Okunmazlık Abideleri I
24.05.2019
o eski kıvrıklığımdan
eser yok şimdi. dümdüzüm. dümdüzüzzaman.
tepelere çıktım ve şal
istedim. her ne kadar çoğunlukla üşümeğe tedbirli olsam da -zira en sevmediğim
şeylerden biridir üşümek; bir, açlık; iki, üşümek.- allah etmesin. rakı
arasında türk kahvesi içmeğe bayılırım bundan söz etmeği bayağı bulsam da.
tepelere çıktım. merhaba ben homeros.
yeşilliğe ve açık
havaya çok ihtiyacım vardı. araba sesi duymadan. bugün sabahtan beri bunu
kurmuştum zihnimde. taksi ne kadar yazar acaba diye. sonra makul bir fiyata
anlaştık. dönüşte ömer beni alacak. izmir’in dağlarına çıktım bugün, zira dağ
görmeğe ve rakı içmeğe çok ihtiyacım vardı. doktor, haftada bir gün ve bir
kadeh dedi ama onu dedikten sonra birbirmize baktık.
ben, “olmaz!” dedim, o, “olacak!” dedi. gözleri çok
yeşildi. mesleğini eda etse yetecek gibiydi günahını almayım. ama almak
durumundayım.
bugün sabah yanımda
çalışan işçilerden biri geldi ve “abi akciğer temiz çıktı.” dedi. temiz
çıktığının nasıl anlaşıldığını sordum. işyeri doktorunun sevk etmesi nedeniyle
evine en yakın hastaneye gittiğini söyledi. röntgen, mr, vs. çekip çekmediğini
sordum, “çekmedi.” dedi. sadece fabrikada çekilen röntgene bakıp, “bana niye
göndermiş ki?” demiş ve çalışabilir diye imzalamış. o doktora, okuduğu okuldan
okutan hocaya kadar bildiğim bütün küfürleri sıraladım, hoş olmadı biliyorum
ama doktorları neden sevmediğimi bir kez daha anladım umarım. işçiye, ilk
fırsatta başka bir hastaneye gitmesini ve durumu anlatmasını söyledim. zira
benim yanımda çalışan çeşitli mustafa’lar meslek hastalığından öldü, belki biz
yaptık belki başka yer ama tahammülüm yok. o doktoru bulup teşhir etmezsem bana
da doktor demesinler.
ezan sesinin bile
ulaşmadığı bir yerdeyim. öyle bir yerdeyim. eza yok, ezber yok, ezel yok.
17.05.2019
bir hıdrellez’i de
daha geride bıraktığımız bugünlerde ben aslında yoğum. ben, nasıl ederim nasıl
yaparım da gül ağacı dibine bir dileğimin yazılı bulunacağı kağıdı bırakırım
diye balkonda sigara içerken bir de baktım ki karşı apartmanda bir kadın, apartmanlarının
bahçesine indi ve hızlıca koşarak elindeki kağıdı gülün dibine bıraktı ve hoop
kaçar gibi geri dönerek apartman boşluğunda kayboldu. o kadar takdir ve tebrik
etdim ki bu hareketini, kocası olup onu öpesim geldi. ederlezi.
geçen hafta dünya dar
geldi şehirde, baktım gece gündüz karıştı, her şey bulandı, rakı rengi oldu,
şarap rengi oldu. bi ara kendimi denize attım, bi arap vardı o kurtarmış.
lakabı arap olanları hep sevmişimdir zaten, ama kurtarmasaydı iyiymişti. geçen
hafta hangi haftaydı bilmiyorum.
sonra deliliğe vurdum
ki arap kendini mahcup hissetmesin.
giriş ezgisi
bu ne dünya kardeşim
kırklar dağı’nın düzi
rabbenâ âtinâ
fi'd-dünyâ haseneten (allah'ım bize dünyada iyilik, güzellik)
peyote
Ne Garip Dünya
gülşen-i hüsnüne
kimler varıyor
varuna
carlsberg
içimde bir his var
sineme bir
biyopsi
nem sinem mi sinem mi
nem sinem mi sinem mi si
23.04.2019
Okunmazlık Abideleri II
merhaba.
bu sene nevruz’un
bensiz gelmesine çok içerledim, hele haber bile vermemiş olması yok mu.
nevruz’un bensiz gelmesi. bu cümlede sanki bir edebi sanat var, kafiye olsun
diye değil. o değil de, hata benim idi. demem o ki ben günlerden baharın
geldiğini unutmuşum, son anda farkına vardım. ve kendime kızdım.
bahar benim için
istanbul’da başlamışdı, ve oradan isim şehir bitki hayvan oynayarak devam
etdi. edip cansever okurken anlam buldu: ve devam etti. erguvan dilini
öğrenince devam etti÷ ve son bulmadı. ... aradan zaman geçti, zaman bu, geçer
elbet. müthiş bir düzyazı dilim vardı o zamanlar, geçti elbet. çok bira
içiyordum.
