ama arkadaşlar iyidir



20.06.2019

dün gece iki bira içeyim deyip üç birayla durabilmiştim. nerden estiyse. ama bilerek çok geç başladım içmeğe ki fazla içmeğe takadim olmasın. ama hep oldu maalesef, ona takadim hep oldu. velhasıl, park ve bahçeler müdürlüğü görevimden yeni istifa etmiş edamla, iki bira istedim tekel bayiinden. "saat geç oldu biliyorum ama söz bir dahakine yetişeceğim ve seni zor duruma sokmayacağım" dedim adama. 'seni' demedim, 'sizi' dedim. arkadaşım olmayan insanlara siz demeyi tercih ediyorum. hatta keşke herkes birbirine siz dese. sizli bizli konuşsak birbirimizle. birlikte dışarı çıktığım insanları, muhattab olduğumuz garson, kasiyer, tezgâhtar vb. hizmetkârlara hitap şekilleriyle değerlendiriyorum. hizmetkâr dediysem hizmet sektöründe çalışıyor olması manasında, kelime anlamıyla, gündelik kullanımdaki haliyle değil. eğer misal sizinle dışarı çıkmışsak, ve garsona sen diliyle hitap ediyorsanız, üzgünüm, gözümde değeriniz düştü ve bir daha kolaysa kaldır kaldırabilirsen. bunu yapışım, bana da siz diye hitap edilsin ya da snob ve gardırop bir insanım diye değil, hak yerini bulsun diye. hayatta hep demem odur ki hak yerini bulsun, ama önce hak yerini arasın. yeterince aramadan buldumcuk olursa olmaz. olmaz. "haleluya demeden olmaz. şaşıyorum hâlâ insanı kanatan hakikatler olmasına. ve yalnızlığa."

bugün sabah işe giderken, zorum ne idiyse o saatte işe gidecek, erken kalkmağı sevdiğimden değil ama erken kalkmakta bir hikmet var olduğuna çok içten inanıyorum. hatta hiç uyumasak mı napsak. ama gerçekten erken kalkmağı çok keyifle eda ettiğimden değil. ha, gün beni bu kadar iğdiş etmese, o zaman ben de daha rahat atardım uykunun karnına bir tekme. bugün normalden biraz daha erken kaptırmış işe giderken, -arabayla hız yapmağı maalesef seviyorum- -bana hız yaptıracak müzikler açıp yola koyuluyorum- -duvara karşı'cılık oynuyorum- -hız yaptıkça yol kısalıyor ve ben müzikler yetmedi diye üzülüyorum- -gün geliyor müzikler için yolu uzatıyorum- -gün gelirse müzikler için her şeyi yapabilirim- -sizin için de her şeyi yapabilirdim lakin gelmediniz, biz de izmir'i gelmedik ki, içinde bulunduk- -sizin için yapamadığım bir şeyleri yerine yapacak başka şeyler aradığımdan ben de işte müzikti rakıydı biraydı itti kopuktu süratti felaketti uğraşıyordum- ... kaptırmış işe giderken. ama bir saniye, işe gitmeden öncesine gitmemiz lazım önce;

sabah erkenden de erken kalktım ve işe gidip bir an önce finlandiyalı müşterimize mail atmak zorunda hissediyordum kendimi. çok büyük bir 'claim' yemek üzereydik ve ben durumu çok üstüme alınmıştım halbuki benle hiç de alakası yoktu. geceleri, sadece bir an önce bitsinler diye ve/veya sahil boylarındayken seviyorum. misal, olympos'un orda bir yerdeyiz, çıralı sahilindeyiz misal, öyle böyle sevmemişiz, eğer öyleyse geceye amenna, ama izmir'de gecenin afederseniz koyim. velhasıl, bu sabah yine gecenin bitmesine sevinmiş olarak kalktım ve bir an önce ya bir ormana ya da işe atmak durumunda hissettim kendimi. bu ara yoksulum, gecelerim çok kısa ve huzursuz ve dirlik düzenlik'siz. bu ara ormanlara çok takılmış durumdayım. bu ara ormanlardan aşağı aşar gelirim, nazlı yari kaybettim, ağlar gezerim. ormana gidemediğim için işe gidiyorum. ama çok yakında, hissediyorum ki ormanda bir evim olacak, ormana zarar vermeden tasarlanmış inşa edilmiş bir evim olacak, hatta akşam iş çıkışı bunun için yer de baktım bir müddet ormanlarda dolaşıp. hem deniz hem orman zor tabii.

