ama arkadaşlar iyidir



7.09.2015

ilk evlenme kararini on yasindayken alan, sevdigim kizlar listesi cikarabilecek kadar ayni anda fazla kizdan hoslanan fakat biriyle evlenmekte karar kilan ve bunu babasina on yasindayken acan, ogretmenine peygamber olmak istedigini ve buna uygun oldugunu dusundugunde yine on yasinda olan, peygamber olarak kitleleri pesinden suruklemek ve irsad etmek isteyen, eline sapanini copten buldugu cantaya iki salkim uzum ve kitaplarini alip genis ovada bir dut agacinin altinda tek basina kitaplarina daldiginda onbir ondort yaslari arasinda olan, "dunya delikanli olsa yuvarlak olmazdi" cumlesine sahip duvar kagidini yurttaki odasinin dolabina astiginda onalti yasinda olan, yine ayni dolaba kendi el yazisiyla "allahumme ecirna min serrin nisa, allahumme ecirna bin belain nisa, allahumme ecirna min fitnetin nisa" yazip o donemler buna inanan ve sonra bunu farkettigi otuzlu yaslarinin ilk yillarinda allah'in dupeduz ayrimcilik yaptigini anlayan, yattigi alt kattaki ranzanin uste bakan tarafina sevdigi kizlarin adini yine o donem yazmis olan, copten buldugu baska bir cantaya kitaplarini ve iki salkim uzumu ve havali tufegini alip yine dumduz ovaya cikip dut agacinin altinda hem erkekligine dokunan hem kus vuran hem de kitaplarini okuyan ve bunlari yaptiginda onalti yasinda olan otuzlu yaslarinin basinda bunu hatirladiginda doganin insani cinsel cazibesiyle de etkiledigine ve bu acik alanda yasanmak istenen ya da sadece filmlerde yasanabilen cinselligin geldigi yere ve ciplakliga donus olarak nitelenebilecegini dusunen, yalniz yalniz yalniz olan, yalniz olmak ugruna kendisiyle birlikte carsi iznine cikmak isteyen yurt arkadaslarini dogrudan reddeden, kitleleri pesinden surukleyemeyecegini anladiginda otuzlu yaslarinin basinda olan ve etrafindaki sevdiklerinin bir yerlerinde tureyen kitlelerin iyi/kotu huylu oluslarinin sorgulandigina sahit olan, uzerinde sektigi pamuk tarlalarini devlet istimlak ederek dogdugu koye havaalani kuruldugunda ondokuz yasinda olan ve ucaklar inip kalktikca icinde bir seyler inip kalkarak bir gun ben de onlara binip uzaklara gidecegim hayalleri kuran, ve buna otuzlarinin ortalarina dogru gercekten adamakilli yaklasmis olan, simdilerde yuvarlakligini reddedemedigi dunyanin icinde ama genis yerlerinde o ucak senin bu ucak benim gezen ve bunun mustakbel gunlerinde hayatina hakim olacagini dusunen bozca adam...