(esnerken ağzımızı sol
elimizin tersiyle kapatalım lütfen, dünyanın en güzel kadını da olsanız bunu
yapmalısınız)
gündüz bira içmeyeli çok
olmuştu, çünkü gündüz bira içmemeli, zira yoksa akşam olmuyor. son birkaç
yıldır ilk birada/kadehte morali çok bozuk oluyorum. ikinci üçüncü dördüncü
birada/kadehte çekilir oluyorum, sonrasında yine morali değişik. ama ilk kadeh
gerçekten sorunlu ve sorumlu. başım dönüyor, çarpıntı başlıyor, sonrakilerde
uzun süre düzeliyor. size şöyle bir şey söylemeliyim, şayet alkolikseniz kronik
bir rahatsızlığınız olduğunu ölene dek anlayamayabilirsiniz.
bugün çok uzun zaman
aradan sonra gündüz burası birası içmeğe yeltendim, fena da olmadı hani. benim
için riskli bir durum gündüz rakısı/birası içmek. yanımda sevdiğim insanlar
yoksa yapmamak için elimden geleni yaptığım bir şey gündüz birası/rakısı içmek,
zira zor.
parmağımın hali içler
acısı, ucube bir görüntüsü var, saklamıyorum, görünce irrite ediyor biliyorum,
geçecek diyorlar. hatta bu ara en sevdiğim dilek “allah geçerinden versin”
oluyor. irrite etmek dedim de, itchy and scratchy kelimelerini öğrendim bu ara.
irrite etmek dedim de, duru yüzlü kadınlara ayrı bir muhabbet besliyorum tüm
aralar. muhabbet beslemek de değil benimki de, lafın yeri geldi sadece, yüzüm
hiç duru olmadığından belki de, özellikle de makyajsızlarsa.
evvelsi gün
memleketteydim, onyedi yaşındaki yeğenimin yüzüne boca ettiği makyaj hususunda
onu uyarmalı mıyım, nasıl uyarmalıyım diye kendi kendime düşünürken, altı
yaşındaki yeğenimin 23 nisan temalı bateri gösterisini izlemeğe gitmiştim. orda
ne de göreyim? yüzyıl öncesinden bir yüz, anne olarak.
18.04.2019
merhaba.
merhaba’nın sahip olduğu
bütün önemini at yarışlarında kaybettiği bir dönemden geliyorum. hiç at yarışı
izlemedim, oynamadım. kısa bir dönemini kahvehanede batak ve 3-5-8 oynayarak
geçirdim hiç istemeye istemeye. kısa dönemlerle ilgilendim çoğunlukla
ilgilendiklerimle, ilgilendiklerim de her neler idiyse. bir şeylerin iyisine
sahip olmak için normalden biraz daha fazla bir bedel ödemek gerektiğini
öğrendiğimde onaltı falan yaşındaydım. İnsan’ın iyisine sahip olmak için
normalden biraz daha fazla bir bedel ödemek gerektiğini öğrendiğimde kaç
yaşındaydım hatırlamıyorum. bildiğiniz gibi bazı bedelleri markaya ödüyoruz.
insan’a da nasıl sahip olunursa, benimki lafın gelişi, yoksa elbette mülkiyete
hayır. ama birkaç tane daha radyom olsa fena mı olurdu, belki mezara götürürdüm
onları, kefenin cebi yok biliyorum ama toprağın cepten bol bir şeyi yok.
batak ve 3-5-8 dedim
de aklıma geldi, king/rıfkı da oynadığım oldu, bu oyunlarda kartları iyi takip
etmeniz gerekir malum, hatta klasik iskambilde de öyle. ama ben oyun oynamayı
sevmem, içinde bulunduğum bir şeyin oyun haline getirildiğini hissedersem o
şeyden soğurum, ama oynamaya devam ederim o ayrı. hem de kuralına göre
oynamağa. eğer ortamda rakip yoksa, müsabakasız bir oyunsa, oyunu diğer
oyunculara zevksiz gelecek hale getirerek bırakırım. rekabet içeren bir oyunsa
rakiplerime yenileceklerini hissettirir fakat tam da yenecekken masadan
kalkarım, çünkü ben rekabet sevmem, yenmeyi yenilmeyi sevmem. ama yenmeme ramak
kalacak ana kadar sabretmesini, iz sürmesini, strateji geliştirmesini çok iyi
bilir ve yaparım. oldu da yenildiysem rövanş ister ve rövanşı almama ramak kala
bırakırım. bunu ben demiyorum, şu an hayatımda olan binbeşyüz kişi diyor.
hayatıma giren diğer binbeşyüz kişiye sorsak, onlar da derlerdi sanırım aynı
şeyi.