her neyse, sabah o kadar erken kalktım ki, evde kahvaltı yapmak için henüz midem uyanmamıştı. normalde kahvaltısız çıkmam ve kahvaltıya önem veririm ama bugün öyle olmadı. hadi dedim bir gevrek alayım izmirli diliyle, bir de tahinli çörek, işyerinde yerim mail atarken. durdum fırının önünde. saat o kadar erkendi ki mekanlardan çıkan adamlar henüz ayılmamıştı. bir adamın tam ben arabayı park ettikten sonra yalpalayarak bana doğru yöneldiğini gördüm. ama ben de muhabbetine maruz kalmamak için hızlıca fırına yöneldim ve adam dışarıda beni beklemeğe başladı. ben adamın bekleyişini fark etmiş olmakla gergin, bekleyişinin sebebi hakkında tedirgin, bildiğim uzak doğu sporlarını uygulamak zorunda kalacak mıyım diye düşünürken elimde gevreğim ve tahinli çöreğimle alışverişimi yapıp arabama yöneldim. nitekim beni durdurdu, "günaydın." dedi. elini uzattı. elini sıktım. tam şoför kapısının orada beklemişti ki kaçacak yerim olmasın. "günaydın." dedim. sağ yumruğum etkiliydi, bunu onbir yaşımdan beri biliyordum. dediklerinden hiçbir şey anlamadım. sarhoştu. boynunda bir boyunluk vardı. elindeki hastane çıktısını göstermeğe çalışıyordu. ben somut çıktılara ve varlıklara dikkatli biriyimdir, adamın elindeki kağıttan adını soyadını okudum, doktorun teşhisini okudum, yazdığı ilaçları okudum -bu ara ilaçlara epey yakından muhatabız- ve bana yarım yamalak cümleleriyle kurduğu senaryoyla, yazılanların ve ters takılmış boyunluğun hiç alakası olmadığını hemen fark ettim. bunu anlayınca benim hayatımın en kıymetli saatlerinden olan sabah saatlerimi daha da çalmaması için onu başımdan savmam işten bile değildi, fakat yapmadım. bakışları, benim de onun haline bir iki yıl sonra düşebilecek bir hayat sürüyor olmam beni bunu yapmağa engelledi. hastalığını anlatmağa koyuldu, dinlemek istemediğimi fark etti, benden yirmiüç lira istedi, ben de ona yirmiüç lira verdim. kendinin zeki olduğunu düşünen insanlar bazen böyle rakamları somutlaştırıp küsurat ekleyerek olaya zeka ve inandırıcılık kattıklarını düşünürler, bunu bilen ve kendinin zeki olduğunu düşünerek böyle yapan insanları süzen ve kendinin az daha zeki olduğunu sanan insanlar olduğu gibi bunu böyle düşünerek kendinin daha da zeki olduğunu sanan insanlar, ve hepimiz birimiz, birimiz hepimiz. velhasıl, adını soyadını zihnime kaydettiğim bu adamla benim sinirlerimi kaldırmasına izin vermeden ve bir gün yakın gelecekte onun düştüğü hale giderek yaklaşıyor olmamdan birlikte korkarak vedalaştık. yola koyuldum.

