ama arkadaşlar iyidir



15.09.2010

ne mi yapıyorum. ne mi yapıyorum. ne mi yapıyorum. ne mi?

sabah oluyor. işe geç asla kalmıyorum.

9.09.2010

kalem takacak kadar olmalı kadının saçları, öyle olmalı
insanlar filmlerde içip içip ertesinde kendilerini bi yerlerde buluyolar . bu gece buna muktedir bir ben hissediyorum içimde. bilemedin yarın gece.
bugün bayram idi. kutlu oldu mu farkında değildim. son yirmi yıldır, evet ıskalamıyorum tam yirmi yıldır ilk defa bayram namazına gitmedim, gidemedim, çünkü işe geç kalacaktım gitseydim. bugün ben ve işçi dostlarım çalıştık, yarın da çalışacağız. mühim değil, herkes çalışabilir diye düşünebilirim pekala, bunda sorun yok. sorun şurda ki, bari bayramlara yabancılaşmasaydım, bunu dilerdim pekala tanrıdan. tanrıdan dilemişken bu kadar dilek. yani uzak kalmak yabancılaşmayı beraberinde getirebiliyor pekala. zaten bu kadar şeye sırtımı dönmüşken bari bayram da bunların içerine dahlolmayaydı, oldu bi kere, gerisi gelir artık, tatil gözlükleriyle uzaktan bakarım bayramlara. zaten bu bayram babaannesiz ilk bayram olacaktığından bir garip olacaktı, bu hususta kıskandım kardeşimi, kuzenlerimi filan, onlar bayramda orda olduklarından bu garabeti iliklerine kadar tattılar mesela, ben yaşayamadım bu aşkın ızdırabını.

şimdi yaz gitti ya, sivrisinekler ev içlerine daha bi hücumbot oldular. odaların belli köşeleri var ilgi duydukları. doğanın dengesini bozmadan üstesinden gelmek istiyorum bu durumun, bi düşündüğüm var elbet. aşığım seviyorum.

bugünün demininde bi sevdiğim aradı, ve bana bir pasaj okudu. hayat böyle bi şey.

8.09.2010

bayramda açığız

yıllar önce yine burda sorduğum sigara içmeyen kamyon şoförü var mıdır sorumu değiştiriyorum, sigara içmeyen orospu var mıdır?

6.09.2010

"
- yazarım sana.

- yazma. o zaman, o zaman bekliyor insan. e buraya az insan geliyor, çok insan gidiyor. kalan da bekliyor ama.. bazen çok uzun bekliyor... yani hani mesela zannediyorsun ki bir yoldan birisi gelecek. boş, uzun bir yol. devamlı ona bakıyorsun. sonra kimse gelmiyor... yazma, boşver.

- ben seni hiç unutmıycam...

"
istanbul terk

rüyamda sabiha gökçen'den istanbul'a iniyordum bilmemkaçıncı kez hayatımda. eski bir arkadaşımı, epeski, gördüm. evlenmişti, yüzünde simsivilceler peydah olmuştu. güzel kızdı eskiden, hâlâsında da öyleydi rüyamda. bense bir gariptim. vapurda karşılaştığım beş yıl aradan sonralık arkadaşım, bana sımsıkı sarılıp özlemlerimizi bir kenara attıktan sonra beş yıl öncesinin kendi gençliğine gidip geldi ve "yaşlanmışsın lan," dedi, "yaşlanmışım di mi" dedim tam onu diyeceğini anlayıp o sözünü bitirmeden önce, "ama daha bi karizma olmuşsun" dedi. gülüştük vapurun karanlıklarına -artık sigara içilmeyen- doğru. yanında yine bir arkadaşım arkadaşım vardı. indik ben vapurdan. sonra o rüyamdaki meşhur arkadaşımı gördüm işte rüyamda. rüyam rüya oldu. nasıl olur ki dedim. annem ölüyordu. mezarını ben kazıyordum bir taraftan. hayır sığmaz buraya sığ oldu diye kendimi yiyordum. bir taraftan da annemi nasıl gömerim anasnı skym diyordum. annem çünkü canlıydı daha. canlı canlı ölü ölüymüş gibi toprağa gömmemiz gerekiyordu rüya icabı. o gece kadıköy otel'de kalıyorduk sevdiğimle birlikte. sevdiğim kimdi hatırlamıyordum, rüyamda gördüğüm arkadaşım değildi ama seviyordum sanki yine de onu da. annemi de seviyordum sevmesine. ama o gece bana tripcan deyince o sevdiğim dediğim, benim rüyalarıma bintürlü bir şeyler ziyaret etti, tavaf ettiler rüyalarımı, rüyamda mı seviyordum yoksa gerçekte miydi hatırlamıyorum. telefonum vardı bir taraftan aklımın kıyısında, idl beni aramıştır mıdır annem aramıştır mıdır babam merak mı etmiştir ya da ne kadar etmiştir filan soruları bilahare ama avea kaç mesaj atmıştır mesala filan, bunlardan uzaksamak istiyordum. yağmur da yağmakla birlikte bir sabah rüyamda arkadaşım, adı nilüfer, çok yıpranmıştı. ikimize birden acıyordum ben, şöyle bir şarkı geçmekle beraber, in another life when we are both cats, o an işte bu şarkı çok anlamlı geliyordu. derken birlikte karaköy'den eminönü'ne bağladıkları köprünün üstüne çıktık, hatta yalan olmasın beşiktaş'tan oraya kadar yürüdük, ayaklarım sızlıyordu uyandığımda. tam köprünün üstüne geldiğimizde körpe kollarından çekip onu durdurdum, bu sırada bi taraftan annemin mezarını kazıyordum, çektim, denize baktık, ayşe'yle de bakmıştık, ayaklarımı kaldırdı bi kuvvet, gastelere çıkmayacağımdan emin olsam atlayacaktım o zaman, sonra bi sözlük yazarı geldi aklıma akıllarıma zarar, intihar boylayan. sonra annem o mezara sığmayacaktı, kiloluydu biraz neredeyse tüm annelerim gibi, oysa ben kilosuz annelere gıptaydım, sırf annem kendini güzel hissetsin, babamın altında ezilmesin diye. boğazın kokusunu duyunca birazdan hakikaten ağlayacaktım, yanımdaki arkadaşım birden değişip adını da beraberinde değiştirecekti. merve filan mı olacaktı doksan neslinin yüzde doksanı gibi. kadıköy'ün kokusu beşiktaş'ın kokusu eminönü'nün kokusu hepsi başka başkaydı ve ezberimdeydi. sonra biz otel ararken arkadaşımla, burası gönlümüzce sevişmek için uygun dedik içimizden ve karar kıldık. tam sevişirken gözümün önünde tek resimli bir resm-i geçit yaşandı, oydu işte, kısık sesiyle bana bak diyordu, baktıkça adı değişiyordu. rüyaydı bütün çektiğimiz, rüya kahrım rüya zindan. sevişmenin ortasında kalkıp aşağı tekel adaptasyon şubesine iniyordum rüyanın da ortasına yakın bir yerde. beş tane bira alıp geliyordum dört tanesini indireceğimden emin. rüyamda bari eksik olsaydı ya, olmuyordu işte mına çaktığım. sonra, dedim ki ona, yüzünde başka bir isim, bana niye hiç güzel bir şey söylemiyorsun, söylemiyor muyum dedi, söylemiyorsun dedim, söylediğimi sanıyordum dedi, karşılıklı sanıştık bir süre. sonra saçlarını çektim, hoyrat bir insan oldum çıktım yine, dudağını kanattım, kendimden geçtim, kendimden geçtik. hamile olabileceğini söyledi, nasıl yani dedim, daha bir ay bile olmadı biz sevişmeye başlayalı, bu kadar çabuk olamaz dedim. benden öncesinde nasıldın dedim, orası biraz karışık dedi, hımm dedim. bozuldum elbette her seven herkes gibi. skerim bu aşkın ızdırabını yerini yurdunu dedim. bu sırada rüya devam ediyordu, eminönü'nden bir kutu dia film almıştım tam, rüya bitti mi, bitmedi, annemin mezarını kazma sürecim bitmişti ve en yakını olarak onu oraya benim indirmem gerekiyordu canlı canlı, indirdim tabutun içinde.