30.03.2019
merhabali,
elimin altındaki
evrakta iki tane altalta kutucuk var, birinin önünde “başarılı” yazarken
diğerinin önünde “başarısız” yazıyor. birileri birini tıklayacak/tikleyecek, ve
bu elbette oy çokluğuyla olacak. halbuki, ben istiyorum ki bireysel kararlar
alalım, oy çokluğuna çoğulculuğa bakılmasın, bakılıyor mu ki zaten öyle olması
istense bile. bakılmıyor bakılmasına ama zoruma giden bakılıyor gibi
yapılmasına. yani ben o sınavdan kalacaksam buna bir kişi karar versin,
muhatabım kimse onu bileyim ve o karar versin, ben de düşmanımı ya da “decision
maker”ımı bileyim güncel tabirle. o mu bu mu diye şüpheye düşmeyelim. hepsi
danışıklı dövüş yapıp da meydan okumasın ya da iyi polis kötü polis
oynamasınlar, ak göt kara göt bileyim. allah birse mesela, ki bu ne güzel, tek
başına karar verecek demektir, ki benim en çok sevdiğim yönü de o zaten. çok
adil buluyorum bunu, çoğulcu demokrasiye inanmıyorum, tahakküm vardır ve bir de
hükümdar. siz hiç hükümdarlar meclisi diye bir şey duydunuz mu? ama bizde var
di mi.
ışık loş sanırım. mart
ayındayız. hava henüz ısınmamış. hava ısınacak, biz doğalgaz faturalarını daha
az ödemeğe başlayacağız diye sevineceğiniz, sevinmek üzereyiz. hatta havanın
ısınmasına az kala öyle bir rüzgar çıkacak ki buna tek sevinen bitkiler olacak,
onlar o esnada birbirilerini kıyasıya seviyor olacaklar, biz üşüyecek ve bu
kuvvetli rüzgarın ardından yağması gereken yağmuru bekliyor olacağız. bitkile
ro rüzgaru. andan içeru.
14.01.2019
merhaba marianne,
ne çok özledik değil
mi sizleri. yeni yılımızı bile kutlamadık birbirimizin sandık bi ara, az kalsın
buna inanıyorduk hatta, yani bu dünyada daha önce hiçbir şeyi kutlamamış
olduğumuza. bir mesaj, bir gülüş, bir bakış, bir istihza, bir sakız çiğneme
hareketi, bir tokalaşma, bir çelme takış. halbuki yağmur günlerdir göz açmıyor
-günlerdir dediğim de üç gündür-. öyle deme onca zaman aradan sonra evde geçen
üç gün ömürdendir. hem de haftaiçi üç gün. dört gündür evdeyim, kısa boylu
boyumca uzandım. upultu gitmiyor, ya da usultu ya da ulultu, ya da umultu ya da
unultu. yağğmur de ne iştahlı değil mi? hasan mutluluğu var havada.
turgut uyar’ın en
sevdiğim şiiridir hasan mutluluğu. hasan adlı arkadaşlarım ve insanlar da en
sevdiğim insanlardır. yaklaşmakta tereddüt dahi etmem ve ölene kadar severim
çoğunlukla.
şiiri yazacaktım,
vazgeçtim yazmıyorum, herkes bulsun okusun ve kendine yakışanı alsın. şairlerin
sözleri biz ve tanıdıklarımız için biz hayatta olduğumuz sürece geçerlidir, biz
yaşarken şairler ölse de devam eder. bunu size daha sonra basit bir mühendislik
hesabıyla aktaracağım, ama şu an değil. hani senin hayatın senin tanıdığın tüm
insanlar ölene kadar devam ediyordu, öyle bir şey vardı, benim yapacağım
hendese de ona benzeyecek handiyse.
gök ne kadar acımasız
şu iki gecedir. aynı benim gibi, sesini yükseltmesini duysan sanırsın dünyaları
başına yıkacak ama gel gör ki aslında merhametinden asla sual olunmaz. benim
merhametimin neyi eksik? salı günü hayatımda ilk defa merhametsiz biri olduğuma
hükmettim. bugün cuma ve dört gündür hayatımda ilk defa ardıardına evden
çıkmaksızın evdeyim, yağmur sağolsun bana eşlik etti.
