ama arkadaşlar iyidir



30.01.2013

okuduğum öykülerden birinde kahraman, o zamana kadar izlediği filmlerin içinde, yağmur yağarken araba kullanan adamın silecekler çalışırken arkalarında ağlayan görüntüsünden oluşan sahnelerden mürekkep bir film çekiyordu.
meridyen vs. freudyen

okuduğum romanlardan birindeki hayal meyal hatırladığım kahraman, kız kardeşinin çocuğunun doğduğu gün intihar ediyordu. düğün ve cenaze kavramına doğrudan yaşam (düğün her zaman yaşam mıdır?) ve ölüm (cenaze her zaman ölümdür) açısından yaklaşan ve bu anlamda farklı bir kitaptı. ayrıca, anlatımının eksenine kız kardeş, abi, ve evlat/yeğen üçgenini alması freudyen bir yön de taşıyordu, -ki normalde bu alana pek meraklı değilimdir-. sonundan hatırladığım bir cümle, nasılsa artık ailem yalnız değil, gibi bir cümleydi ama intihar notu yoktu.

olan çocuğun önceden kararlaştırılmış adına oluyordu.
ikilem dem oll

hiç sizi en olmadık yerlerinizden gömdük mü
olur olmadık yerlerinden öptük mü denizi
ağaçlara çıkıp şarkılar mı icra ettik
kişiliğimi sevdiğim kıza icraya mı verdim
icraat icraat diye kıvranan bir belediye başkanı mı olduk ilçemizin
satırlarımızın son kelimeleri bir alt satıra mı intihar etti kendini kendini kendini
içimizdeki köyün çeşmesinden su mu içtiniz avuçlarınızla
içimizdeki kırsalın kuru otları içinizi mi bürüdü
bisiklet mi geçti üstümüzden
düşüncelerle ters düşünce neler oldu hayatınıza
otobanda yatan ayakkabı teklerini mi koleksiyon ettiniz
yılda bir sileceklerini mi çalıştırdınız beyninizin
mercek altında kendinizi rasata mı tuttunuz
lamını lamelini mi dediniz dünya denen mercimekin
üstüne kül mü kokladınız ilk sevdiklerinizin, kul mu yoksa lan, hele bi söyleyin
biter mi biter mi biter mi bu arabadaki benzin
terk edilince yoksa hindistan'da ganj'a girmiş mi hissettim

hiç gizi olmadık yerlerinden açtık mı
memelerini mi sarkıttık sanki denizin
deniz bakılmayla sevilmeyle hiç eksildi mi yıprandı mı aşındı mı
dünya bizi tahriş mi etti dönerken sürtündüğü koynumuzdan
sarılsa daha mı iyiydi sanki dünya size
doz dozimetre doz dozimetre
göğün yüzü eskir mi görüle görüle
mentollü bir hava alırız mı sandınız aşık hissedince
hidrojen koklar gibi, pinpon topu değil o çatlayan, dünya
hey maestro, arkadaşlara benden biner cin daha
dişlerinizi fırçalamanın gerektiği hissiyatı gibi mi vuku buldu aşık olmak içinizde
bakın bir satır bir satır daha yerde
tanrım bu dünya döner bıçakları nerde

hiç tiz-i reftâr olanın pâyine dâmen dolaşır

hiç gözleri yok artık yok artık
tüm bunları ne çabuk atlattık
pillerin iki kutbuna aynı anda dil değdirdik
one pill makes you murder
kutuplarından basık basık suratı he pasık he pasık

susadın çeşmeye inmez olaydın biliyorum
boşver, dart bende oklar sende
kimseyi zarar vermiyor kimseye silmiyorum.



