, ben kutladım diye değil, onun günü kutlandı diye. Benim kadar kendini insanlar kendini iyi hissetsin diye adayan azdır. Yakınlarıma zulmüm ayrı. </p><p>Bu kırık kırk yaş arefesinde kendimi hayatımın hiçbir döneminde bu kadar çirkin hissetmemişdim. Ki ben güzel bir çocukluk ve gençlik geçirdim.</p><p><br /></p><p>* Buna daha önceki yazılarımda değişmişdim.</p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-49694261570499966972021-06-01T22:27:00.001+03:002021-06-01T22:27:41.885+03:00<p><span style="font-family: inherit;"><span style="background-color: white;">H</span><span style="background-color: white; color: #222222;">erkesin</span><span style="background-color: white; color: #222222;"> bir Istanbul'u vardır ben bilmez miyim. Herkesin bir Istanbul'u bir de Istanbul'suzluğu. </span></span></p><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Dün Beşiktaş, bugün Bornova, reva bana. Şayet iyi bir Türk musîkişinası olsaydım insanları makamlara benzetecekliğimden hiç şüphem yok lakin o kadar Beşiktaş Musîki Derneği, bir o kadar Çırağan Musîki Derneği üyeliği yapmış olmama rağmen basit hanendelikten öteye geçemedim, nazarî bilgim de kısıtlı kaldı, yoksa elbette hepiniz birer makamdınız hiç şüphe yok. Yine makamsınız makamsanız ama sadece isim benzerliği, Suzidilara, Evc, Suzinak, Şevkefsa, Nihavend, Sultaniyegah, Hicaz, Ve Saire.</span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Evet Taksim'e bir cami yapılmış, Levent'e bir cami yapılmış ve bu bana dokunuyor üzgünüm.</span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Derdim cami, havra, kilise, mescid, hamam, her ne ise yapılması değil, şehirlerimizi bozmayalım derdim. </span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Derleer derler. </span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Çok Üzgünüm başlıklı bir şiir kitabı vardı hiç sevmediğim bir adamın. Ama şöyle bi durup düşündüğünde şiir kitabı adı olarak müthiş bir seçim olduğunu belirtmeden geçemeyeceğim. İnsanların ve timsahların haklarını teslim ederim. Bugün gördük değil mi, Ioanna Kuçuradi bir programda, hak-çıkar-menfaat kavramları üzerine konuşuyordu. Köylüleri neden sevmemeliyiz biliyor musunuz, çünkü menfaat ve çıkar kavramlarını ötekileştirememişlerdir, itememişlerdir. </span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;"><br /></span></div><div dir="auto" style="background-color: white; color: #222222;"><span style="font-family: inherit;">Ben şimdi burada bu uçakta Istanbul'dan İzmir'e seyrederken haftasonu Ah Gözel Istanbul belgeselini seyrettik. Belgesel üzerine tartışırız elbet ama Istanbul bilgim sevgim üzerine tartışmayalım fakat değerli Istanbul! severek ayrılalım.</span></div>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-85859056406196026732021-05-28T23:14:00.002+03:002021-05-28T23:14:54.230+03:00<p>Merhaba, </p><p>Her şey sandaldandı o kadar. Atıflarıma matufsunuz biliyorsunuz. Atıflarımdan medet umarsanız bildiriniz, mail atınız. Her yazdığım bir şeye çağrışım yapar bu bu arada burada dipnot. Atfederim, çağrışım ne kadar Türkçe kaldı di mi bu arada, ara'da yani. Arafta değil, ara'da. Atûf da Allah'ın güzel isimlerinden biridir bu arada. </p><p>Son cümlemi sandaldandı o kadar diyerek bitirmişim malum. Hakan Taşıyan'ındı di mi, sandalcı diye bi şarkısı olsa gerekti. O ada gitti karaciğerinden köreldi. </p><p>Bundan yıllar önce yine tarihler 27-28-29 Mayıs diyor. Kim diyebilir ki 'bundan sekiz yıl önce bugün' dediğinizde tarih yine 28 Mayıs'ı gösterir. Hayır, göstermez. Çünkü yıllar artıktır malum. Ama onca milyonlarca yıllık insanlar ve timsahlar tarihçesinde bir-iki günün lafının edilmemesi gerektiğini düşlüyorum düşlerimde. Yani, bundan sekiz yıl önce bugün, Selen, Selin ve ben Bostanlı'da Catch'in bahçesinde oturuyoruz. Tuborg içiyoruz onların özel isteği üzerine. Ehliyetimi ve arabanın anahtarını atıyorum masaya. Haftasonu Ayvalık'a gitmenin planlarını yapıyoruz. Haftasonu biter bitmez pazartesisi Haziran'da da ben uzun yıllardır çalıştığım işyerimden ayrılıp onun komşusu olan işyerine geçiş yapacağım. Kutlamalı bir haftasonu olacak. Derken Gezi olayları patlak veriyor ve biz kendimi Istanbul'da mı buluyorum, yoksa Ayvalık devam mı. Böyle bir şeyler. Evet bu gün o olaylar gerçekleşmeğe başlayalı sekiz yıl oldu ve tarihte bugün Taksim'de bir cami açılışı yapıldı. Benim ilkgençliğim Taksim'de geçdi. [İkinci gençliğime ayrıca geliriz] Bir devir son buldu bir daha sanki, bence, gibi geliyor bana yoksa şüphen mi var. Fuckin genius actually. Kiliseden havradan yana olmadığım kadar camiden de yana değilim ve ama sembolizmden hiç hoşlanmam. Ulusların, mafyaların, devlet adamlarının, devlerin, devirlerin, partilerin ve başkanlarının, cumhurbaşkanlarının sembolizm sevdasından hiç hoşlanmam, bir devrin hayatını skmenin hiç anlamı yoktur ama yaparlar, ve bu yüzden biz içimize çekiliriz, yazıklar olsun biz içlerine çekilenlere. Anamız babamız bizi böyle yetiştirmiş olmanın hesabını korkarım vermek zorunda kalacaktır diye. </p><p>Tarihe imreniyorum, nasıl bu kadar acımasız bu kadar hoyrat olabildiği hususunda. Üç dört yıl önce temelini attığı bir binanın acısını bugün daha bi güzel çıkartabiliyor.</p><p>Bi kırk yaş müktesebatını bile rahat yaşatmadı.</p><p>Bugün emekli şair K. İskender'in doğumgünüymüştü ve aslından onun indinde indie nevinden bir şeyler yazacaktım lakin uzak durduğum haberler canıma yetdi bugün. Du bakalım, bulacağız bir müsekkin. </p><p>MUBİ'de Mystery Train var di mi, birkaç kez daha izleyeyim, sonra uyku kardeşim ver elini. </p><p>Blue Moon, you saw me standing alone. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-81857582509784949892021-05-27T23:06:00.000+03:002021-05-27T23:06:31.290+03:00<p>Merhaba,</p><p>Saat 22.22. Fatih'in Istanbul'u fethettiği saatten oldukça uzak lakin güne yakınsamışız. Birbirine muvazi iki salmışız. Salmışlar bizi sanırsın Göksu Deresi'ne, aheste çekiyoruz kürekleri mehtab uyanmasın. Yıllar önce Mehtab'dan bahs açmıştık hatırlarsınız, hatırlarsanız. Hatta bir bahisti ki parlayan gümüşten. Porsuk Çayı'nın kıyısında oturdum ağladım. Yıllar önce böyle bir seri yapmağa yeltenmişdim, "... Irmağı'nın kıyısında oturdum ağladım" cümleli ve fotoğraflı bir silsile. Velhasıl yapmış idim de lakin araya pandemiler futbol maçları tezahüratlar karaciğer sancıları karınca baskıları ve muhtelif aliteratif halüsinasyonlar seyran edince yarım kaldı. Nice ceylan boyunlu kadınlar ve Ahmet Erhan şiirleri ve Franko Buskas şiirleri ve erguvanlar ve ıhlamur kokuları filan İstanbul arası. Sonra, sonra Italyan musîkisine merak buyurdum, klasikleri dinlemeğe başladım, yaşım kırka doğru kırk nala ilerliyordu, Achille Togliani, Nilla Pizzi filan kendimi İtalyan kasabalarında bulmağa yeltendim. Ne dediniz, yoksa Nilla Pizzi, İtalya'nın Yüksel Özkasap'ı mıdır?</p><p>Yazılarımda özel isim kullanmağa bayılırım. Daldan dala dala daldan dala sekmek. Daldan bir kuş gelecek döne döne, bir kuş gelecek daldan döne döne, daldan gelecek bir kuş döne döne. Bu tekerlemeyi Susam Sokağı'ndan biliyor olsanız gerek. Aslı böyle değildi tabii ki. Hangimiz aslımıza hürmeten <b>s</b>adık <b>h</b>idayet kalabiliyoruz ki ;) </p><p>Sonra oluşturduğum playlist'imin adını İtalyan Kasabası koydum. Acaba dedim İtalyan'ı da Istanbul gibi I ile mi yazmak icap ederdi? Sonra dedim ki kendime, ne alakasI var? Bütün soru işaretlerim kendimedir tabii her zamanki gibi. Başkasına sorup da cevap alamamaktansa kendine sorar kendin kurar kendin düşünür kendin söylersin. Mufassal kıssa başlarsın garip efsane söylersin. Deli gönül neylersin. Ne demiş şair, deli gönül gezer gezer gelirsin. Yok, aslında şunu da demiş temel olarak, deli gönlü bir dilbere bağladım. Ha bir de şunu demiş, bir gözleri ahuya zebun etdi beni felek.</p><p>Bu yazdıklarım, kırka mendil bağladığımız şu günlerde, mendiller ifade ve iade ederken birbirimize, merdiven de dayadıksa eğer, bu yazdıklarım potburi yerine geçer ve zihninizden zihin seçer, çekiliş yapar. Çekiliş, karaya çekiliş, kıyıya çekiliş. Ne demiş Erkin Koray bir şarkısına isim vermeyi de kafasına koyarak, Düşünüş. </p><p>Düşünüş yapanlara Düşünür diyorsak şayet, Çekiliş yapanlara [kenara/kıyıya/karaya] Çekilir diyebilir miyiz. Çekilmez bir adam oldum yine, huysuz aksi hay aksi nalet. Süper şiir değil mi dostlar. Şayet ben bir amigo olsaydım, bir GS maçının arefesinde bütün stadı haykırttırırdım bu şiirle. Ben amigo olsam neler yapardım da işte olamadık bir miço bir de amigo. </p><p>Her şey sandaldandı o kadar. </p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-5808011375011029772021-05-25T23:27:00.000+03:002021-05-25T23:27:29.634+03:00Merhaba,<div><br /></div><div>Kırk yaşıma merhabalar kala, kırk yaş denilen şeyin bu kadar ucuz olacağını hiç düşünmez idim. </div><div><br /></div><div>Ucuz değil miydi yoksa, yoksa bu yaşa muhtelif bedeller ödeyerek mi geldik? Yoksa elimizin sırtına <i>bedel</i> diye dövme mi yaptırdık, ya kelimize mi yoksa? Yoksa gayet ucuzduysa.</div><div><br /></div><div>Ne zamandır birkaç satırlık saltanatımı burada sürdüreyim istiyordum, lakin, fırsat, zaman ya da her ne lazımsa işte o, olmamıştı. Olamamıştı. Bu geride kalan birkaç günü buna yorayım istedim. Geride kalan birkaç günün geleceğe ait olması da bu işin erbaini olsa gerek. </div><div><br /></div><div>Kendimi, kedimi, bendimi, lenfimi, lenflerimi, lenslerimi, que chez ces gens-là'larımı, kendimi nerelere de koymalarımı, hepsini bir bir konuşmalı yaklaşan günler içinde. Niyetim bu, lakin elbet olmayacak. Ve sizlere yine bahardan, geçen geçmekte olan geçmesi muhtemel günlerden ve günlerin ömürde tekabül ettiği sayılardan, yeğenlerden gençlerden uçurtmalardan, güzel isimlerden adlardan, adalardan, heybelerden, vapurlardan, herkese benden. </div><div><br /></div><div>"Hey maestro, bu masaya dört sarı votka ve bir ayrılık şarkısı daha."*</div><div><br /></div><div>*Tabii buralara takıntılısı olduğumuz şiirlerin, şarkıların, insanların, kitapların, filmlerin anekdotları bolca gelip gezecek.