en sevdiğim yazar c.m.
kitaplarını bir taraf almış, diğer kitapları diğer taraf. öyle acıklı geldi ki
bana ayrılan çiftin hikayesini dinlerken. toplamdaki hikayemiz şu son cümleden
bağımsız, yabancılaşarak hissetmeğe koyulduğum. yol kenarlarında ot topladığım,
çam diplerinde mantar bastığım, göl kenarlarında şarap damıttığım, makilerinde
zeytin otlattığım.
evde geçirdiğim şu
birkaç istirahat günlerinde, biz bizeyim, dört gündür sesim de çıkmıyor, biri
arayacak da konuşmak zorunda kalacağım diye öyle korkuyorum ki, sesimin tonu
çok inceldi, hiç hoş değil. kaçıranlar için programın tekrarı olacak mı onu çok
merak ediyorum. müsterihim.
izmir, tarihinin yoğun
yağmurlarını koynuna almış hepsini birden seviyor kaç üç gündür. göğ gürlüyor
ve ben çekiniyorum. zira sebepsiz değil gürlemesi, ışıklar yakıyor, müthiş
şavkını çakıyor. işte ben o esnada, ışığı görür görmez gardımı almış alıyorum,
dünyanın en gürültüsüz insanı olan ben göğün gürültüsüne hazır bulunuyorum. son
demim yıldırımdan olmasın diliyorum. çocukluğumdan kalan bir travmam var -her
travma yazışımda keşke tramvay yazsam demiş oluyorum-, çocukluğumda malum bizim
oralar her yer travma ve her yer ova, yaza dönük bir havada pek vaki olmamakla
birlikte komşularımız tarlada iken düşen yıldırım canını alıyor şadiye
teyze’nin. göremediği torununun adı şadiye, yaşı şu ara yirmibeşlerde.
bakın şurada yazdığım
üç beş cümlede bile yüzlerce vaka bıraktım ona göre. ... rüyalarım çok canlı
son iki gündür. öyle böyle değil, özlemişim meğer. en azından rüyada dahi bu
kadar canlı olmasını hayatın, hakikaten özlemişim. selen'i hatırlıyorum bugünkü
rüyadan kalan, çünkü çok gerçek anlıyor musun. rüyayı hatırlamıyorum bile,
sabah sorsan amenna. ve eniştem var başka bir rüyada, tonlarca balık tutuyor,
ona hesap soruyorum, niye yakaladığın o kadar taze balığı bana hiç ayırmayıp
başkalarına sattın diye. yıllardır ‘balıkların öcü’ diye bir başlık düşünüyorum
cümlelerime, öyle de çok çekiniyorum ki içeriğinden.
saatler çok çekiç bu
ara, çekindiğim kadar var.
04.01.2019
dün ne oldu. ya da bu
gün. misal bu hafta. bu hafta çok bensizdim. hiç kendimde değildim, hiç
kendimde hissetmedim. dışarıdaydım. ondan önceki haftalarda öyle değildi misal,
buraya gelip bu hafta ezberime takılan şarkılar bunlar diye laf edebilirdim.
bunları söyleyip sesimi sisimi kaydettim deyip ileride bakmak üzere buraya
kaydedebilirdim. bu hafta hiç böyle bir şarkım olmadı zira bende değildim.
yılbaşı bile yılbaşı gibi, yeni yıl bile yeni yıl gibi değildi. benim yüzümden
tabii ki, başka mesul yok. hatta bi ara klavyede w'nin yerini bile çok
aradığımı söyleyebilirim. normalde yılın son günlerini iple çeken bi insan,
sadece christmas songs dinletebilmek ya da zamanın hakkını vererek
dinleyebilmek için bile, çok mühimdi yeni yıla girmenin birkaç gün öncesi ve o
son gecesi, lakin bu sene son gününde beceremedim o şevki, heyecanı, bir şey
oldu ve zapt etti beni -hani nerde “bana bi şey olmadı”-. bugün göreyim dedim
tezahürünü, ama gone with the sin dedi bartender.
bu hafta bu gün hâlâ
çağrılmadığımı çok iyi hissettim. en çok da sağ el başparmağım hissetti bunu.
benim sağ el başparmağım -öyle demeyin, beş parmağın beşi bir mi- ilk acısını
ben oniki yaşımdan günler alırken almıştı başına, yarısı kaybolmuştu o gün
bıçak darbesiyle. dün de ikinci yarısını kaybetti. hesapladım, aradan yirmbeş
yıl geçmiş, kimilerinizin yaşı kadar bir mesafe.
geçen hafta çok acı
şeyler oldu.
ziya anne ve babası
hastalandığı için kursu bırakmak zorunda kaldı ve memleketine döndü, ki
aramızda halk oyunlarına en heveslimiz oydu.
gelirken çöp toplayan
iki genç çöpten buldukları kolayla bir şeyler yiyorlardı. hepsini
anlatmayacağım. en azından anlatılanları gördüğünüz bir yer var, benim o da yok.
yo, bunu burada
bırakmam ben bensem.