ağladım. oysa bunların farkında değildi. bana küs müsün diyordu son gördüğümde.






1.09.2010

bana güvenebilirsiniz. bazen. size bir şey söyleyeyim mi, size bilip bilmediğinizi bilmediğim bir şey söyleyeyim mi, ben çok su içerim günlerin boynunca, barajlar dolusu sular içerim. size bir şey desem, seviyoruz, çok seviyoruz, öyle ki iftar vakti anonslarına senkronize ve nazaran tüm camilerin hoparlörlerini sabote edip, zeki müren'den kahır mektubunda geçtiği şekliyle hep sana hep seni hep bizi gibi bir anons yaptırıp cehennetlerin diplerinde inci arayacak kadar çok sevebiliyoruz. vücudumuzun kınından sıyrılıp kendimizi kılıç misali yollara meyhanelere sokaklara dökecek kadar çok seviptirebiliyoruz. seviyoruz nitekim, olur böyle şeyler. sözgelimi, ki bunun bize gelişi böyle, ancak aynı acısıyla satabiliriz size, kâr koymadan, işte o gelişiyle, kendimizi önümüze gelene öptürecek kadar seviyoruz. bazen yapıyoruz bunu, siz de dahil bunu yapıyorsunuzlara. hep zaten aynı kişiler de değil miyiz. siz voltaj düşmesini bilir miydiniz, hani ışıklar göz kırpar topluca, buzdolabı titrer ve kendine gelir, internet bağlantı ışıkları kırmızıya çalar döner, winamp tırrrr yapar. saçlarına tokayım, bize bir şey olmasın. misal, sigarayı bazen öyle böyle değil sevişim, uykuyu desen öyle, erkek kalkmayı sabahları erken anlat anlat bitiremem sevişimi, ne zaman bir kadeh alsam elime o da ayrı bir dünya bütünleşmesi. bugün bir arkadaş en tatlı günah zinadır dedi, yemin ederim tereddüt ettim, alkol mü değil mi acaa diye, nitekim epey bi başabaş yarıştı, sonra zinada karar kıldım, ama en tatlı günahlar ikisi bir arada olanlardır, üçü bir arada olanlar çok tatlı oluyor, ben o kadar şekerli içemiyorum.

hani şu martı'nın meşhur yazarı, hani şu meşhur martı'nın yazarı richard bach uzak diye bir yer yoktur yazmış bir kitabına başlık niyetine. bu kitabı tüm sesimle okuyup sana kasede çektim. biliyorum çok kötü okuyorum ama dilimden gelen bu kadar, süzgünüm leyla. duruyorum işte, ve bu işte bir iş var diyorum. ilk defa durgunluğumu seven biri çıktı geçen haftalarda, şaşırdım bu işe. şimdi durmak meselasını bira açsak, dünya dönüyor hani malum, ben de dünyayla birlikte döndüğüm için, dünyaya göre momentimi alırsak sıfır çıkıyorum, yani duruyor görünüyorum, ama dünyayla birlikte hareket ettiğimi düşünürsek aslında durmamış oluyorum, senin nerden baktığına bağlı yani aslında durum, durum derken duruştan bahsediyorum.

hem, gerinmeyi kim sevmez.