</div><div><br /></div><div><br /></div>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-73179999462605611722021-05-25T22:31:00.001+03:002021-05-25T22:31:19.156+03:00<p>Günlerin Davrandığı</p><p>Merhaba, bu günlerde hiç paragraf yok. Ardıardıardıardına cümleler cümleler. Cemi cümle, cümbür. Günler gümbür. Gümler gümbür gümbür. </p><p>Evde olduğumda görmeyi ıskalayamadığım bir nine var, balkona çıktığımda o aşağıdan geçiyor ve çöp dökmeğe gidiyor oluyor. Çok kambur olduğundan, boyu, taşıdığı çöpü doğrudan çöp kutularına atmağa yetişmiyor ve bu nedenle kaldırımı geçip çöp kutularına arka taraftan dolaşması gerekiyor. Fakat bacakları kaldırıma çıkabilecek kadar güçlü değil, bu yüzden de belediyenin bisiklet, vb. için meyil düzenlediği tarafa kadar yürüyüp oradan yükselerek çöp kutularının düşük kotta kalan kısmına gelip çöplerini atıyor. Bu bana Kieslowski filmlerinde yer alan aynı insanları hatırlatıyor. Kieslowski filmlerinde yer alan yaşlılar da aynı şekilde kamburluklarından ve boy kısalıklarından geridönüşümlü malzemeleri ilgili kutuya atmakta zorlanırlardı hatırlarsınız. Tabii o filmlerde bu sahnelerin bizlere kıydığı bir mesaj daha vardı. Aldık mıydı o mesajı. </p><p>Şimdi artık,</p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-62265771031450859462021-03-12T23:20:00.000+03:002021-03-12T23:20:06.392+03:00<p>Merhaba Bay Tombo,</p><p>Mektup dediğimiz ne ki, değil mi. Şubat geçmeden yetişeyim istedim lakin bu isteğim gerçekte kendine yer bulamadı. Gerçek parşömen kaplandı. Şubat geçmeden olmadı, Şubat bu yüzden geçdi gitdi. Mard'ın da bu minvalde geçmesini ve gitmesini beklemedeyiz. </p><p>Akşamdan beri en son ne zaman şarabı şişeden içtiğimi hatırlamağa çalışıyorum, hatırlayamıyorum. Halbuki seneleri tanırdım, senelerde yanılmazdım. Hakan in da house, gimme the music, akşam dediğimiz gibi. Akşam gibi akşam. </p><p>Mandalina çekirdeklerinde bi hüviyet seziyorum. Bana önceki hayatlarında insanmışlarmış gibi geliyorlar, hakkaten bak, bi de bu gözle bak. </p><p>İnsanları, kendilerine dedelerinden plak kalmışlar ve kendilerine dedelerinden plak kalmamışlar olarak ikiye ayırdığım oluyor. Ve sonra diyorum ki bu hayatta kötü oyunculuğum bulunan ne çok güzel sahne mevcut. İnsanları çok fazla ayırdığımı fark ediyor ve vazgeçmeye meylediyorum sonra, sonra nolmuş?</p><p>Bilenler bilir, benim sorularım soru değildir. Ben soruları sonuna soru işareti koymadan, bırakmadan sorarım, cevapları kimseye bırakmam, kendim cevaplamaksa hiç işim değildir, sorular cevap istemez. Ne gerek var. "Hiçliğine bakarsın." demiş şair rahmetli müteveffa ve virgül. </p><p>Görüşürüz Mr. MR Tombo. Görüşeceğiz Mr. Tombo, el Tombo.</p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-31199303860686630442020-09-23T21:53:00.003+03:002020-09-23T21:53:33.874+03:00<iframe allowfullscreen="" frameborder="0" height="344" src="https://www.youtube.com/embed/R31LTHHLlBQ" width="459"></iframe>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-65745972603998763712020-08-21T21:58:00.004+03:002020-08-21T21:58:56.072+03:00<p>merhabalar. nasıl gidiyor arabalar? </p><p>benim bunu espri sayıp sürekli dile getiren bir ingilizce hocam bile oldu biliyor musun. ben de elbette tam kafiyelere inanıyorum, kafiye olsun diye yaptığım şeyler muhakkak oluyor ama bu kadarı da fazla, a yoo, asla. ben yazmayalı blogger'ın kullanıcı ara yüzü bile değişmiş, user friendly olmaktan uzaklaşmış, kendi haline çekilmiş, bir dost bulamadım gün akşam oldu deyi inlemiş. en son yazdığım/aktardığım yazı da ne kadar kötüymüş, onun üstüne laf söylenmiş olsun diye geldim biraz da bu akşam ben buralara. </p><p><br /></p><p>-buralara sık geliyor musun?</p><p>-arasıra bazı bazı. gelsen bile gönlüm razı. </p><p><br /></p><p>benim masamda her zaman bir kurşun kalem, nerden baksan iki kalemtraş, bir adet silgi, olur. olmazsa olmaz. bir vakit bir portekizli ile iş için buluştuğumuz toplantıların ilkindeydik, adam çantasından kalemtraşı ve kurşun kalemi çıkarmaz mı, orada anlamıştım iyi anlaşacağımızı. ondan sonra ver elini porto, ver elini aveiro, ver elini leiria, ver elini karanfil elden ele. viskiyi neden seviyorum biliyor musunuz, hayır çok sevmiyorum ama seviyorum, ahşap koktuğu için, ahşap fıçılarda yıllarca dilendirildiği için üzülüyor olmakla birlikte ona elimde avucumda vereyim ne varsa diye biraz da. merak etme, konuşurken de böyleğim. göçmüş bir leyleğim, sadece boyum kısa. sahi, en son ne zaman kibrit kutusu kokladınız? sizin de sevdiğiniz matchbox'larınız olmuş muydu? benim bir kere oldu şairin giyindim. ve kuklarımız, ve kuklalarımız ve kulaklarımız sayın seyirciler. captain hook. elini hatırlıyor musunuz? bugün hoca'ya cuma günlerinin anla m ve önemi n den ve robinson'dan bahsettim biraz. aslında neden captain hook'tan da bahsetmemişsem*, şimdi aklıma üşüştü. darlar hep düşeşti. </p><p>[yazılarımda imla hatası yoktur, hepsi bile isteye yapılmıştır, yeni okuyuculara not]</p><p>yani şair, "darlar hep düşeşti." derken klostrofobisinden bahsediyor aslında. ki kişi, "darlar hep düşesti." de diyebilirdi. böyle deseydi ne anlama gelecekti, kadınların erkekleri kapana kıstırdığı filan diye yorabilirdiniz. ama yapmadınız değil mi. </p><p>there is a place where lovers go, to cry their troubles away. aslında burada özel bir şey demek istememiştim, sadece şu an dinlediğim şarkıda bu sözler geçiyordu daye yazdım. daye çingene dilinde üstelik demektir. bu akşam da nedense demeklere sardıysam, ben de bilemedim. alıştırma yapmak için sanıyorum. bu arada dream a little dream of me, bunu kim, gizem mi güzel söylerdi, a yoo, diana krall, a yoo, joss stone mu yoksa, neee, norah mı. bence artık sıkılındı. </p><p>şimdi birazdan gündelik hayatıma geri döneceğim, gündelikçi değilim bu arada ama günübirlikçi olduğum söylenebilir sanıyorum. tamam uzattım, uzatmağa bayılıyorum. abi ada'ya geleceğim elbette. balık avlar mıyız birlikte. ben size bir şey söyleyeyim mi ben, masamda hesap makinasının ne işi var, cetvelin, post-it'lerin. elleri kullanalım elleri. konuşurken çalıştıramadığım elleri.</p><p>görüşürüz, görüşeceğiz bence. </p><p><br /></p><p><br /></p><p>*lieutenant dan'den neden bahsetmemişsem. </p><p>adamlar işin anlam ve önemini kavrayıp böyle bir müzik grubu bile kurmuşlar. bayılıyorum bu ecnebilere. görüşelim. </p><p><br /></p><p><span style="background-color: white; color: #5f6368; font-family: arial, sans-serif; font-size: 14px; font-weight: bold;"><br /></span></p><p><span style="background-color: white; color: #5f6368; font-family: arial, sans-serif; font-size: 14px; font-weight: bold;"><br /></span></p><p><span style="background-color: white; color: #5f6368; font-family: arial, sans-serif; font-size: 14px; font-weight: bold;"><br /></span></p>thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-21020941648243976602020-06-30T20:06:00.002+03:002020-06-30T20:06:48.490+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Mart 10, 2009 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">ÖFKE BUNUN NERESİNDE<o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">bugün dükkânı sen aç kâmil. önünü süpür, çiçekleri sula, çayı koy,
gelen giden olur. "cuma'ya gitti gelecek," de. fiş kes. radyonun
sesini çok açma. içimde bir kÖpek var, boşa havlamaktan sesi kısılmış. soğuması
için pencere dışına konulmuş bir kutu içecek gibiyim, üşüdüm de içeri almadılar
mumunu koyum. soğuması için dışarıya bırakılmış bir duble rakı gibiyim, su yok,
havayla ilişkiye girdim, sonra yağmur yağdı bizi bastı ve saçlarıma aklar
düştü. sana mektub yazacaktım, kâğıt kalem hazırladım, çayı koydum, sigarayı
yaktım, bir de baktım ki deprem oluyor, kolonun altında yaşıyorum, ufak tefek
sıyrıklarla atlatmam bile gerekmedi, bi bok olmadı, sadece kaşım patladı,
mektub yazacağım kâğıtla pansuman yapmak zorunda kaldım. "sevgili
öğrenciler, dün gece hangilerinizi uyku tutmadı, gidin uyuyun hadi," diyen
bir hoca olmak istedim birden, birkaç Fonksiyon, yok yok fonksiyonel birkaç
şiir yazdım. neşem kaçınca hep yaptığım gibi farklı farklı "hasta siempre
comandante che guevara" yorumu dinledim birkaç adet. bana o yörelerden
üzerinde bebek <span style="mso-spacerun: yes;"> </span>figürleri olan ayna
getiren arkadaşımı andım. internetten kukla satın aldım, hoşuma gitmedi, maaşım
yatmadı ve acısını kuklamdan çıkardım, bir yumruKta burnunu kırdım. rüyamda
'gölgesizler'i izledim, oh bu filmi de beleşe getirdim. uyandığımda saat tam
altıydı. radyo 3 de keyifsizdi bu sabah radyo 4 de. hayatta her şeyin olacağına
inanırdım da radyo 4'ün pop veya fantezi eser çalacağına inanmazdım, yemin
ederim bu dünyanın çivisi çıktı, ibresi şaştı. vay ibre vay. saatim çizildi bu
arada. duvara çarptım. hayır evdeki kırık kapıyı nE zaman kırdığımı
hatırlamıyorum, çok ayıkmış olmalıyım. sarhoşken daha çekilir oluyorum sanırım.
bilmiyorum. bilmiyorum deyince kendimi güçsüz hissetmiyorum, bilmemek
mutsuzlaştırmıyor beni. hay aksi yönde ilerleyelim beyler. allah bizi
inandırsın kahvaltının bile şekeri yoktu, balın şekeri çıkmıştı hemen
kaloriferin üzerine koydum. perdenin deliklerinden gökyüzünü gözetledim.
acelemden çayı tazeledim. türkçe sözlükte acele'nin karşılığını taze olarak
belirledim. <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-22088137558567868352020-06-21T21:13:00.000+03:002020-06-21T21:13:06.600+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Ocak 04, 2009 <o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">biberleyelim evlat</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">şimdi çatılar bütün uzuvlarını kaptırmışken kara, sokak
lambalarımı kestiler çocuktum. belki patara plajı’nda bu soğukta ne yapardır
kaplumbağalar. güneşin değdiği yerden öpmek lazım tüm bu yazılı manifatura ve
mefruşatı. gök yumurta üstüne yumurta fırlatıyor üstüm. kalın tabanlarım keçe
aldılar kendilerine seyyar satıcıdan, seyyar olmaktan memnuniyeti nedir acaba
sormak lazım, her şeyi sormak lazım, sormadan mümkünatı yok tüm bu evveliyatın.
kara basıyorum iz oluyor. tombala oynuyorum, kaşım gözüm yar. içtim biraz,
sonra karda yürüdüm. kartopu attım kendime. çocuk parkı yaptım garın orda,
kardan. bardan adamdı bizim ziya. çok içmiş olduğumu. sallandım. insanlar
gördüler. porsuk’un kenarında yürüdüm, içimden bir atlı geçti kayığıyla dıgıdık
dıgıdık, anlayamadım. eğlendim. üşüdüm çok. en çok ayakları üşüyor insanım.
atkım tıpkı benim gibi kokuyordu. sigarayla karşık bir hava vardı, karlı.
kaybettiğim şapkam için kardan bir mezar yaptım, ağladım. cinderella benim
külüme muhtaçtır diye biliyordum, komşu da komşunun. komşu komşu hu. ah ya,
evde yoklar, doğalgazdan zehirledim o çocukluğu ben, intihar bombası
yerleştirdim poşumun içine, atlarımın koşumuna dehledim, deh deh düldül sen
bülbülsün ben bir şeyler. şüphesiz ki diğergam bir insandım ama sevgilime
eziyet ben. eziyet de bir meziyet hey ziya. sizim ben, sizsiniz siz. o içinden
duman çıkardığımız evi hatırladım, korktum, lületaşından bir kuş yonttum.
yangın yananındır. şiir okuyum dedim biraz, kuyular geldi aklım, vaz. o kim bu
kim şu kim, ya şu, ya bunda evetdır. içmeye niyetlendim çok. birbirine hiç de
paralel olmayan, birbirini kesmeyen de bir sürü dünya sahibi idim, ne demişler
atalar, mal sahibi mülk sahibi hani bunun ilk sahibi. sekiz adet yüreğim vardı
yanlış saymadıysam, sekizi de sessiz, sert sessiz. hani bana hani bana demiş,
müthiş de bir insan sevgisi tanrım ne yaman. “sıkıştıkça” ile başlayan bir
cümle kurasım geldi. şarkı söyledim: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">- “küçük kız, küçük kız, söyle bana nerdeydin? bu sabah bekledim,
oynamaya gelmedin. bu sabah bekledim, hiç görünmedin?” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">- “sormayın halimi, ah neler oldu. yüreğim sıkıştı, gözlerim
doldu. başıma gelenler, eğer bilseniz. çok üzüntü duyar, ağlardınız siz.” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">çok geldi sonra şarkı uzun içimden. ‘madonna olacakmış’ dedim ya,
inanmadınız, ama neden inanmazdınız. bu sırada karda açtığım kuyular çok derin
oluyordu ve içine tüm pislikliklerimi dolduruyordum ve merdivenlerden
düşüyordunuz. babam da artık beni aramıyordu, ismail amca da. ismail de amma da
isim ha be kâmil. diğer dostlarım da unutmuştu beni. ben de yeni dostlar
bulmakta pek mahir miydim neydim, çok kalleş biri olduğum su götürmez bir
gerçek idi ve kendimi eşek suya üç tur düzenleyene kadar dövmeliydim. bi tur
versene be ersan. bisikletine koyim ersan. ben merak etme oynayabilirim çıkma
araba lastikleriyle, ellerimizin en sevdiğimiz rengi. ahah, aloe vera’lı bakım
kremi. çocuğumun ismini aloe vera koymayı düşledim. ellerimden öpmelisin,
avcumu öpmelisin, avcumdan su içmelisin, ellerim gözlerimdir benim, dolayısıyla
bir öpüşte iki kuş. ya kuşlar, kuşlara ne demeli, sofralarımızın daim konukları
kuşlar, onlar da mı yalandı. kuşlar, balıklar, hayvanları seviyor olmalıyız. bu
işte bir cinlik var, eti cin. mahirdim evet, yeni dostlar bulmakta mahirdim, erkek
olursa mahir, kız olursa çayan, yeni dostum olursa da adı ‘teğmen dan’. sağlam
adamdı allah var, bana hiç benzemiyordu. kalemi bastırdıkça kara,
bastırıyordum. sokak lambalarımı kestiler, traktör bisikleti çiğnedi, ezdi, kar
ellerinden tutmuştu çatıların, kollarını da istiyordu. vallahi hayat pek zordu,
hem de benim gibi dünyalar savaşı oynayan biriyle inanılmaz zordu ve neden bu
kadar kalpsizdim bilmiyordum, küçükken kalp yerine bir pil sahibi miydim,
kalbimi kumbaraya mı atmıştım, orada mı birikiyordu, yoksa annem benim annesi
değil miydi, ahahah işte buna pek güldüm dostum ‘lieutenant dan’. sahi fransız
teğmen’in adı neydi, kadını vardı bir de onun değil mi. ayva reçelim bitmek
üzereydi ve annemi aramalıydım. içinden o dumanlar çıkardığımız evi hatırladım,
annemin çocukluk evlerine benziyordu o sokak, oysa ben hep o sokakları gezmek,
bu yüzden sanırım, yani içinde bunca sokak varsa ve hepsine bir şair ismi
verilmişse, bir insanın içinde yani bunca sokak, sokaklarda top oynayan
çocuklar, topunuzu keserim ulan, camları kırıp çok uzaklara çekip gitmiş
çocuklar varsa, içinden duman çıkan ahşap kagir verandalı evler varsa insanın
içindeki sokakların içinde, benim gibi oluyor diyebilirim sözgelimi, az kalpli
ve bu yokuşu çıkmakta zorlanıyorsunuz farkındayım, kalp kelimesini de
yasaklıyorum size genç şairler, bana yürek ve kalp kelimeleriyle gelmeyiniz,
kalbinizi kırarım, sokak deyiniz mesela kalp yerine, ya da sokak lambası filan,
onu o kadar eskitemedik henüz, esnetiyoruz mütemadiyen, siz iyisi mi harım veya
avlu deyin. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">havlu atmayın. <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-55035810515481447722020-06-19T20:26:00.000+03:002020-06-19T20:26:05.201+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Aralık 22, 2008 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">pencereden kar geliyor</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">“Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı.
Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler,
hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence
yerine gidiyordu.” ... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ellerimde mağaralar var. ellerimde mağaralarınkiler gibi yarıklar.
sodra dağı’nın eteklerinin plilerinde kurulan bir evimiz vardı, birkaç da
bacamız muhakkak. bacalarıyla meşhur bir kasabanın yoz bir çamurunda doğmak ne
demektir bunu hepimiz biliyoruz. taraçanın ve verandanın ne anlama geldiğini
hâlâ bilmiyorum, veronika ölmek istiyor bunu biliyorum, bazı kelimeleri hiç
bilmek istemeyebilir bir insan, bunda mutabık mıyız, sundurmanın ise yağmurdan
koruduğunu biliyorum. pergola ve ferforje’yi ise mesleki olarak biliyorum,
gayrihtiyari bildiğimiz şeyler de vardır, bunu hepiniz biliyoruz. güzel
kelimeler nitekim. ne demiştik, kır evinin verandasında bir rüzgâr gülüne
rastladın, ve popüler kültür iliklerine kadar işledi. ellerimde karnıyarıklar
var. ellerimde mağaralar. ellerimdeki mağaralardan teröristler yetiştiriyorum,
peşmergelerim anaokuluna gidiyor. ben annemin son dostuyum, vere ağlamış. ne
demiştik sevgilim, benim de en sevdiğim mısram “baba bana balkon almadın”
oluyor durup düşündüğümde. durmadan düşünemiyorum ne yazık ki, durup durup, bir
şehri tam kalbinden vurup, ah yine yaptı annesi. albayım albayın al beyinleri
var ellerimdeki yetişkinlerin, kırkırmızı. kıskırmızı. kırmızısı kıt bir hayat
başka türlü ne bileyim işte, çekilmiyor sanki. chris norman’ın midnight lady
şarkısını erotik bulan var mı, ben inanın bulmuyorum, ahaha, ara ki bulasın.
ayrıca ellerimdeki çocukların süper bir top sahası var, seksenlerden kalma
kıçlarında biten şortları, galasataraylı beşiktaşlı formaları, arkasında on
numara, metin ali feyyaz. bir çocuğun ramazanda taraçatıya çıkıp top sesini
dinlerken baktığı dağın deliklerinde ne canavarlar büyürdü bilir misiniz
hepimiz, o dağın eteklerini çekiştirir dururum hâlâ. anneler oğullarında alıyor
soluğu. soluk oluk oluk oğul oğul kokuyor kış geldiğinde, “hoh!” de. aşk sence
bir oyun mu, tri lay lay lo. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">kış gelirken şeb-i aruz’la başlayan haftayı kibritçi kız haftası
ilan ettiğim malumunu ilam etmiş miydim sizlere. ah hayoor, ne yaparsın ki
şarkılar illa ki bitmeye programlanmış. repeat after me. kış geldikçe aklıma
kibritçi kız geliyor, onu hepiniz tanıyor musunuz, tanımanızı isterdim, lakin
bu durum zihin sağlığımız için zararlı, yine de zihne küşayiş verdiğini
saklayamam. ve aklıma şükrü enis regü’nün “elma ağacı” şiiri, sizlerle
paylaşmak istedim: </span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">Yine başladı soğuklar / Boyuna yağıp duruyor yağmur / Esiyor
rüzgâr acı acı / Nasıl geçireceksin bu kış / Elma ağacı? / Gölgen de yok ki
sana arkadaş olsun. / Tek başına kaldın bu kış kıyamette... / Artık kimse
bakmaz oldu yüzüne; / Dallarına tırmanmıyor çocuklar / Kuşlar uğramıyor
semtine. / Üzülme, bu günler çabuk geçer / Bir bakarsın bahar geliverir; /
Yeniden allanıp süslenirsin. / Bizim için yine çiçek açar, / Meyve verirsin! <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">maalesef andersen masalları tutuştu ilk ellerime, ve ömer
seyfettin, özellikle kaşağı ve diyet. en çok kibritçi kız’a ve kurşun asker’e takıldım
-bu yüzden üzerinde balerin olan müzik kutuları da pek içimden gelir bana-. kış
geldi. hayat bilgisi kitaplarında tanrım neden insanlar hep yılbaşlarına kar
yağarken giriyorlar diye düşünüyorum yirmiyedi senedir. bu ülkenin elleri var,
kesik elleri, parmakları. benim de gördüğüm en bıçkın tamlamadır “bu ülke”.
cemil meriç’in toprağı bol olsun. ben hep kar bekledim yeni yıllarında. bir de,
her defasında dedemi bir daha görebilmek için bir kibrit çaktım. bu yüzden,
işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte. en uzun gece’yi de geride bıraktığımız şu
günlerde ellerimizde çıralarla yürüyoruz hayali hıdrellezlerde, bu yüzden mi
yazdım “işte geldiniz” diye hıdrellez’e, ne demiş mfö ‘bir zamanlar fırtınalar
estirirdim’ adlı şarkısında, “ah ne bileyim ben.” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">araba arkasından boşa koşan köpekler gibi. siz öyle sanıyorsunuz.
senin baban hiç mcdonald’s yavrum. önüne baksana be adam. bir şeyi ne kadar da
ucuza aldığını komşusuna anlatan adam. her sabah karısını öperek arabasından
uğurlayan banka şefi adam. kravatlı adam. iki keklik seke seke bizim evi yol
eyledi. bak yeminle söylüyorum doktor. pike yapışı gibi bir ak babanın.
insanity’nin crescendo’su gibi. vecihi çılgın pilotum benim. baba yaşaar.