29.12.2018
merhaba ey gi,
merhaba gri olup ve
beni kaale almayanlar,
kaale almak’taki kaale
kelimesinin gerçek yazılışını ya da kökenini merak edişim,
merhaba ey işyeri
hekimim,
emin olmamız gerek
deyişi emin olmayan tüm eminsizlerin,
bilseniz sizi ne çok
özlemişim,
merhaba beni salıncaklarınız
ve her biriniz,
merhaba beni
özleyenler ve kar topu oynayanlar,
merhaba ben sizi çok
özledim bir bilseniz,
merhaba çeşitli
haftasonu uçmaları ve kulaklıklar,
size bir şey diyim mi
ben, ben hepinizi kulağıma astım, kulaklarım bu yüzden biraz kepçe,
merhaba ben duyması
azalan kulaklarıma şahit olmanın çok sıcak çaya batırdığı zavallı bisküvi,
mesela süreyya
berfe’nin “hepsi o kadar” şiiri,
e mesela bitmeyen
doktora tezim ve ben,
sizin büt büt
bütünlemelerle bitmeyen ağırlıklı genel not ortalamalarınız,
ha misal bitmeyen
kaşıntılarım, allerjen kelimesi çok hoş geliyor kulağıma az duyduğu ölçüde,
merhaba ey gi, zi
kalbimin, ziggy stardust filan şarkıları olacak
ve ölecek birkaç gün
sonra bundan yeni yıl başlangıcında,
merhaba, kar küresi
bana hâlâ gayet küresel bir hümanizmi ispat ediyor ve gözlerim doluyor,
siz sevmezseniz
sevmeyeni olun sevmemenin ziyanı yok benim için,
şair der ki yukarıda
bahsettiğim şiirinde, “hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu”,
gibi merhaba ben emine
teyze’yi özlemiş olabilirim ya da indinde herhangi birinizi,
enveriye tren garı
derken mesela sözün gelimi aslında onun hepsi si,
yoksa ne işim olur
dünyanın en saçma lokantasında,
kelimelik oynayın
devam edin merhaba sevdiğim şarkıları paylaştıklarım,
ben de bilirdim
yirmiki yaşında bir yıldız olayım ama ben büyüdüğümde yaşım otuzikiydi sanırım,
merhaba ben de
bilirdim bu yepyeni yıla sizinle girmeyi,
ama anlıyor musunuz
beni misal ülkü tamer’in “ben var ölmek” şiiri,
yok o da değil de en
çok size hediye edilmeyi özledim,
a yo beni unutmuş
muydunuz yoksa merha hahan,
merhaba ben biyopsi si,
merhaba
söylediklerimin hepsi biliyorum daha önce söylendi, ha sanıyor muyuz ki
kestiler acıdı,
biliyoruz o sabaha
karşılar acıyan yanlarını bana ayırdı,
merhaba, her saçı çok
erkenden bağlı bir genç insan gördüğümde aklımda ebru,
anneleriniz
kızkardeşleriniz hepsinin yeri bende ayrı,
biliyor umsunuz benden
çok iyi bir bibliyofil olurdu mezarlıklarda,
fakat sinin yeri ayrı
öyle demeyin ben onu orama yerleştireli yıllar,
merhaba siz isterdiniz
biliyorum ki sizden ötürü,
merhaba yine de eeee
öyle yani işte işyerinde iştahım, alıkoyamaz gelse feriştahı,
merhaba kimsenin
egosunu üzmesine gerek yok çünkü u nutmam mümkün değil anlıyor musunuz,
yılbaşını yalnız
geçirecek olmam sizi unutmuş ya da sevmemiş olmama mümkün değil,
şairin şarkısı var ama
şimdi söylemem, hani neydi o fatih sahnesi’nin adı unkapanı surların ordaki, si
merhaba benim gönlüm
isterdi ki uyluk kemiğim şiir yazsın uyluğuma karşı,
bu demek değil olacak
gönlün gönlüme karşı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder