ama arkadaşlar iyidir



22.09.2018

"Benim şu yollardan üzgün geçtiğim senin yüzünden" diye bir şarkı var malumunuz mu? Herhangi bir imla işareti bu şarkının söylenişiyle yazılışını eşlenik kılamıyor. Her gün bir başka şarkı takılıyor aklıma, bugün de bu. Dün neydi dersiniz; Seher vakti çaldım nazlı yarin kapısını.
Bazı şarkıları kendin doğrudan ve bizzat dinlemek değil de, gittiğin bir yerde çalıyorken karşılaş ya da sen bir yerden geçerken o esnada orada o çalıyor olsun, şeklinde dinlemek ya da tesadüf etmek çok daha kıymetli kılıyor olabilir, ya da bana öyle geliyordur, yok yok kesin öyledir.

Teknoloji hayatımıza o kadar hükmetti ki malumumuz, seyreyle güzel formatında gidiyor tüm formumuz. Hayat bir forumsa eğer, hem eski Yunan'daki anlamıyla hem de günümüz anlamıyla fark etmez; teknoloji artık bize tesadüfleri sık sık ve çok mümkün kıldı. Elbette yapay tesadüflerinden bahsediyorum, teknolojinin bizi dinleyerek izleyerek belki de bazen hissederek önümüze çıkardığı tesadüflerden bahsediyorum. Bazen adı cache oluyor bazen trojan bazen benim adını bilmediğim başka gizler bizim sakladığımızı zannettiğimiz. Korkarım yakında müstakbel çocuğumuzu da çıkaracak bir okul bahçesinde karşımıza. Merhaba baba diyecek bana baba. Sonra o da sorar belki benim sorduğum gibi, bana niye balkon almadın?

Too much movie will kill me. Film izlemek beni sarhoş ediyor, mideme kramplar tutturuyor, zihnime küşayiş verse de burnumdan getiriyor. Benim izlemeyi seçtiğim filmler yapıyor elbette bunu sadece, korka korka sinemaya gidiyor sonra da pişmanlık duyuyorum, bunu günde iki kere yaptıysam işbu nedamet katmerleniyor, içimde gözlerinden yaş süzülen bir küheylan peydahlanıyor. Sonra diyorum, kalk gidelim küheylan, Neslihan'a varalım gayrı. Varamadık.

Bir gün ülkemizde viski kolay ulaşılabilir ya da satın alınabilir (affordable?) bir içki olursa en büyük hayalim Glenfiddich'i şişesinden içmek.

Ama müzik öyle mi, müzik öyle değil elbette. Müzik de zihne birtakım şeyler veriyor ve hatta sarhoş ettiğini de iddia edebilirim ama sinema gibi bulantılı bir zerk ediş yok onda. Bugün hayatımda ikinci kez bir filmde "müziği kesin" cümlesini duydum. Bu mühim.

"Gecenin son otobüsü çoktan gitti
Durdum ardından baktım"

19.09.2018

Merhaba.

Sanırım 'merhaba' yani. Bu da anlam içerdiğinden değil de, otomatiğe bağlandığından oldu gibi. Anladı bir gün bitermiş her şey, ve bitti. Selviler kel kalır mı? Bence kalmaz, ama şarkıda öyle bir şey diyor, güzel şarkı bu arada, ama benzetmenin iyi bir şey olmadığından zaten bir önceki yazıda bahsettiğimizden bu yazıda tekrara düşmek istemiyorum, ve şarkı sözlerinin öneminden/önemsizliğinden ya da bu ikisinin arasından. Böyle olunca ne diyeceğini unutuyor insan. Yaştan sanırım. Yaşa çok takmış durumdayım. Sanırım bu, bu yaştan geçen geçmiş olan herkesin bu yaştan geötiği esnada başına gelmiş bir durumdur, olsa gerek, diye düşünüp kendimi eyliyorum. Kendimi çok özlüyorum. Valla afili bir söz etmiş olmak için söylemedim, neyi özlüyorsun deseler, dedeni nineni çocukluğunu ölmüş kardeşini anneni babanı vesaire, kendimi diye cevap vereceğim vermesine ama ciddiye alınmayacak, o yüzden bu soruya cevap vermemeği tercih eyliyorum. İnsanların yaşlarını çok merak ediyorum bu yüzden. Bu, ben küçükken de böyleydi ama büyüdükçe arttı. Misal filmlerde izlediğim karakterlerin o anki yaşlarını ve o rolü oynayan aktörlerin -özellikle aktörlerin- yaşlarını çok merak ediyorum. Üşenmiyor, araştırıyor, o aktörün doğumtarihini buluyor, filmin çekildiği tarihi buluyor ve ikisini birbirinden çıkarıyorum. Filmde ipucu varsa da o karakterin yaşını öğreniyorum. İkisini birbirine bütünlüyorum. Örneğin Varolmanın Dayanılmaz Hafifliği'ni oynarken Daniel Day Lewis kaç yaşındaydı bana sorabilirsiniz, ya da Masumiyet'te Haluk Bilginer, ya da Behzat Ç çekilirken Erdal Beşikçioğlu ya da Bulutların Ötesinde'de John Malkovich ya da Jean Reno ya da 2046'da Tony Leung ya da unutmadıysam buna benzer bir sürü örnek. Sonra kendime soruyorum; yaşın kaç başın kaç?