şükran hemşire’nin hangi filmde oynadığını merak edip üstüne bir de bulanlara
benden iki bira, üçüncüsü o anki kafama bağlı, google’da yok... gördünüz işte
koştum ama yetişemedim. kuş uçurtmadım içimde. sessizliği kapana kıstırdım.
kayrak uçurtmalarla allahıma mektup yazdım. küflenmiş posta kutularının
kilitleri, korozyona karşı duramadım. ahaha hayatın dolgusu düştü. babalar hep
haklı çıkar bizim oralarda. ben uzun şiirleri pek okuyamıyorum sayın edip
cansever. dikkat yarış atları! bir evden ayrılmanın vaktinin geldiğini
duvarlara astığım güzide sanat mahsullerinin birer birer düşmesinden anlıyorum,
size de hatırlatmıştım aylar önce marilyn monroe’nun düştüğünü, bildiğiniz
gibi. izlediğim hiçbir filmin sonunu hatırlamıyorum, o yüzden hiçbir şeyi
sonlandırmıyorum, sonsuza rehin bırakıyorum.. tam oniki hafta oynadı bu film,
kapalı gişe. renkli. bir kitap çıkarırsam adı “renkli” olabilir. siz bir şey
anlamayın diye. bunu da anlayın diye anlatıyorum. her anlatılan şey anlaşılması
içindir anlamsız olsa da. beni geleceğe kaldırın, mesela, kadehinizi diyorum.
siz de bitlendiniz mi ilkokulda, upuzun saçları vardı kızların, muhakkak, şu
kızın saçlarını tokalasak da mı saklasak, şu saçları tokalamalı mı tokalamamalı
mı. e daha dur daha dur dahadurdaha. güzelim sen sevişir misin benimle
rebeka’nın yerine. sevme kızım yanarsın, diye söylerdi annen. i remember
everything, bu yüzden the walk adlı şarkıdan hoşlanıyorum, açılıyor açılıyor
ama kapanamıyorum. bu uzun kışa giriş gecelerinden birinde, hani kaloriferler.
tıkabasa doludur televizyonlar. biz boş zamanlarımızda sigara içiyoruz müdürüm.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">balavca deresi geçerdi mahallenin önünden. içinde bilumum pislik.
kış geldi mi yağmur yağdı mı dolar taşardı, bildiğin gibi değil. dolar taşardım
kış gelince ben de, bildiğim gibi değil. pencereden kar geliyor, derken
mahalleminizin ince ılık sesli şarkıcısı, gurbet bana zor geliyor, diye de
eklerdi bunu hepiniz bilirdiniz. bildiğiniz gibi değil. pisliğini balavca
deresine akıtan bir kireç fabrikası vardı, ilk icadım fabrikanın atıklarından
tebeşir imâl etmek olmuştur. imâl usûlleri makina mühendisliği’nin önemli
teorik derslerinden biridir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ikinci palto film günleri başladı şehrimizde. bir şarap için
cumartesi’den daha güzel bir isim bulmak ne kadar zorsa bir film festivali için
de bu kadar güzel bir isim ancak böyle bulunabilirdi -itinayla cümle düşürürüm-.
güzel filmler var, itinayla bozduğum beyin kimyamın redoksunu
tamamlayabilirsem, tepkimeleri eşleyebilirsem bir iki filme gitmek istiyorum,
tam da karın beklendiği şu günlerde, yeni paltomla birlikte. palto dediğinin
yakası kalkık olur arkadaş. çünkü dikkat et, sokak lambasının altından paltomun
yakasını kaldırmış ben geçiyorum, balkonunun baktığı sokaktaki boşluğa
tebeşirle “seni seviyorum” yazıyorum. <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-40327695566259193182020-06-12T20:25:00.004+03:002020-06-12T20:25:59.772+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Aralık 03, 2008 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">onuncu köy</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">yaklaşık ikibuçuk senedir blog alemindeyim. ilk zamanlar çok
özenirdim, "mim"lenmeye. hiç mimlenmemiştim, bundan sonra da istemem
herhalde. her neyse, bunları yazmaya teşvik ettiği için bir taraftan teşekkür
ettiğim "pisikopati" arkadaşım beni "en sevdiğim 10 yer"
konusuna davet etmiş. dünden beri düşünüyorum, hayır en sevdiğim on yeri değil,
yazsam mı yazmasam mı diye düşünüyorum. şimdi de en sevdiğim on yeri, önem
sırası gözetmeksizin, aklıma geliş sırasına göre yazmayı deneyeyim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ev kavramını konudan dışarı çıkaramayacağım maalesef, yani evcil
bir insan mıyım bilmiyorum, ihtimal öyleyim, ama bu ev sevgisi evcillikten
değil de, yaşadığım, kaldığım, içinde büyüdüğüm evlerin üzerimde bıraktıkları
izlerden kaynaklanıyor. sevdiğim evleri sıralamaya kalkarsam on maddeyi
doldurur sanırım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ilk sırada doğduğum büyüdüğüm ev var. yirmidokuz senelik bir yapı.
bizimkiler evlenip oraya yerleşmiş ve hâlâ oradalar. müstakil, iki katlı.
kendimi bildim bileli alt katta kiracılar oturur. çocukluğumda leyla yengeyle
hasan amca otururlardı, emirdağlı. ve her kiracı nerden baksan yedi sekiz sene
oturur öyle çıkar, o yüzden akraba gibi oluruz onlarla. övünürüm ben bu evle,
her ne kadar son on altı senedir arada bir girip çıksam da aynı avlunun aynı
çevrenin zamanla değişimini irdelemek. tarlaların sokaklara dönüşmesini
gözlemek. çakalların tilkilerin gelinciklerin dağlara zoraki geri çekilişini
görmek. çamurun sahadan temizlenişine, asfaltın dünyayı dümdüz sıradan bir yer
haline getirişine birebir tanık olmak... bu evin bulunduğu mahalle, mesela o
ilçede hâlâ yapay bir çocuk parkına sahip olmayan nadir yerlerden biridir. sokakları
hâlâ asfaltlanamamıştır, kışın ayakkabılarınız çamura bürünür, sokaktan lüks
bir araba geçtiğinde çocuklar hâlâ arkasından koşar, köpekler yoldan geçen bir
arabanın peşinden hâlâ koşarlar, yazın çocuklar sivrisinek ilaçlayıcısı mazot
arabalarının peşinden hâlâ düşerler. kentleşme ve yozlaşma muhakkak ki buraya
da uğramıştır, televizyon elbette bu mahalleye de girmiştir, hatta hayıtlı olan
adı bile cumhuriyet olmuştur, ama yanıkkuyu mevkii ya da yayla sokak
durmaktadır. adreslerde 'x apartmanı' yazmaz mesela. nasıl ki tarihsel
gerçekler içinde geçtiği çağlarla birlikte değerlendirilirse bu ev de içinde
büyüdüğü mahalleyle ve komşularıyla değerlendirilmelidir. evi tarif etmeye pek
lüzum yok, ne de olsa seksenlerde hepimiz benzeri evlerde büyüdük, ekstra bir
özelliği de yok, ama doğduğum zamanlar ebe kavramı hayattaydı, ve ben o evde
bir ebe yardımıyla doğdum, deprem filan olmazsa bakarsınız oralarda bir yerde
devam ederim. mühimdir bu ev, hemen bitişiğindeki tek katlı babaanne evi, ve
onun hemen bitişiğindeki iki katlı hala eviyle. sobası, bahçesinde tavukları,
her yeri dolanan asma çardağı, bahçesindeki rokaları marulları, kayısı limon
şeftali portakal erik ayva ağaçları. her bir meyvenin güzel bir insanı temsil
ettiğini düşünürüm, güzel insanlar bahçelerde büyür, daldan düşerler. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ikinci evimiz o ilçenin bağlı bulunduğu il merkezinde üç öğrenci
olarak kaldığımız büyükçe ve yine sobalı bir evdir. üç küçük velet olarak
taşındığımız o evde daha önce bir öykümde bahsettiğim üzere her şeyden üçer
adet vardı. bir insanla birlikte yaşamanın zorluklarını, arkadaşlığı,
paylaşmayı, küçük bir çocuğun bile olsa hırslarını, düşmanlıklarını, ailesinin
etkisiyle bile olsa aklında dolaşan kem düşünce bulutlarını, kompleksleri,
yardımı, tasarrufu, çalışmayı, alışveriş yapmayı, fatura ödemeyi, soba yakmayı,
bozmayı ve tamir etmeyi, ergenliği, âşık gezmeyi, yani hayatın birazını o evde
öğrendim. apartman kavramını, derli toplu sokak kavramını, apartman
komşuluğunu. çoraplardan top yapmayı, kağıttan raket yapıp masa tenisi oynamayı,
kartondan satranç tahtası yapmayı ve kağıtlara piyon vezir şah fil at yazmayı,
çivileri tahtaya çakıp onları oyuncu olarak belleyerek futbol sahası yapmayı,
ingilizceyi ve ingilizce mektup yazmayı, günlük yazmayı... oraya her gidişimde
önünde geçerim. ve burada özdemir asaf'ın "taşınmak" şiirini okumanın
ve o zamanların yadigarı muhsin bey'e selam durmanın da tam sırasıdır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">üçüncü ev olarak pembe boyalı bir evi söyleyebilirim. o ilçenin
bir köyündedir. kötü çekilmiş bir fotoğrafını koyabilirim belki buraya. köyün
tam merkezinde, köyü ikiye bölen bir yolun tam dönemecinde, mezarlığın
alnacında bir ev. sekiz yaşına kadar filan oraya her haftasonu gidip gelmiştim,
karşı komşumuzun oğlu deli hasan'ı hatırlıyorum. her bayrama gidişte geçerim
önünden, onu görürüm, evlerinin avlu kapılarında durur ve gelen geçene bakar,
hep, ordadır hasan. çocukluğumda birlikte oynadığımızı çok iyi biliyorum,
benden bir yaş büyük, benim onu hatırladığım kadar o da beni hatırlıyor mudur,
bilmiyorum. "naber hasan?" derim her görüşümde, öylece bakar, bir
konuşabilsek de anlatsa bana çocukluğumuzu, dedemi. evlerinin önü boyalı direk
türküsünü o evden dolayı çok severdim, ibrahim tatlıses'in söylediği biçimiyle.
mezarlıkta oynardık hasan'la, onların evi mezarlığa doğrudan bakardı. bir de
dedemi hatırlıyorum sanki, avdan gelmiş, ocakta bana kavurma yapıyor. heybesini
çıkarmamış sırtından, ispanyol işi çift kırmalıyı duvara dayamış, oğuzhan'ı da
çağırmışız, onu da çok severmiş. biliyor musunuz dedemin dünyada en çok sevdiği
insan benmişim. o herifi vuracağım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">dördüncü ev, yine aynı ilçenin başka bir köyünden. o ev de hâlâ
duruyor, o evde de iki çocuğun doğuşuna tanık oldum. altındaki damda saman
parçaları arasında, yine dededen kalma şarap şişelerine sapan sallayarak
büyüdüm. farelerin gezintilerini ilk o zaman hissettim. sabah erkenden kalkıp
ananneyle inekleri sağmayı, o sütün sağılma sesini, sütçü mehmet sadık'ın her
sabah gelişini, ekmekçi ali dayı'nın köy meydanından "ekmekçi
geldiiii!" diye bağırıp tüm köye haber salmasının şaşkınlığını,
mezarlıktan lale toplamayı, her salı bir sürü kadının bir kamyonet kasasına
doluşup zerzevatıyla ilçe pazarına gidişini, pembe boyalı köy okulunu, kuşların
canına okuyuşumu -hahah, mustafa kemal havası sezdim kendimde-, ağaç kovuğuna
girip kendime hayali bir araba tasarlamayı, zeytin dallarını direksiyon
yapmayı, birol'u çetin'i serdal'ı. her bayram uğrarım. bayram bu yüzden sadece
bayram değildir. "payton geldi meyhaneye dayandı" türküsünü de buraya
çağırabiliriz. kumruların elektrik tellerinde sadece ötmediklerini, aynı
zamanda "guguk guk, yağ döktük" şeklinde mırıldadıklarını ve bunun
bize birşey anlatmaya çalıştığını da burada öğrendim. "anahtar, mühür,
kalp gibi kumru da çoğu zaman bağlılığın sembolüdür." "bizim uslanmaz
ruhlarımız / hiç kumrulaşabilir mi? / suskuyla yanyana oturan iki kumru… / iki
sevgili yanyana oturarak / uzun süre hiç konuşmadan / yani kumrulaşabilinir
mi?" <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">aklıma gelen bir sonraki ev, beşinci ev, selim’in evidir. dalbudak
sokak, filiz apt., kat beş, beşiktaş. burası da çok sevdiğim bir yerdir. hâlâ
durur. ben yıldız'dan aşağı kitaplarımı koltuğumun altına sokmuş denize doğru
kıvrılırken ilk uğrak yerim orasıdır. nazım da oraya gelir, hasan'la bahadır
da, eğer gelirlerse. biz yurttayızdır, selim şanslıdır, eve çıkabilmiştir, hem
de tek başına. hem de beşiktaş'ın göbeğinde. mükemmel. okuldan çıkarım, belki
termo dersinden, belki malzeme, belki seçmeli türk müziği, saat dört beş
sularıdır öğleden sonra. selim'e uğrarım, o hazırlık okuyordur, o yüzden erken
çıkar hep. kapı otomatiği çalışmaz, zile basarım anahtarı atar yukarıdan.
"ekmek al olum." annem anlatırdı, küçükken koptum mu fatih'in yanına
gidermişim. üniversitede yurttayken de koptum mu selim'e giderdim. evde ne
varsa bitmiş vaziyettedir. star tv'de türk filmi saatidir o saatler, ölesiye
izlerim, malihulyalara dalarım. çay yaparız, "hadi bugün de kahvaltı
yapalım." o yılların en değerli evidir orası, tüm zamanların da ilk onuna
girer gördüğünüz gibi. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">altıncı evimiz yine beşiktaş'ta, ilk çıktığım evdir, maalesef
sokağının adını hatırlayamayacağım. çırağan tarafında, laz bir emlakçı pezevenk
vasıtasıyla kiraladığım yeraltı hücresi, L tipi. amerikan mutfak, içinde yani.
insanlara aşağıdan bakmayı orada öğrendim, nemlenmeyi, demlenmeyi, şimdi
tamamen unuttuğum ud çalmayı, soğukla haşır neşir olmayı, yalnız kalmayı. nazım
eksik olmasın. zoraki bir yurttan çıkışla da olsa o ev sayesinde krallığımı
ilan etmiştim işte, üst katta hep boğazlı kazağıyla hatırlayacağım osman,
boğaza bakan umumi çatısında içtiğimiz biralar. yatağım tam da apartmanın giriş
merdiveninin altındaydı, pencerede perde niyetine sofra bezi. tam karşıda
emrah'ın iki kız arkadaşı otururdu biri güzel, hem de ikinci katta. bazen karşı
apartmanın büyük pencerelerinden güneş yansımaz mıydı bana da, hemen indirirdim
sofra bezini, bakın işte o sayede bunları yiyoruz şimdi bu sofranın üstünde,
dünyaya bağdaş kurmuş biçimde. "yalnızca bana ait. bir çöplük. bir masal
sayfası. dilâlem çengisi. masallara sığmazdım artık. sofralara neden sonra
sığdım." 'yeditepe istanbul' geceleri düzenlerdik her pazartesi, özgür ve
bilge de gelirdi, şarap içerdik ucuzundan, buzbağ şarabı şimdiki kadar meşhur
ve pahalı değildi. yusuf mu ali mi, bir türlü karar veremezdik, biz aslında
ömer'in üniversiteli temsilcileriydik, göğse kazınan D harfi sorulduğunda,
dünya'nın d'si diyecek kadar. velhasıl, bir seneye yaklaşan bir krallıktı
benimki, duvarları gam, beni nem yıktı. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">bir sonraki sevdiğim ev yine beşiktaş'ta, altıntaş sokak'ta idi,
sinanpaşa mahallesi, bu defa dördüncü ve son katta, arşa yükselmiştim, yerden
göğe kadar da haklıydım, göğe bakmayı da orada ilk kez terennüm ettim. raşit'le
birlikte. tabaklarımız, tencerelerimiz, bardaklarımız. üst kattayız diye
sevinirken kış geldi, yağmur yağdı. "yağmur erkek çantayı aldığında küçük
kağıt parçası da bu çantanın içindedir. ama yağmur kadın çantanın içine başka
kağıt parçaları da koymuş, çantayı bunlarla doldurmuştur." kağıt parçaları
esas olarak bu evde girdi hayatıma, not almaya ve yazmaya burada başladım
diyebilirim. bilgisayar edindim ve müzik dinlemeye de burada. adı müslüm'dü,
raşit mi takmıştı, nazım mı, ben mi, hatırlamıyorum. ama açılış parçasını
raşit'ten kaynaklı olmak üzere birlikte tayin etmiştik: "gelin olduğun
gece". ikinci dönemdeki açılış parçamız da "yeşil gözlerinden
muhabbet kaptım" olmuştu, bismillah niyetine, gelsin şişeler. 'küçük ev'
adlı bol kedili şirin tekel dükkanını ve kısa ballıca'yı da o evdeyken
keşfettim. işçi pazarını, sokaktan elinde teybiyle geçen sanat müziği amcasını
da. alt kattaki kahvehaneleri, karşıdaki vücut geliştirme salonu, "fight
club" dedim o sokağa, köşesinde kır pidecisiyle, çok kötü. sonra emrah
bıraktığı yerden tekrar dahil oldu hayatımıza. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">sekizinci ev yine beşiktaş'ta, türkali mah., karakol sokak'ta, m
yılmaz apartmanı'ndaki üç no'lu daireydi. giriş katı, asıl yerimizi bulmuştuk
emrah'la. giriş katlarıydık çünkü, giriş işte. o zaman giriştik çünkü hayata,
allah ne verdiyse. "tamirci muslukçu" o sokakta peydah oldu. doğalgaz
denen şeyi yakmayı bir soba vasıtasıyla da olsa orada öğrendik. sait faik'le
orada tanıştım, bütün eserleri'ni hediye etti bana. edip cansever'le de. gelen
son zamlarla birlikte marmara 34 ani bir atakla bağcı ve buzbağ'ın önüne
geçmişti. karşı komşumuz öldüğünde bir ölüye ilk defa kapı gözetleme deliğinden
orada bakmıştık. alt katımızda ilk defa kızlar oturmuş ve sertaç geldiğinde
yaptığımız udlu alemlerden ilk defa orada rahatsız olunmuştu. takma adla
yayımlanan ilk hikâyem oradayken yazdığım bir şeydi. kendi odamı istediğim gibi
düzenleme şansına adamakıllı orada sahip olmuştum, ballıca paketlerini
biriktirmeye de orada karar vermiştim, sendeki kibritler bendeki sigaralar.
evin daimi misafirleri hep aynıydı, özgür ender suphi bilgehan selim tansel
nazım. captain black'le de orada tanıştım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">dokuzuncu ev ise nazım'ın evidir, şimdi adını sadece şimdilik
unuttuğum bir üst sokakta idi. sokağın köşesinde bir pavyon. ya bende olurduk
ya da onda. orda içmenin tadı da ayrıydı, duvarlarının badanasını bizzat ben
yaptım. araba teybinden portatif radyoyu, ve karton içine monte edilmiş
hoparlör teknolojisini de nazım geliştirdi. marmara 34 tamamen etkisi altına
almıştı bizi. oya bora'nın "sevmek zamanı" şarkısı da nazım'ın
ısparta'da çektiği bir kasedin içinden çıkarak o evin en büyük sürprizlerinden
biri olmuştu. ona hediye ettiğim yuvarlak aptal masa, ve çıkma kırmızı
koltuklar. biraz kitsch biraz kıç biraz kıçıkırık biraz kırıkçıkık bir oluşumdu
hayatımız. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">terk ettim. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">"düğüm düğüm bir öykü çocukluğum yüzünden sinüs dalgası
biçiminde akıp geçti gözlerimin önünden. belki de yazdıklarımı bir taraftan da
karalıyordum. çıkış yolu yok ki." onuncu ev ise bambaşka bir şehirde
bambaşka bir mahallede ve sokakta idi. o başka şehirde başka bir apartmanın son
katındayım şimdi. yalnızım. tren mezarlığına bakıyorum, her geliş geçişte
trenleri görüyorum. küçükken en çok kar görmeyi ve trene binmeyi hayal ederdim,
ikisini de yaptım, biraz büyüdükten sonra da en çok tek başıma eve çıkmayı
hayal ederdim, bunu da yaptım. şimdi özdemir asaf'ın taşınmak şiirini tekrar
okumak sırasıdır. bu ev başka bir bene sahip oldu. başka müzikler çaldı. yeni
şarkılar söyledi. yeni fotoğraflar çekti. çekiyor. onbirinci eve çıktığımızda
bu onuncu köyden de bahsederim elbet, ama şimdi sıcakken olmaz. sevdiğimi
belirteyim yeter. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">iki tane onuncu ev var aslında, bir diğeri de acıbadem'de,
acıbadem likörü gibi acıbadem kurabiyesi gibi bir ev. onun koridorlarını
sevdiğim kadar hiçbir evin koridorlarını sevmedim, oraları dolaşıyorum.
kaybolmak işten değil. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">en sevdiğim on yer deyince bunlar geldi benim aklıma. pek
gezmişliğim görmüşlüğüm yoktur zaten bunlar haricinde, iş icabı çıktığım
geziler haricinde. yeni başladık gezmeye. burayı okuyanlar varsa, tek tek isim
vermeksizin onlardan ricam kendilerinin de "en sevdiğim on yer"
başlığıyla bir güzelleme yapmaları, hiç yazanla yazmayan bir olur mu? <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-54167467307498249502020-06-12T20:12:00.000+03:002020-06-12T20:12:03.580+03:00<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">kaf dağ var</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">“Adem Babayla Havva Anamız cennetten kovuldu, ben kovulduğum yere
bir daha gitmem. Sen cennette misin cehennemde misin? Herkes papağanlar gibi
konuşsun, ben de hindi gibi düşeneyim. Herkes Ahmet, Ahmet, Mehmet, Mehmet
desin, bu da düşünüyor desinler bana bakarak. Ben düşünmeyeyim de kim düşünsün?
Herkes papağanlar gibi rengârenk olsun, ben de kırmızı bir ibik, kırmızı bir
yürek çenemde dolaşayım. Dünyada her şeyle alay edersen akıl başta duruyor,
yoksa ince düşündüğün zaman seninle alay ediyorlar. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">-Ben ilk kez bir insanla konuşuyorum o da sensin.” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 8.5pt; line-height: 150%;">evdeki
bütün sesleri kıstığın zaman alt kattan televizyon sesi geliyor, haberler
haberler haberler. haberin var mı bundan, olan biten, uzaydaki son
gelişmelerden. belki eşkıya otelinde andre mışkin, önce öksürük, ardından
“bolşevikleri sevmem ama ...” diyor. bilmem. son günlerde tırnaklarım
beyazlıyor, biliyorsun vitamin eksikliği demek idi ilk ve ortaokullar için
türkçe konuşan sözlükte bu beyazlıklar, “haydar ediskun ve baha dürder”
hazırlardı hatırlarım. unutmam. </span><span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 8.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">“Çok uzakta kaldı benim olan ağaçlar”, dedi. “Tekrar onları görme
gücünü bulabilir miyim mayıs ayında? Kuşlar geldiği zaman ve onlar...” “Belki
de hiç bir şey hak edemem ben, anılardan başka.” <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiw2LIkz_4Y7IHJVCeTUOIJqQ8XTkNsWKZ3qvkeD_hVqKFZz4NJSq1_YCpZQI8PU-qIjUSl0sS-q9RaXdnTEKSsHORFA_TuooR0sw1N7S74l-iFpMp7On472lY3MbVal7klfpcVQmKzmEE/s1600/212ok1437574840.jpg" imageanchor="1"><img border="0" height="320" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiw2LIkz_4Y7IHJVCeTUOIJqQ8XTkNsWKZ3qvkeD_hVqKFZz4NJSq1_YCpZQI8PU-qIjUSl0sS-q9RaXdnTEKSsHORFA_TuooR0sw1N7S74l-iFpMp7On472lY3MbVal7klfpcVQmKzmEE/s320/212ok1437574840.jpg" width="240" /></a></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-82517050822612280382020-05-23T21:11:00.001+03:002020-05-23T21:11:07.807+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Aralık 01, 2008 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">yapma cennetler</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ay doğdu üzerimize veda tepelerinden. bugün iş çıkışı aya bakarken
gördüm, ay ile yıldız aynen türk bayrağında sahip oldukları birlikteliğin tersi
bir şekilde birbirlerine sokulmuşlardı. hani çiftlerin yatakta yatma
şekillerine göre aralarındaki münasebetin seviyesine veya muhabbetin coşkusuna
dair yorumlarda bulunulur ya cosmopolitan tipi dergilerde -sahi ben bunu nerden
biliyorum- ben de allah’ın ay’a ve bana beslediği duyguları test etme küfrüne
düştüm gibi oldu, halbuki hayır, sen uzaklarda değil, damarımda kanımsın. evet,
bu akşamüstü iş çıkışı gökyüzüne kafamı çevirdiğimde bulutlar bana, “selamün
aleyküm gardaş,” dediler. bulutların kışın biraz doğulu, biraz şiveli, biraz
uzak ama içten konuştuklarını duyarım hep, yazın ise iş çıkışlarında daha
değişik karşılarlar beni, benim gibileri. mesela, “merhaba,” derler eğer çok
samimi değilsek. ya da yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmiyorsa onlarla, “hey
george, lennie nerde?” derler, biraz sarhoşlarsa işi “hey george, versene
borç,” demeye kadar götürürler. ben de gülümser geçerim. yazın ziyadesiyle
gülümser çünkü gökyüzü, size de öyle değil mi değerli gençler? ... tabii tüm
bunlar, gökyüzüne bakmayı unutmadığımız zamanlarda geçerlidir. ben sık sık
unuturum gökyüzüne bakmayı. hatırlatın bana, olur mu? ... şimdi üniversite
birinci sınıfta yazdığım defterlerden birini açsam şöyle bir notla karşılaşmam
işten değildir: “en kötü anındayken kavganın, gökyüzüne bakmayı sakın unutma.”