2.09.2015

onca zaman sonra eve geldim bir de ne göreyim, egon shiele'in woman sitting with left leg drawn up'ı düşmüş. daha önce de buna benzer şeyler başıma gelmişti, eskişehir'deyken madonna ve cüneyt arkın düşmüştü örneğin ama woman sitting with left leg drawn up'ın bunu ilk yapışıydı, onca zaman da dayanmıştı halbuki bana. rüzgara yordum, kötüye yormak istemedim. sadece o düşse iyi ya, onu muhafaza eden minyatür kulübe de düşmüştü onunla beraber, ikisi farklı yönlere savrulmuşlardı. bunu da kötüye yoracağım gelmedi. zira iyiye çok ihtiyacım vardı.
ben geceleri uyumayı tercih eden biriyim. gecelerden pek hazzetmiyorum. hatta ahmet haşim'le şiddetli tartışmalarımız vardır sabah ve gece üzerine, ama her tartışma sonrası sevişiriz o ayrı mesele. sahi, bir türlü de algılayamamışımdır filmlerde çiftlerin tartışma sonrası sevişmelerini. ben gerilirim tartışınca, kızarım içimden, o halde mümkün değil. bırak beni kenara, iki bira içeyim ağlayım kendime geleyim. filmler demişken, sadece filmlerde duyacağımı sandığım bir cümleyi duydum bugün gerçek hayatta, hazırlıklı olun, demiş doktor. kendinizi hazırlayın, demiş. o yüzden ben bu günleri sevmekte zorlanıyorum. kafam tıkabasa. alkol batağına saplanmış durumdayım. tedavi işe yaramadı itiraf ediyorum. alkol sorunları çözmeğe mi yetmiyordu neydi öyle bir şey vardı. evet çözmüyor hatta kronikleştirdiğini ifade ediyor mektuplar ve kitaplar. ama şu an yapabileceğim ya da yapabildiğim ya da o kronik ellerimden pek bir şey hissetmiyorum, zira gelmiyor. bu aralar bana italya'dan bir posta gelecek. sana hiç biri italya'dan posta kutusu attı mı fırlattı mı kafana. bu aralar ben annemlerin karadeniz gezisinden dönerken getirdikleri tuzlu leblebileri yiyorum, boşa gitmesin diye de yanında rakı bira artık ne bulursam içiyorum. karadenizliler gerçekten şu mısırı kurutma işini iyi yapıyorlarmış, üstüne türkü yaktıkları kadar var. şu dünyada en çok ayırt etmek istediğim şeylerden biri kimlerin türkü sevdiği ve kimlerin sevemediği. hani biriyle tanıştığımda ona sorabileceğim ilk soru bu olsaydı keşke, sonra alacağım cevaba göre üç kademe birden atlasaydık ya da sağol kardeş başka bir dünyada when we are both cats filan diye vedalaşsaydık. gerçi ben tartışmağı bile bilmiyorum.
bu aralar kısa soluklu bir yurtdışı seyahatim olacak ve ondan sonra hayatım ya değişecek ya da değişmeyecek. bu aralar kendimizi ebru'ya hazırlıyoruz biz. sadece beyninde olmayan kitleler beynine de sirayet etmiş. kitle ne lan, kitle ne, allah belalarını versin tüm kitlelerin. duramadılar tek başlarına yayılmadan bağımsız. allah kahretsin. şarkı demiş mesela, sevmesini bilmiyorsan bakma sakın gözlerime, ben sevmesini bilmiyorum, ben sevmeseni bilmiyorum ama seviyor gibi nasıl bakabiliyorum öyleyse, şarkılarda düşünmek seni bana getirmediğinden mi, peki ya martılarda düşünmek? onlara noldu, yuvamızın daim konukları martılar,
ben geceleri daha ziyade uyumağı tercih eden biriyim. çünkü benim ertesi gün sabah erken saatlerde işim olmuş oluyor, olmasa da ne yapayım uykum geliyor işte. gelmese de getiriyorum yapay koagulantlarla. benim içmediğim gece olmadı ki uyku sorunum olsun, malum içki bayıltır.
çünkü hava aydınlıkken esnemek pek hoşuma gitmor. bugün iki sene aradan sonra ilk defa onyedi kadar saat aralıksız çalıştım. terledim. hatta şimdi malum mevsim yaz olduğundan ve evimde klima yer işgal etmediğinden -masum ve mütevazı bir vantilatörüm oldu geçenlerde bu arada- yine ve hâlâ terliyorum. hemen sol elimin altında bir ter bezi. terimi kağıt mendillere silip de maaşımı buraya mı yatıraydım, ormanlara yazık, çünkü o kadar çok terliyorum. sahi balat'da yürümüş müydük ellerimizin üzerinde. terlemek aşk acısını unutturmağa yardım ediyordu filmin birinde, çok sevdiğim filmin birinde, adam da sırf bu yüzden habire koşuğordu. ben de bugün çok çalışmağı tercih ettim tercihan. zira benim kafam post gibiydi, sadece post ama, yerlere serilip üstüne basılası bir post. hem terlerim dedim hem de hesap kitap içinde yüzerim. iş görüşmesine girdiğim işçilere hep şu dört işlem testini yapıyorum, yüziki eksi ondokuz, ondokuz çarpı otuzyedi, yüzbeş bölü üç, altmış dokuz artı seksenüç. ve hemen hemen hepsi başarısız oluyor. matematik önemli şey, beyninizi yer ama beyninizi ebru'nun ve son sürprizi yapan babasının beyni gibi habis bir urun yemesinden yeğdir.
uzun zaman aradan sonra bugün eve geldiğimde rüzgârın her şeyi yerle bir yerle yeksan etdiğine şahit oldum, etmiş olduğuna daha doğrusu. bense yıllardır bir portmantoya asılı, sahibine verilmekten ümit kesilmiş kolye gibi hissediyordum. uzun zaman aradan sonra, sabah gece vardiyasından çıktığını gördüğüm işçilerin aynılarının o gün gece vardiyasına da geldiklerini gördüm. daha önce bunu çok yapmıştım ama iki senedir pek yapmığordum. bir de gecenin nesini sevmiyorum biliyor musun, geceleri müzik dinlediğinde sesi açamadığından kalp atışlarını baskılamasına şahit olamıyorsun, kulaklık sevmiyorum lütfen bu bir argüman olmasın.
lütfen sabah biri beni uyandırsın.