 Bir ev arkadaşı almak için çok mu geç acaba? Bunu ciddi ciddi düşünmeğe başladım. Şu hayatımın şu yaşında kendimden sonra en çok özlediğim ikinci şey ev arkadaşlığı müessesesidir. Bunu yaşarken öyle hissetmiyor tabii insan, kurtulmak istiyor paylaşma zorunluluğundan ama aslı öyle değil bilesiniz, özlenesi bir şey.

Şimdi benim gitmem lazım ama aklıma şey geldi, Baba filminde ailenin kızının adı Connie'dir. Bu adlandırma Connie Francis'den mi gelir sizce? Bir gün benim de bir kızım olursa adını Connie koymak isterim eğer öyleyse. Sonra da Eylül ayının ikinci haftası onu elinden tutup bizzat okula götürmek.

17.09.2018

merhaba.

geceyi ikiye böldük mü?
manaki mou? manaki mou?
haydi hep beraber söylüyoruz;
keklik idim vurdular,
kanadımı kırdılar,
daha ben ne idim ki?
annemden ayırdılar.

girdap bilir misin,
hani içine düşersin. örümcek ağına benzer gibidir. bir şeyi başka bir şeye benzetmek dünyanın en yanlış şeyi, en büyük hatası olsa da buna düşmeden yapamayız ya hani, ki ben az düşerim. sizlere, yarım bırakmadığım şeylerden, kendimi benzettiğim şeylerden, pencerelerini pervazlarını perdelerini pelerinlere benzettiğim evlerden söz edecek değilim. çünkü benzetmek abarttığım bir şey, ama çok yanlış. girdapı bilirsin, bu saatten sonra anlatmamın lüzumu olmasa gerek, hani uyuşma başlar, bazen ellerinden kollarından başlar ve ayaklarında bacaklarında son demini hissettirir. diyelim ki mr'a gireceksin, uyuşma başlar, bitsin bitsin istersin ama bitmez. yok girdaptan kastım bu değil. mr'ın biteceğini bilirsin ama girdap öyle değildir, habire dönersin içinde, "aşk adamı vurur, döner döner vurur, döndükçe vurulursun, vurdukça dönersin" kuşçu'nun dediği gibi. uyuşma burnundan başlar, uyuşmam burnumdan başlıyor. girdapım ordan başlıyor. 
merhaba doktor, ben doktor.
cumartesi geceleri dışarı çıkmanın beyaz dünyalılarca zorunlu hissedildiğini öğrendiğimde tarihler 8 mart 2011'i gösteriyordu ve italya'nın sassuolo bölgesindeydik. daha doğrusu, ben o dönem vardiyalı çalıştığımdan gündüze döndüğüm o gece bu durumun sadece italyanlar için geçerli olduğunu sanmıştım ama türkiye'ye döndüğümde bunun biz beyaz türkiyeliler için de olduğunu realised. fark etmek olmuyordu buraya da o yüzden ingilizcesini yazdım, hissi kablel vuku da diyebilirdim belki.
2004-2009 arasında eskişehir'de 5 yıl boyunca memur gibi çalıştım. 2009-2014 arasında izmir'de 5 yıl boyunca işçi gibi çalıştım. ve bu yılların her biri ortalama 3 günün 2,88 gününde içki içtiğimi düşünürsek haftasonlarında dışarı çıkma ve içki içme zorunluğu olduğunu algılayamamış olmam doğal mı?
demem o ki ben bazı şeyleri çok geç fark ediyorum. güneş gözlüğünün çok başarılı bir aksesuar olduğunu ve insanların bunu temel olarak bu yüzden kullandığını 37 yaşına geldiğimde fark ettim. daha neleri 30 yaşından sonra fark ettiğimi söylesem inanamaz ve hatta gülersiniz, gülürsünüz.