bu o zamanlar yeni alınmış bir cep telefonuna gelen ilk mesajlardan biridir,
biz böyle mesajlar atardık birbirimize. farkındasınız değil mi yirmibeş yaş
üstü okuyucular, yaşınız geçtikçe telefonunuza gelen mesajlar da azaldı.
halbuki -helboku- ben kavga etmeyi sevmezdim, sevmedim, artık sevmeyeceğim. ...
ofsayttan nefret ediyorsun. ... gökyüzüne bakmayı unuttuğumu ne zaman
farkettiğimi buraya daha önce yazmış olmalıyım. buraya ya da her nereye olursa
yazdığım şeyler aynı ne de olsa. ... bundan tam iki sene önce bir arkadaşıma
verdiğim mesleki bir kitabı geri getirmiş bu arkadaş bugün, ilk önce unutmuşum
ona o kitabı verdiğimi, o kitap benim miydi, epey uğraştım hatırlamak için. o
çok emindi benim olduğundan, çaktırmadım önce emin olmadığımdan, baktım baktım
çıkaramadım, hiç öyle bir kitaba sahip olmamıştım gibi geldi, zihnimdeki
şarapları biraları rakıları buharlaştırdım, yine de hatırlayamadım. isim de yazmamışım
başına, sonra sayfaları karıştırırken altını çizme şeklim tanıdık geldi,
paragraf başlarındaki yıldızları da görünce iyice yaklaştım kendime, sonra
içinden iki üç kağıt dökülünce anladım, yazı benim yazımdı, ama o yazılanları
ne zaman yazdığımı hâlâ hatırlayamıyordum, hatırlamıyorum, artık
hatırlamayacağım. demin yukarıda dediğim şeylere benzer şeyleri oraya da not
almışım, o mesleki kitabın içine, insanın hep aynı şeyleri anlattığına dair, ve
her insanın bu aynı şeylerinin farklı olduğuna dair. anladınız siz hep bunları,
ne güzel. ... gökyüzüne bakmayı unuttuğumu ne zaman hatırladığımı hatırlatmaya
çalışıyordum, bir cumartesi sabahı, bir mayıs ayının yirmiikisi idi,
mustafa’nın doğumgünüydü çok iyi hatırlıyorum, galatasaray üniversitesi’nin
ortaköy kampusunun denize bakan bahçesinde sene 2004 civarı dolanıyordum saat
yedibuçuk sularında, o zamanların meşhur dizisi “bir istanbul masalı”
çekiliyordu aynı bahçede. ev arkadaşımın hastası olduğu dizinin başrol oyuncusu
kadına -diziye değil, oyuncuya hasta- bakıyordum, “o kadar da güzel
değilmişsin,” der gibi içimden. “boşver bunları kâmil,” dedim kendime, bak sen
denize ve sigara içişine. denize bakarken birden ordan bir balık fırladı,
“gökyüzüne bak, ahmak,” dedi. başkası dese aklını alırdım belki, ama “aptalsın
bence,” demekle yetindim. balık da cevap verdi, “bu dünyadaki en büyük aptal
benim.” ilginç bir ortamdı, her neyse, hepsinin sonunda gerçekten de gökyüzüne
bakmam gereketiğini, hem de bunu bir an önce yapmam gerektiğini anladım. ve o
gün sabah yediotuz sularında mayıs’ın yirmiikisinde göğe baktım. ondan sonra
“işte geldiniz” başlıklı şiir serisini yazmaya başladım, ne sen bunun
farkındaydın oysa, ne de polis farkında. ve sigara yaktım kantinden aldığım
çayla. galatasaray üniversitesi’nde bir edebiyat kulübünün çıkardığı bir dergi
bıraktılar elime o sırada, konusu baudelaire idi. Modern Hayatın Ressamı isimli
kitapta, önsözde ali artun, şöyle diyordu: <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">Baudelaire için sanatın modern kentle kaynaşmasını canlandıran en
şairane kahramanlardan biri de Paris’i köşe bucak arşınlayarak çöplerini
ayıklayan, işe yarayanları toplayıp yüklenen paçavracılardır. (Chiffonier)
“..İşte başkentte günün çöpünü toplaması gereken adam. Büyük kentin savurup
attığı, kaybettiği, ayaklar altına aldığı, kırıp döktüğü her şeyi o toparlıyor,
ayıklıyor, sınıflandırıyor. İfratın ve israfın kaydını tutuyor. Dikkatli
dikkatli seçiyor, ayırıyor; endüstri tanrıçasının dişleri arasında yeniden
şekle girecek olanları biriktiriyor... Bütün günlerini başıboş dolaşmak ve uyak
aramakla geçiren genç şairler gibi, başını sallaya sallaya, kaldırım taşlarına
toslaya toslaya geliyor...” (Charles Baudelaire, Yapma Cennetler, çev. Y.
Şahan. s.15. Aktaran, Ali Artun) ... <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">şifoniyer kelimesini çok özel bulmakla birlikte, şiirlerimi
gönderirken mehmet’e şöyle demiştim: “‘hurdacısıyım hayatın’ diye bir cümle
kursam boşa çıkmaz elbet.” ahmet’e de göndermiştim, ve o da boşa çıkarmıştı
onları. bunları düşündüm o sırada o göğe bakarken. ve bugün tekrar aya bakarken
bunları düşündüm, tuttum bunları yazdım. ... rakıyı sevdiğimi saklayamam
elbette. annebabamın beni terkettiği ortabir ortaikide hurda toplayarak aylık
harçlığımı çıkardığımı da saklayamam. ... salatasına sirke koyma, sevmez. ...
geppetto’ma da söylemeyin beni, üzülürüm. çukurcuma’dan aldığım o hurda
battaniyeyi hâlâ kullandığımı da saklayamam. belki o gece oralardan geçerken bu
yüzden o kadar tedirgin olmuşumdur, ne demiştiniz bana, silly stupid shit fool,
sth. else that kind of exiciting: “fuck you.” ve o müthiş klasik, i know what
it is to be young, but you don’t know what it is to be old. muydu? muddy
waters: “nights in white satin.” ahaha, ben biraz salakım galiba, hâlâ kafiyeye
inanıyorum. turgut uyar gibi. rakıyı sevdiğimi saklamamıştım sanırım, açık
etmiştim, saklanmanın bulunmak için olduğundan da bahsetmiştim, ve siz bunu
anlamış mıydınız. küçük kara kuru bir şey gelip oturuyordu bazen kkalbimin
oorta yeyerine, durup düşünüyordum ben buna. ... sözkonusu olan kırılganlık
hassaslık filansa eğer itiraf etmek gibi olmasın ama bir sabun kokusu, bir
yumuşatıcı kokusu bile rahatlıkla, herhangi bir aktivasyon enerjisi
gerektirmeden, kolaylıkla intihara sürükleyebilirdi beni, bunu pekala iyi
biliyordum, ama yapar mıydım, bence yapmazdım. ... ne diyordum, rakıyı
seviyordum. geçen hafta afyon’a gittim bir iş icabı. afyon’un da sucuğu
meşhurdur biliyorsunuz, hatta şehrin orta yerinde bir sucuk heykeli vardı.
sucuk heykeli nasıl olur demeyesiniz, cem yılmaz’ın gora’sında hani sucuklar
ağaca asılı bir biçimde yetişiyordu ya, korkarım cem yılmaz bu fikri bir afyon
gezisi neticesinde kurguladı, çünkü sucuklar ağaçta olmasa bile şehrin orta
yerine yapılmış bir levhada asılılardı, asılıydılar. sonra babama uzattım
mikrofonu: “rahmetli çok içmezdi, çünkü parası yoktu. daha çok parası olsa daha
çok içerdi, ama içmeye ne vakti ne de parası vardı. para buldukça iki kadeh
içerdi akşamları. yanında da sucuğa çok tamah ederdi, sucukla içmeyi çok
severdi. ona da, ancak, bir parça sucuğa parası yeterdi, ben tarladan gelirdim
tam o içmeye oturacağı sırada. bakardık ki bir parça sucuk almış. rahmetli hep
büyük alırdı rakıyı, daha hesaplı olurdu. içeceğini sucuktan anlardık. ocağı
yakardı, bir parçasını halana, bir parçasını bana derken, kendine yiyecek bir
şey kalmazdı, öyle içerdi o iki kadehi.” <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-27039816436798262372020-05-23T21:10:00.001+03:002020-05-23T21:10:19.207+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Kasım 21, 2008 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">üç vakit + bonus track</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="font-family: Georgia, serif; font-size: 10pt; line-height: 150%;">insanın annesinin sabah ona kahvaltı hazırlayıp okula/işe
göndermesi güzel bir şey şair, hele bir de içeriden </span><span style="font-family: "Trebuchet MS", sans-serif; font-size: 10pt; line-height: 150%;">babanın</span><span style="font-family: Georgia, serif; font-size: 10pt; line-height: 150%;"> horlamaları yükseliyorsa. ben buna
onaltı senedir mesafeli yaklaşıyorum. yılda ortalama bir hafta müsaade
ediyorum. sabahları çayı senin doldurmaman diyorum, iç anadolu’ya göre çay
döken birisi varsa hayatında, ya da çay koyan, hafif doğu’ya kayarsak çay
dolduran birisi, ona şu çok sevdiğim lafı söylerdim: “bu dünyada işim iş ya
hacı, ötesini bilemem.” yıllık bir hafta kahvaltılı iznimi kullanıyorum bu ara,
yine erken kalkıyorum yine işe gidiyorum ama “hadi oğlum uyan artık,” var. iç
anadolu’yu, iç yani anadolu’yu, ege’yi, marmara’yı. coğrafi bölgeler de ayrı
bölümlere ayrılıyordu değil mi derslerde, hatta özel de bir adı vardı sanki
onun, iç anadolu’nunkilerden biri haymana-taşeli yöresi dersek büyük bir yanlış
yapmış oluruz ama benim aklımda bu ikisi yanyana gezer nedense. plato ne güzel,
ova ne güzel, yurdumuz ne güzel. rahmetli dedemin babası tekeli yaylası’ndan
göçmüş, o zamanlar platolar icat edilmemişmiş, memiş gümüş veya kasetlerin
üstünde yazan adıyla memiş günüç de elinde sazıyla türkü söyler dururmuş,
tekeli yörüklerindemiş yani hasan dedenin babası hasan büyükdede, babasının
memuriyeti nedeniyle mi göçmüşler bilmiyorum, söyleyeceğimi unutuyorum
muntazaman. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="font-family: Georgia, serif; font-size: 10pt; line-height: 150%;">bugün öğle yemek arası, bazı erkeklerin cuma’ya gittiği vakitte
biz arkadaşlarla konu açtık, konu nerden açıldıysa hiçbir şeyi atamadığımı
söyledim. evet bu korkunçtu, hiçbir şeyi atamıyordum. ilkokul bir defterimden
tut, ortaokul’daki haşet kitabevince basılan ing hazırlık kitaplarından,
türkiye gazetesi’nin verdiği nasreddin hodja ile keloğlan ingilizce öğretici
kitaplarından, cumhuriyet gazetesinin verdiği cumhuriyet fasiküllerinden, bira
şişelerinden, gazetelerin kitap eklerinden, birbuçuk litrelik su şişelerinden,
üç litrelik su şişelerinden, üniversite mezuniyeti sonucu istanbul’dan
ayrılırken yanlışlıkla bizim öğrenci evimizde kalmış yaşar teyze’nin
tabağından, içtiğim ballıca paketlerinden, mehmet’in yazdığı mektuplardan,
ortaokulda biriktirmeye başladığım kibrit kutularından, ilkokuldan kalma
pullardan, dedem öldükten sonra ahırda bulduğum ondan kalma iskambil
kağıtlarından, onlardan şunlardan bunlardan. bunların bazıları hatırat gereği
saklanır, çoğu insan yapar bunu, özel bulduğu şeyleri saklar, burası tamam, ama
bira şişesine su şişesine poşete koliye yırtıkpırtık ayakkabılara, vs. ne
demeli. bozukluk. müdahale olmazsa kesinlikle çöp eve döner evim. annem yılda
bir gelip boşaltır sağolsun. orada bulunan arkadaşlardan biri şöyle bir yorum
getirdi ve ben sırf bu cümleyi buraya yazmak için bunu bu kadar anlattım:
“hayatını çok önemsiyorsun.” ... siz de “hayatı çok önemsiyorsun,” denmesini
istemez miydiniz, ‘hayatını’ yerine. bilmem, belki ikisini de yapıyorumdur, c
hiçbiri. hatırlamayı çok seviyorum, iyi hatıra kötü hatıra ayrımı yapmayı
sevmiyorum ve yapanları ayıplıyorum. her zaman olmasa da taa eskileri çalmayı
seviyorum, tatları eski 45’liklere benzeyen. bu yüzden o pikabı da çok sevdim,
teşekkür ederim. yeni şiirimi hurda ve hurdacılık’ın demirçelik sektörüne
katkıları üzerine yazacağım. <o:p></o:p></span></div>
<div style="line-height: 150%;">
</div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="font-family: Georgia, serif; font-size: 10pt; line-height: 150%;">“yaa, ne sandın!” cümlesini hiç kullanmadım hayatım boyunca.
çocukken de kullanmadım, izninizle demin kullandığım anı günlüğüme dökmek
istiyorum. an dökmek, an koymak, an doldurmak, an demlemek. ne güzel olmadı mı
bu imge. imge deyince de -ki hiç sevmem bu kelimeyi- ‘dinini imanını’ tümcesi
-tümce demeyi de hiç sevmem- veya ‘tököli imre’ kişisi aklıma gelir. demin
murat’ı gördüm, dedim ki ona; “akşam geliyor musun?” akşam gelip gelmeyeceği
benim için önem taşıyordu, önemi yol kenarında indirip anlatmama devam
etmeliyim, askere gidecek bir arkadaş için kırk kişilik bir grup olarak içkili
bir ortamda uğurlama töreni maksatlı toplanılacaktı bu akşam ve ben
kalabalıktan dolayı hafif bir tedirginlik duyup rakıya dayayacaktım
dudaklarımı. ama yine de önce oturur oturmaz etrafı kolaçan edecek, kendimi
sağlama alacak, herhangi bir terör saldırısı durumunda kendimi nasıl
savunabileceğimin ince açısal hesaplarını yapacak, kan davalılarından birisi
gelirse ortamdaki ilk silahı elime nasıl alabileceğimi kuracak, ortamda
sevmediğim adamlardan birinin sözlü tacizine maruz kalırsam ilk olarak hangi
sandalyeyi kafasına geçirebileceğimi veya masanın hangi köşegeninden uçarsam
ona daha etkili bir yumruk indirebileceğimi aklıma not edecek ve ondan sonra
ortamdaki sevdiğim insanlara bakıp gülümseyecektim tim tim tim tim. buna karşın
makyavelist miydim ben, bence asla, hayır, olamam. çok daha derindi tüm
bunların dibi. çok dipti tüm bunların derini. murat’a dedim ki, “hani,” dedim,
“bazı insanlar vardır, kalabalık bir topluluk içinde onlar da varsa kendini iyi
hissedersin, konuşmasan bile.” “ben de onlardan biri miyim?” dedi. “evet,”
dedim. “evet abi, senle pek muhabbetimiz olmasa da...” diye devam etti. gerisi
artık benim için mühim değildi, “manyetik alan gibi bir şey var sanki di mi?”
dedi, ben de son noktayı koydum: “yaa, ne sandın!” <o:p></o:p></span></div>
<br />
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<br /></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-20141257250842852002020-05-15T21:08:00.000+03:002020-05-15T21:09:17.927+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "georgia" , serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Ekim 10, 2008 <o:p></o:p></span></b><br />
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "georgia" , serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "georgia" , serif;">bir şairin kokuları</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "georgia" , serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;"><br /></span>
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">ilginç geliyor bazen. yani hayatın ta kendisi, ilginç gelmesi pek
doğal aslında ama ilginçliği de sanırım bu doğallıkta. ya da ben bir şey
anlatmamak için cümleleri iç ediyorum, anlamı piç ediyorum, bilemiyorum. harita
ve metod defteri. gönye iletki pergel t cetveli. sen mesela annen de senin gibi
deli dolu biriyken, bambaşka bir insanken annen de senin gibi, senin gibi
cümleler dolusu cümle iken, paragraflarca bir roman iken annen, ben veya, benim
gibi bir adamken babam, yani elinde sigarası olup da ateşi olmayan adam,
ateşini çoktan söndürmüş bir adam, ya da saatlerini hep ileriye kurmuş bir
adam, uyanmayı bir ömür ertelemiş bir adam, her mezarlığa gidişinde babasını
hatırlayan bir adam, ateşin öylece üstünden atlamış sonraysa üstüne işemiş bir
adam, ya da bana bir rota öğreten geminin yelkeni olurum diyen adam, ben böyle
bir babanın oğluysam, yani annen mesela, öyle biriyse ve anne olmuşsa çoktan,
babam mesela, baba olmuşsa artık yoktan, biz neden farklı olabiliriz, olabilir
miyiz. o kadın gitmiş ve evinin kadını, evinin halısı olmuşsa, babam da gitmiş
ve evinin erkeği, evinin musluğu olmuşsa, sen nasıl alır başını gidersin gün
akşam olur. bulutlar. karıştırıyorum işte ortalığı bazen. geçenlerde ilkokul
bir defterimi buldum, iyiler pekiyiler yıldızlar meselesi. bizim yeğenin
birinci sınıf defterinde artık ali cin olmaktan çıkmış, -adam çarpmış-, atik
ali olmuş. fişler ortadan kaybolmuş, bundan sonra hiç bir çocuk dünyanın
sırrını bulamayacak, hiçbir fiş hecelerine ayrılamayacak. ve artık ilkokuldan
iki üç sene önce toplu oturup toplu kalkma disiplinine alıştırılıyor çocuklar,
halbuki bu kadar bir toplu yaşam insan doğasına aykırıdır, apartmanlar da
insana aykırıdır, çocuklar ilkokul birde saatle girip saatle çıkmalara alışana
kadar bir dönem geçerdi, şimdi anaokulları var, analarından ayrı büyüyen
çocukların anaokulları, daha sağlıklı bireyler yetiştirmek için imiş, uymadı
patron. sahi cin ali gerçekten yaşadı mı patron? lisede filan yaptım ama hiç
ilkokul dörtte olup da okuldan kaçmayı düşünebilen bir çocuk olamadım, üzgünüm,
şimdi bunun derse sıkışmışlığını çekiyorum, ders bitecek biliyorum, bütün
derslerimiz sona erecek. diyorum ya, ilginç geliyor. hakan taşıyan'a da hazin
geliyor. böyle yazmayalı epey olmuştu, "özledim, neden açmıyon telefonu
doktor?" <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">her yazarın takıntılı olduğu konular vardır. bunları o yazarın
çoğu yapıtını okuduktan sonra kendiliğinizden fark edersiniz. her şey
kendiliğinizden oldu, aşk kendiliğinizden sevinç kendiliğinizden. ödün
vermediniz efendiliğinizden. zaman zaman vilayet, zaman zaman ilçe, zaman zaman
kaza, zzorlama senden ne köy olur ne kasaba. yaz şu an aya bakmamıza vesile
olabiliyor hâlâ. bira kokuları mesela eksilmedi mevsimden. en çok
"time" dinlemeyi seviyorum klasiklerden. yüksek sesle; bu yüksek ses
bahsi benim tüm mizacımı ele verebilir ama yine de çekinmiyorum bahsetmekten,
kardeşim müziğin sesini hep açardı ben kısardım, o açardı ben kısardım. başka
bir ortamda ise, kendi kendimeyken, kulaklığımın sesini neredeyse sonuna
kaçardım, yani kulaklık içinde ben bendim ama odaya bile çıkınca ben bir
başkasıdır, hımm. ikinci dakikanın onbeşinci saniyesi geldi hızlanıyor ve on
saniye kadar sonra çekecek tetiği. komşulara haber salın. zaten komşu değil
miyiz hepimiz. komşu dedim de o halde şu komşu içerikli şiire buyrun. [satır
boşluğu veremiyorum blogla, o yüzden noktaları takip edin, normalde nokta yok.
ahaha, nokta da geçiyor şiirimizde, ne güzel] <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">bir şiirin kokuları <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">annemin elleri nane kok. elyazısına bulanık bir nokta koy.
noktalar sallansın darağacında şairin. şairin mumu yanar. sönmez artık
söyleşin. tabiat bir spiker. bozan aksular söylesin. şairin pantolonu dar.
makineye atmadan cebini yoklar. şiir, gülü bir ömür koklar. solmaz artık ismin.
sadrazam alışık sadr ile ışık karakterin. radyolar düğmesiz. dikiklerini sökmek
lazım tüm bencil -gerisi yok -game over -k.o. testiler küpler yerüstü
zenginlikleri sizler. okursunuz. şiir bir küpten su içmek gibidir. konuş ey
kuş. kuşlar balkon köşesidir. belki de tersten bakmalıdır hep. ters tepmelidir
tüm iyi niyetler. siz de bir nihayet bir niyet çekmek istemez miydiniz bayım?
tavşan beyazdan kırmızıya dönen ayyıldızlı tavşan. ne çekse beğenirsiniz
torbadan: şiir. mezar gibidir, ya içine gir, ya içindeki kurtları sevindir. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">bir ölünün ilk sözünü merak eder durur. durmak ölmenin suskun
meramıdır. gitmek fiil. cin ali ile berber fil. gidiyorsun. sigaranı diyordum
bırak. onbirinci katta işçi blokları. konuşması insanın, bir hayatın sık bırak
sık bırak'ları. kurbağalar ve yakup, hâlâ nedense vrakları. edip cansever'in
kulakları. çınlamaz. çıt çıt çedene, bir de yeni başlangıçlar. abe at bi sipali
de müzik kutayım sana. yüzyirmibirinci şarkı lütfen. ortadaki sigara.
frekanstaki radyo ya da radyodaki frekans. başındaki dikili ağacın bayramdan
bayrama yeşermesi. köy mezarlıklarının havası dostum sende. anonim taşlar var
bak kalbinde görüyor musun. o olmasa başka bir o'nun seni gelip ö'peceği
gelmişmiş. onlara basıp zıplayarak ıslanarak gelip geçtiler. "'aşk mıdır
bu?' bilemiyor"sun orhan gencebay. müzik başlıyor. ve susuyorsun. bir
ölünün ilk sözünü hâlâ bilmiyorsun. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">öyleyse dağılalım. ama hayat, böyle yapcaksan oynamayalım.
ayrılmayalım ayrılmayalım. nasılsa komşuyuz şunun şurasında. duanın şurasında:
'min şerrin min belain min fitnetin şuara'sında. komşiya. komşunun yazı var
kışı var. keyfin yazı var kışı var. kelimenin de öyle. kasım-aralık ocak-şubat.
iki aylık dergiler bat. üryan geldin büryan gidersin. korkar bundan tüm şuara
kullanılmış mıdır daha önce gibilerinden. kadında bekaret gibidir şiirde klişe.