29.01.2013

güzel bir birliktelik

işyerinde bi zaman aynı laboratuarda çalıştığımız bi abim var. kendi halinde, sakin bi adam. ferdi özbeğen şarkıları gibi bi adam. bir kez balığa gittik, bir kez şile'ye gittik, beş kez içmeye gittik, o kadar. 2009 yazıydı. bu işyerinde ilk günlerimdi. çalıştığım laboratuarın şefiydi. akşamüzeri saat beş buçuk gibi eğer günün işleri hafiflemişse, bilgisayarının başına geçer ve müzik açardı. ferdi özbeğen'i bana o tanıttı. ben o zamana kadar sadece bu şarkısını bilir ve severdim. o zamandan sonra ferdi özbeğen gibi şarkı söylemek tanımı ortaya çıktı benim için. ferdi özbeğen'e karşı acaip bir hassasiyet oluştu içimde. o abide de vardı aynısı, belki de ondan bana geçti. fuar gazinosunda canlı canlı izlemeye gittiğini anlattı kaç defa. bense o günlere yetişemediğime kaygılandım. yok yok yalan deme. unutturamaz seni hiçbir şey. bir gün darılıp bir gün barışma. yarım kalan aşk. blogun eski yazılarında da paylaşmıştım bir iki kez. naif olduğu kadar iddiasız olduğu kadar hırssız olduğu kadar kıymetli. onun piyanosunda onu diğer taverna şarkıcılarından onu çok uzağa taşıyan bir ton var, hilal çalıkoğlu'nu bilirsiniz di mi, piyanoları onunla aynı kapıya çıkar. belki bestekar değildir ama iyi bir yorumcudur.



bir de kendine özgü yorum farkıyla aynı tanıma uyan ömür göksel vardır benim için. bahaneyle onu da analım. yaşadım mı öldüm mü. sevemem artık. hasret tel oldu sazıma.

27.01.2013

otoyol kenarında, refüje yakın park etmiş ayakkabı teklerine selamün aleyküm.

25.01.2013

"sonra yeni bir evin olacak. orda bi sürü yeni arkadaşlarınla tanışacaksın. unutma, arkadaşlarınla hatıraların senin her şeyin. onlara asla sırtını çevirme tamam mı."

20.01.2013

yoğun bıkım

bugün size biraz da özel hayatımdan bahsetmek istiyorum. bugün özel hayatımı bu yazdığım yazıya meze yapmak çerez etmek mına koymak istiyorum.

ömer bugün evindeki yatağında uyuyamayacak. dileriz ki ömer bugün ve birkaç gün evindeki yatağında uyumasın ama sonraki günler evine dönsün. ömer evine döner.

bugün canın çok sıkkın, her şey sana zor geliyor olabilir. şeklinde şarkılar yapmış olabilirleri leri. kimileri sıkılmışlığını o kadar güzel ifade eder o kadar güzel anlatır o kadar mına kor ki bizler kendilerimizi hep onların içlerinde bulmakta çok sevinçler çekeriz. sıkıntılarımız hafifler. ama bazı sıkıntılar var ki bira üstüne bira içmek bile hafifletmiyor.

bugün yıprındığımı hissettim ve hâlâ edebi kaygılar gütmekte çekince görmüyorum. ama haz ama akıl derseniz, mümkündür elbet, bugün değil te.

ben bana inanmanızı tavsiye etmem ama bugün kafam merkez bankası gibi. bugün kafam dowjones. bugün kafamı sikeyim.

sen tam da işinle ilgili tüm motivasyonlarını kaybetmişken bir piyango vurmuşcasına yeni bir proje sözkonusu olsun; beş yabancı teknisyen, iki mühendis, altmışdört işçi ile bu işi iki ayda bitirme şartıyla sana versinler. sen ve ekibin üç haftadır gece gündüz cumartesi pazar demeden dört elle sarılın. yorulduklarını hissetmiş olmana rağmen hem aldıkları fazla mesai ücretiyle motive oluşlarını seyret hem de arada bir çikolata baklava bir şeyler ısmarla, çaylarını kahvelerini esirgeme, küçük sigara kaçamaklarına, nişanlılarıyla küçük smsleşmelerine göz yum. onuncu gününde en iyi adamlarından birinin parmağı kopsun. yirminci günde en iyi adamın, evet en iyi adamın merdivenden düşsün, düşerken önce kafasını sonra kaburgasını düştüğü çukurun yan duvarına çarpsın ve kırılan kemiklerinden biri aort damarını kessin.

ömer rica ediyorum evine dön ömer dön. ömer buna göz yumma.
anannem dedemin yanıboyu ve ardısıra bunu çok söyledi. dedemin seyisinde bile olmadı. yürüdü gitti.

18.01.2013

annemin oğlunun yaşı itibarıyle saçlarının beyazlama belirtileri göstermesi gibi gayet doğal bir olgunun annem üzerinde bıraktığı etki nedir: annemin oğlunun saçları beyazlıyor ve bu annem için hayatında sadece bir defa yaşayacağı bir tecrübe. annemin oğlunun saçlarının beyazlaması annemde nasıl duygular uyandırıyor acaba, annem için çok ilginç bir durum olmalı. şahsen ben anne olsam ve oğlumun saçları beyazlamaya başlasa kendimi çok tütün hissederdim.

15.01.2013


bu da yarın ölecek olan değerli arkadaşımız ergin günçe için gelsin. 

yokuş kasaba

ben burda onu aradım kimdi nerde tanışmıştık
herşeyi gömdüğümüz o ılık güneş
ilkin mintanımı yırttım bir çalılıkta
sonra dalgın kalabalıkta dolaştım

orda silah atılır tutulan aya
çingeneler geçer, dağ köyleri
çökelek indirir, yapağı kavurma
ve dişli kar, o uzun ova yazlarına

şimdi vapurdan insem kimse tanımaz
yollar daralmış okul da küçülmüştür
yoktur bizim eşek otlakta, arkama dönsem

biber dizmişler mi tarhana sermiş kimler var
sokaklarda akan rakılı duman
akşam olsa ararlar mı
koşup bahçelere saklansam

burda bütün gün bakındım şubattı
parklarda simit yediğim o yalnızlığa
eski gözlerden biri, eski seslerden

bari şurda tavşan kanı çay olsa

13.01.2013

pardon

üstüme üstüme gelen sigara dumanlarından hoşlanmam. çatıda gezen kedilerin yeri ayrıdır o ayrı mesele. can sıkıntılarıyla aramızdan su sızmazdı zaman zaman, güzel günlerimiz oldu. kömürlüğe giren birinin illa ki bir yeri siyahlanır, ve gökkuşağı buna yazıklanır.

geçen gece rüyamda kimsesiz bir akreple konuştuk. neler anlattı neler. anlatamam, sır.

biriyle yolda yanlışlıkla çarpıştığınızda, omuzlarınız birbirine çattığında, yanlışlığın ve çarpışmanın kaynağı dalgınlığın büyük çoğunluğu onda olsa bile "pardon" dersiniz ya nezaketen, kendini kötü hissetmesin diye. ben her gece dünyaya "pardon" diyorum bu yüzden, nezaketimden.
"ben tavan arasındayım sevgilim!"  
çiftlik bir akvaryuma sokarım. dünya oradan ibaret zanneder. dünya orası olduğu, orda yediği içtiği güldüğü için orda mutlu olur mutlu kalır. o çiftlikte seyreyler, gezer tozar iner çıkar düşer kalkar. dünya orasıdır, her şey orasıdır, her yer orasıdır.

hep dedim halbuki babama, beni yaparken şu akvaryumumun silikonunu iyisinden al, diye. dinlemedi beni, ucuza kaçtı yine.

ucuz bi adam oldum çıktım ben de. su sızdırıyor akvaryumum.

11.01.2013

onunla konuştukça hatıra çıkıyorduk.
floresan mısınız?

öyle bir hatam daha olmuştu. ev resmi çiziyordum. ne hikmetse ya da bende nasıl göz varsa, floresanı da çizmeyi ihmal etmemişim, dışardan görünümüyle bir ev çiziyorum ve resme baktığınızda pencereleri, çatıyı, bacayı, ve floresanı görüyorsunuz. resim öğretmenimden kafama ikinci anahtarı yememe tekabül eder. sonra zaten resmi bırakıp karşılığında flüt dersi vererek resim yaptırır olmuştum, dereceye oynuyordum, mecburdum.

içgörüye bağlardım bağlamasına ama kendimi kandıramam şu an.


şu florasanlar*
kimse niye yüzüne bakmıyor bu florasanların
yanmazsa fark ediliyorlar
florasan mısınız?
içinize sinek kaçmış
sinek ve kelebek ölülerle dolmuş içiniz [kelebekler, güveler ve başkaları**]
sinekler kötüleri, kelebekler iyileri hatta kızları temsil, bilmem açıklamama gerek var
allah’ın gücüne gittiği oluyor mudur veya komiğine filan
[tanrım güler misin ağlar mısın]
sineğe pis bir anlam yükledim
kazık atan dost dedim mesela
dost kazığı
allah’ım kağıt bekliyorum
cevap da
sizden de cevap bekliyorum; florasan mısınız?
hasansanız da olur***
sadettin çaylar nerde kaldı?
sadettin’im, susarım
iyi idare ederim
florasansanız
idare lambasıyım
fitilimi yakınız

*  florasan: floresan tdk’ya göre
** arkın temel bilimler serisi: 14, arkın kitabevi, yazan s. a. mannings, çev. ayten oray
*** enis akın sormuştu, “hasan mısınız?”
soruyu soruyla cevapladım, “florasan mısınız?

bir sana bir bana

bir kg. mandalina alıyorsun pazardan. hepsi aynı yarım saat içinde aynı ağaçtan toplanmış ve istiflenmiş olmasına ve poşetin içinde farklı köşelerde birbirine temas etmeden durmasına rağmen bir tanesi üç beş gün içinde çürürken diğeri on gün sağlam kalabiliyor.

ortaokulda, okul çıkışı cuma akşamı istiklal marşı terennümünü resmeden bir çizimimde her öğrenciyi aynı boyda çizdiğim için kafama resim öğretmenim olan pezevengin anahtarını yemiştim.

beş parmağın beşi bir mi?

6.01.2013

son birkaç günlerim ziyan geçti zarar durdu doğaya. havalar malumunuz. bahçada yeşil çınar filan dedim. yazı yazayım dedim, kabahat, yazmayım dedim kabahat, ben her zamanki gibi kendi bildiğimi okumaya karar verdim, okumayla aram fena değildi. ferdi tayfur'un başarıyla icra ettiği bir şarkısını sordu bulmacalar, "çok sevdim suç sayıldı, hiç sevmedim kabahat" cevabını verdim, ve doğru kazandım. bu hafta gecem gündüzüme karışmadı ama gecelerim işime karıştı. soğuk havalarda çalıştırmam üzere emrime dördü vasıflı ve postabaşı mertebesini haiz olmak üzereoniki adet işçi, dört adet forklift -operatörü dahil-, iki adet kamyon -şoförü üzerinde- verildi ve hep beraber günde yaklaşık iki vardiya, hafta tatili kullanmadan şantiyede çalıştırdık birbirimiz. çay kahve molası verdiğimiz de oldu vermediğimiz de. bünyem askerlikten bu yana bu kadar soğuk yiyip soğuk içmemişti, iyi geldi.

bu haftasonu bir ilk diyebileceğim bir ilk gerçekleşti. sanırımdır yaklaşık yirmiyedi yirmisekiz yıl aradan sonra annem babam ve ben aynı yatakta uyuduk. ve edip cansever'i fazlasıyla özlediğimi fark ettim.

şimdi, lütfen, " -bana bir cin daha. "

4.01.2013

" - Bana bir cin daha "

3.01.2013

" - Bana bir cin daha "

2.01.2013

" - Bana bir cin daha "

1.01.2013

iyi seneler devam ediyor

sabah sanki işe gidecekmişim gibi köründe uyandım. bu sabahların bi körü vardı, benle bir zoru vardı. rüyamda anita lane'i görmüştüm. the world is a girl dinledim. bu aralar epey şarkıya ihtiyacım vardı. kahvaltı niyetine eskimiş ekmekle bir şeyler atıştırdım. bilgisayarımı açtım. tanıdıklarım arasında yıla ilk sabahçı olarak adlandırılmak istemedim, sesimi çıkarmadım. üç poşet eşya vardı gelen, onları toplamaya gönlüm elvermemişti, yine elvermedi, dokunamadım, koku almaktan çekindim, korktum, akşama bıraktım. şehre indim, dolandım, iki tane kitap aldım. bir kadeh bir şey söyledim kendime çaydan sonra. epey ayazdı. tam güneş batmak üzereydi, epeydir vapura böyle sancılı yaklaşmamıştım. bir şey beni kaldığım odaya hızla çekti ve döndüm, ve viskiyi açtım. viskinin ardından nelerin geleceğini bildiğimden soğusun diye dolaba bıraktım. anita lane'e geri döndüm. yarının pazartesi mi çarşamba mı olacağını sorguladım. sene ikibinonüç olmuştu ve ben hâlâ sevdiğim kızları şarkılarla kandırmaya çalışıyordum, kendimi bir kez daha kınadım. akşam eve geldim, müthiş bir soğukkanlılıkla viskinin birinci bardağını bitirmeden kaldığım sikko odayı toparladım. içtiğim sigarayı markette bulamadığımdan mentollü sigara almıştım, onu kokladım. bu sigaraların bir grubuna zam geleceği anlamına mı geliyordu, anlamadım, fazla da kurcalamadım. döndüm döndüm döndüm.

ben aslında yok mu idim.