burda çok uzun zamandır şarkı programı yapmadık farkındayım, her şeyin farkındayım zaten. farkında olmadığım bir şey mi var, geç de olsa fark ediyorum ama bazen hakkaten geç olmuş oluyor. geç olunca da geç olmuş oluyor işte, bu kötü.
bugün sadece parmaklarım kireçlenmiş mi ona bakmak için yazıyorum o yüzden yol yakınken vazgeçilebilir devamından. ki nelerden vazgeçmiyoruz bu hayatta öyle değil mi? HATA DEVAM EDİYOR.

bugün komşularım için üzgünüm, zira müzik dinleyeceğim ve bunu yüksek sesle yapacağım. dinledikçe onlar da benim için üzülür mü? hiç sanmıyorum, zira zevkim geniştir. zevk sahibi bir insan mıyım? haziran-temmuz ikibinondörtten beri dört yıldır bunu sorguluyorum. bence öyleyim, öyle olduğumu düşünüyorum ama yine de neden buna kendimi inandırmakta güçlük çekiyorum. her konuda, sadece müzik değil. insan seçmek de bir zevk sahibi olmayı gerektirir. giyinmek de, müzik dinlemek de. ev dekore etmek de. ben zevk sahibiyim ama icramda sıkıntı var hep.

şimdi gelişigüzel seyredeceğim. belki size bir ilham olur. youtube, geçmişime göre -elbette benim insafıma dayanarak- beni daha önceden sevdiğim nereye yönlendirirse.

songs: ohia şarkısı, tigress. niye tigress bilmiyorum, ya da kelime anlamı nedir bilmiyorum, çok araştırma ihtiyacı hissetmedim. zaten sözlere çok önem vermediğimi, daha doğrusu ikinci planda bıraktığımı ebilir. ederken beni bilen kişilerden bahsediyorum. beni bilen bir kişi olabildi sanıyorum bugüne kadar. sanırım 2005 yılında tanıdığım bu şarkı, hâlâ hayatımda yer sahibidir. geçtiğimiz günlerde "içerken dinlediğim şarkılar" başlıklı açtığım blogdan bir uyarı mesajı geldi beşinci yılını doldurduğuna dair. tabii ki bir heves ben burayı kapatıp orayı açmıştım o dönemde. sonra ne burayı kapatabildim ne oraya yazabildim. fakat her sene sağolsun kutluyor doğumgününü. bu şarkı iyi şarkı. bu grubun ayrı bir hayran kitlesi var malum, ben de o hayran kitlesinin bira seven tarafındanım, bazı şarkılarını bilir ve bağrıma basarım. iyi işler çıkardıklarını biliyor ve takdir ediyorum. keşke onlar gruplarına eleman aradığında ben de o dönemde oralarda yakınlarda olsaydım da beni de deneselerdi diye düşünmüyor değildim ilk sevdiğimde. şimdi, sadece seviyorum. zaten çoğunlukla, bir süre uğraşır, pes eddidevedder ve sadece seviyor konumuna gelirim.


*bir cumartesi gecesi bloga not düştüğüm bu yazıya blogspot redakte ettiğim gün yayımlamışım gibi tarih atmış. blogspot bu hatayı uzun süredir yapıyor. halbuki ben bunu yazalı iki hafta filan olmuştu. ne demişler, tarihi o günün koşulları içinde değerlendirmek gerekir. o yazı da öyle, şarkı sunumu hevesiyle basslanmış sonra ise alkolün ağır basması ve müziğin tatlı gelmesiyle klavyeden kaçılmış bir akşşammış, öyle demişler. başka neler demişler neler de, şimdi yazasım yok. bak bunu da "güncelle" dediğimde muhtemelen bugünün tarihini atacak ve ben yine ifrit.