ne var ki bir güzeli bin kişi sever biri alır. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">kloroform kokuları. bu hayat derbentinin korkulukları. diyorum
diyorum işte bura. burda dur taksici, aşağıda bir arkadaşa bakıp çıkacağım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">sonra da balkona konacağım. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "georgia" , serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">baba bana hiç balkon almadın. <o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-9142758837255605278.post-57587525265450696672020-05-06T21:33:00.002+03:002020-05-06T21:33:18.372+03:00<br />
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;">Ekim 09, 2008 <o:p></o:p></span></b></div>
<div style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #7b5849; font-family: "Georgia",serif; font-size: 11.5pt; line-height: 150%;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;">turntable</span></b><b><span style="color: #b19c4a; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"><o:p></o:p></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%;">
<b><span style="color: #ff9900; font-family: "Georgia",serif;"><br /></span></b></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">akşam oluyordu genç adam. buna dair pek çok şarkı vardı ve hepsi
de senin söyleyebileceğinden çok daha iyi bir şekilde söylemişlerdi. şehrin
ışıkları bir bir yanıyordu. ve sen, bir vatoz balığı gibi pencerene dayanmış,
bu ışıkların merhabalarını aleyküm selamlıyordun. yavaştan evlerden yemek
kokuları da yükselecek ve okul çıkışı yurtlarına dönen üniversite öğrencileri
bu sıcak yemek kokularına ve evlerin yanan sıcak ışıklarına bakıp
içleneceklerdi. kış geliyordu ve yazın kendilerine ara verilen hava durumu
bültenleri en çok izlenen programlardan olacaktı, ve bunu yine yüce halkımız
başaracaktı. -bayramda hava yağmurluymuş, tüh- ışıklar yanıyordu, en güzeli de
bunu şehrin yüksek bir katından karanlık altında izlemekti. hayır, belki de hiç
de güzel değildi. öylesine bir şeydi. sabah erkenden, hep aynı yolu kullanarak,
hep aynı otobüs veya servis camlarına dayalı şekilde işe giden insanlar, aynen
geri döneceklerdi. otobüs duraklarında bir genç otobüs bekliyor gibi yapıp tüm
bu gitmece gelmeceyi izleyecekti. işin ilginci deliler de otobüs duraklarını
mesken tutardı. sabah aynı insanlara bakıp işyerinde başkaaynı insanlarla
çalışan biz insanlar bu durum yüzümüze vurulduğunda mesela hollanda'ya okumaya
gitmiş bir arkadaşımızı veya kazakistan'a öğretmenliğe gitmiş cesur bir
arkadaşımızı düşünüp kendimizi teselli edecektik. fırından, bakkaldan,
pazardan, ordan burdan, bir teselli verip karşılığında bir teselli alacaktık.
sabahları her sabah, her sabahları sabah, yani her'in başka biçimlerinde
karşılaştığımız insanlardan kaçının bizim gibi düşündüğünü hesap edip, her gün
tam önünden geçerken dükkanını açan kuru temizlemeci kızın makyajlı mı
makyajsız mı daha güzel olduğunu filan düşünmeyecektik, ya da bilhassa o
millipiyangobiletçisi yaşlı adam, o şapkanın o kafada artık gerçekten de saç
olduğunu düşünüp sattığı biletlerden birine büyük ikramiye çıksa ne düşünürdüyü
kendimize sormadan edemeyecektik. sahi kuru temizleme nasıl bir şeydi, makinası
mı vardı, bilmiyorum. sadece bazen iş dönüşü giydiklerimi askıya asarken, eski
evimden ve şehrimden tesadüfen kalmış ve buraya getirmiş olduğum askının adına
dikkat edince içim bir hoş olacaktı. kısmet kuru temizleme, beşiktaş. hep
emrah'ın o ucuza aldığı takım elbiselerin temizlenme seanslarından kalma. sahi
nasıl temizlenir kuru. az kuru az pilav az ıslak ya da. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">şöyle bir düşündüğümde fark ediyorum ki bundan iki gün önce
kendime hayatımın en büyük kıyağını yaptım. bugün de üstüne tatlısını yedim.
yıllardır içimde büyüyen bir bitkiyi suladım, ya da dalından meyvesini
kopardım, bir güzel yedim. ya da yıllardır içimde yapılan bol kubbeli bir
caminin minaresine çıkıp ezan okudum. ya da yıllardır elimde patlak duran bir
meşin yuvarlağa hava bastım. ya da yıllardır uçsuzluk nedeniyle yazmayan ince
uçlu bir kaleme uç aldım, mürekkep doldurdum, filan. işte, buna benzer ya da
benzemez, güzel bir şey yaptım. sonra bunun bir burjuva zevki olduğu
hatırlatıldığında çisentiye maruz kalan yeni kurutulmuş tütüne benzeyen
sevincim, ıslanıp çürümeye yüz tutsa da, bugün yaptığım ilaveyle çürüyen
kısmını attım, tazeledim. süperim. ama işin şu "yıllardır" kısmına
tekrar vurgu yapmak istiyorum, bu da bir vurgun. yıllardır sahafları
antikacıları dolaşırım ben. bu içimde bir apandisit benim. aldırırsam boşalır
rahatlarım belki ama bomboş olurum, aldırmazsam da çaktırmadan rahatsız eder,
bazen de böyle patlama anları olur işte, gider parayı bayılır alırım. bakmayın
para bayılmak dediğime, çok bir şey değil aslında. on tane orjinal cd parası.
yıllardır gezdiğim sahaflarda antikacılarda ikincielcilerde filan gözüme
kestirir dururdum, pazartesi günü bu işe noktayı koydum. dual serisinden 412
numarayı aldım, evime koydum. mülkiyetin getirdiği yadsımayı ya da
yabancılaşmayı ya da körleşmeyi filan şimdilik düşünmüyorum, ve düşünmek de
istemiyorum, tartışılır bir konu bu, bunu diyene tek söyleyebileceğim sen
yapabiliyorsan, yani sahip olamamayı becerebiliyorsan sahip olma arkadaşım, ben
sahip olmamayı beceremiyorum bazen. neyse, 412 demiştim, internette
dolaştığımda böyle bir marka bulamadım, yani dual var elbette ama 412 kodlu
ürüne rastlayamadım, o yüzden hâlâ sahte olup olmadığı konusunda şüphelerim var
ama çok da sorun değil, antikacı değilim nihayetinde ve maksadım bu cihaza iş
gördürmek. alıp da saklamak veya sergilemek de değil. memleketten dede yadigarı
plaklar getirmiştim sırf bunun için, yıllardır da onları çalmak için beklerdim.
-bu plaklar aslında çok büyük bir yazının konusu, çünkü ben bunların içindeki
şarkılarla karşılaştığımda sanki girift bir romanın bazı ayrıntıları açığa
çıktı, veya çözmüş gibi oldum- meğer bu plaklar haddinden fazla çizik olmasın
mı, meğer tam sarmaya hazır kasetlerin çıkardığı boğuk seslere benzer sesler
çıkarmasınlar mı. bütün sevincim altüst oldu. benim hediyem de öyle yalnız
kaldı salonda. büyük bir şevkle para biriktirip oyuncak alan ama eve vardığında
bir de bakınca ne gören, oyuncağının paramparça olmuşluğuyla karşılaşan bir
çocuğun duygularına benzer bir duygulanma dalgaları yükseldi içimde, yükseltti
yükseltti vurdu kıyılarıma, işte sahillerdeki kumlar bu şekilde oluşuyordu
ilkokulda, dalgalar hızla kayalara vuruyor ve kayalar ufalanıyordu, bunu andım
o gece. öyle bıraktım. bugün de bir vesileyle işten erken çıktım ve şehirdeki
tek antikacı bölgesine yürüdüm, üç gündür aklımdaydı bu yürüyüş ama erken
çıkamıyordum bir türlü, nihayet bugün, mutlu gelişme, zeki amca'yla tanıştım,
ve onbir tane plak aldım kendisinden çok da cüzi olmayan bir fiyata. artık
paramı nereye harcayacağım da belli olmuştu, kitaplar bu duruma üzülecekti ama
napalım kapitalist dünya, tercih etmek zorundasın bir şeyleri. ve eve gelir
gelmez ilk işim onları dinlemek oldu. bazıları çizikti yine de, ki buna bir de
'elbette' notu düşmek lazım herhalde, kırk elli senelik plak çizik olmayacak da
ne olacak, ben daha otuz senelik bile değilken bunca çizilmişim. mesela emel
sayın'ın 45liğinde sesi biraz boğuk geliyor, erkeğe yakın bir sesle söylüyor
gibi, ama müzik aynı, müzikte bir sorun yok, o halde ne gam. bundan sonra az
çizilmiş plak buldukça buradayım dostlar. bu vesileyle ne yazılar yazılır
biliyor musunuz. ki zeki amca bu işin menbaı gibi duruyor. <o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<span style="color: black; font-family: "Georgia",serif; font-size: 10.0pt; line-height: 150%;">bir nesil sanayiye gitti onkusur yaşında. onüç yaşında çırak,
onyedisinde kalfa oldu. her akşam karanlıkta, elleri mazot kokulu üstüpleriyle
temizlenmiş, sabun niyetine tinerle arındırılmış boyalardan yağlardan azade,
dolmuş beklediler, el ettiler köye giden arabalara. onların çocukları var
şimdi. türkiye çok değişti millet, türkiye çok değişti, ve kimileri için baharı
görmeden yaz geldi geçti. bu hediye meselesinin benim açımdan birçok önemi var.
tabakalı yapıya sahip bir insanım. bazı malzemeler de sahip oldukları
tabakalara göre sınıflandırılırlar. ben de insanları böyle sınıflandırıyorum.
mesela killerin çok tabakalı olanları pek makbul değildir, ama benim gözümde
insanların fazla tabakalı olanları evladır. neyse, bu konuya şurdan girecektim,
bu pikap alma işinin birçok katmanı var, kaz kazabildiğin kadar, ama maalesef
biraz klostrofobim var, fazla inemeyeceğim madene. günümüzde bir şeyi satın
almak için para biriktiren, para biriktirebilmek için de tam zamanlı bir işte
çalışan ortaokul-lise mezunu yirmiyaş civarı gençlerin son temsilcisi olan
kuzenimden aldığım bir feyzdir bu benim. bu nesil, babadan para isteyemez. baba
da zaten kolay kolay para vermez. aslında verir, ama onu da bir gece vitrin
gözüne bırakır, sen kalkar sabah o mahcup parayı alırsın. ya da anneye bırakır,
anneden alırsın. anneden almak mübah, babadan almak mekruhtur. düşün artık,
çalmakla olan bağlantısını sen kur, ey kul. bir çocuk onyedi onsekiz yaşında
sigaraya biraya ve en masraflısı müziğe merak salar. tabii zaman şimdiki gibi
beleşe mp3 kopyalama zamanı değil, kaset alıyorsun, ondan bir önceki nesilde de
plak alıyorsun. tabii kasedin de plağın da korsanı var sonuçta, ama o bile bir
para. hele bunları çalacak olan alet. hele çaldıkça içilecek olan sigara ve
bira. kolay değil babam kolay değil, bir de ömrüm seni sevmekle nihayet
bulacaktır şarkısı, sen düşün. masraflı iştir sevmek. ödeyemeceksen
sevmeyeceksin. [her halukarda birkaç katmana sahip bir cümle kurduk] çalışırsın
bu yüzden. ben gencin müzik dinleyenini, sigara ve adam gibi bira içenini
severim. ve dünya üzerine özel olarak gönderildiğine inandığım bir insan benim
bu kuzen, allah bozmasın diyelim, çalışır ve teyp alır, kasetçalar alır, mp3
çalar alır, ben onun kasetçalarından dinledim en güzel hatasız kul olmaz'ı,
başka zamanlarda o kadar güzel söylemiyor orhan gencebay. şimdi ben bu pikap'ı
ona gösterdiğimde deli olacak, "hasan abi," diyecek, "para bok,
alırsın tabi mına koyiim," diyecek. mercedes sosa şu hikayemi bilse çok sevinecek.
<o:p></o:p></span></div>
<div class="MsoNormal" style="line-height: 150%; text-align: justify;">
<a href="https://www.blogger.com/null" name="7701751001169009853"><span style="color: #666666; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;"> </span></a><span style="color: #666666; font-family: "Georgia",serif; font-size: 9.0pt; line-height: 150%;">
<o:p></o:p></span></div>
<br />thealph@yahoo.comhttp://www.blogger.com/profile/14281721765780319841noreply@blogger.com0