işte bu sabah, uyandığında, sabahın köründe işe giderken, suratıma maskemi takmış, süratimi almış yokuşu tırmanıyordum. yol gayet tenhaydı ve sabah özellikle yolların bu halini daha çok seviyordum. derken, ileride yolun tıkandığını ve araçların dörtlü flaşörlerini yaktığını görüp yavaşlamak zorunda hissettim ve hatta zar zor durabildim. ben küfretmeğe hazırlanmış ve hatta ufak ufak sayıp dökerken bu yol tıkanmasının hadsiz olmadığını anlamam uzun sürmedi, yavaşladım ve o çileye bir çile de ben katmadan durdum, bir de baktım ki ticari binek karışımı bir araç en sol şeritte durmuş, şoför inmiş aracından dumanlar çıkıyor, ve en sağ şeritte bir eşek. topallıyor, göğsünden kanlar damlıyor. hayatımda bu kadar üzücü sahne azdır. eşek muhtemelen bir yerden kaçmış, başıboş, karayoluna dalmış ansızın ve araç da son anda fark edip duramamış ve çarpmış. araç mahvolmuş, aracın mahvolması bir yana eşeğin o hali, içimden çıkmıyor. o kadar çaresiz hissettim ki kendimi. durdum. hiç veteriner arkadaşım olmadığını o an anladım. o eşeğe kendim çarpmış olduğumu düşündüm bir an. kendim çarpmış kadar üzüldüm. çaresizliğime üzüldüm. adama üzüldüm. eşek ayakta bize bakıyordu. yarasından ne kadar haberdardı emin değilim ama bize ve hatta direkt bana bakıyordu. sırtladım onu. yolun kenarına çektim. beni tekmelerse diye korktum. çifte atarsa diye korktum. eşek kâh yanımda, kâh sırtımda, emniyet şeridine doğru ilerledik. aklıma murat kekilli geldi. şarkısı vardı. her şeyin bir şarkısı var, her kesin de öyle. kesin var.

10.06.2019



Okunmazlık Abideleri I

24.05.2019

o eski kıvrıklığımdan eser yok şimdi. dümdüzüm. dümdüzüzzaman.

tepelere çıktım ve şal istedim. her ne kadar çoğunlukla üşümeğe tedbirli olsam da -zira en sevmediğim şeylerden biridir üşümek; bir, açlık; iki, üşümek.- allah etmesin. rakı arasında türk kahvesi içmeğe bayılırım bundan söz etmeği bayağı bulsam da. tepelere çıktım. merhaba ben homeros. 

yeşilliğe ve açık havaya çok ihtiyacım vardı. araba sesi duymadan. bugün sabahtan beri bunu kurmuştum zihnimde. taksi ne kadar yazar acaba diye. sonra makul bir fiyata anlaştık. dönüşte ömer beni alacak. izmir’in dağlarına çıktım bugün, zira dağ görmeğe ve rakı içmeğe çok ihtiyacım vardı. doktor, haftada bir gün ve bir kadeh dedi ama onu dedikten sonra birbirmize baktık. ben, “olmaz!” dedim, o, “olacak!” dedi. gözleri çok yeşildi. mesleğini eda etse yetecek gibiydi günahını almayım. ama almak durumundayım.

bugün sabah yanımda çalışan işçilerden biri geldi ve “abi akciğer temiz çıktı.” dedi. temiz çıktığının nasıl anlaşıldığını sordum. işyeri doktorunun sevk etmesi nedeniyle evine en yakın hastaneye gittiğini söyledi. röntgen, mr, vs. çekip çekmediğini sordum, “çekmedi.” dedi. sadece fabrikada çekilen röntgene bakıp, “bana niye göndermiş ki?” demiş ve çalışabilir diye imzalamış. o doktora, okuduğu okuldan okutan hocaya kadar bildiğim bütün küfürleri sıraladım, hoş olmadı biliyorum ama doktorları neden sevmediğimi bir kez daha anladım umarım. işçiye, ilk fırsatta başka bir hastaneye gitmesini ve durumu anlatmasını söyledim. zira benim yanımda çalışan çeşitli mustafa’lar meslek hastalığından öldü, belki biz yaptık belki başka yer ama tahammülüm yok. o doktoru bulup teşhir etmezsem bana da doktor demesinler.

ezan sesinin bile ulaşmadığı bir yerdeyim. öyle bir yerdeyim. eza yok, ezber yok, ezel yok.


17.05.2019

bir hıdrellez’i de daha geride bıraktığımız bugünlerde ben aslında yoğum. ben, nasıl ederim nasıl yaparım da gül ağacı dibine bir dileğimin yazılı bulunacağı kağıdı bırakırım diye balkonda sigara içerken bir de baktım ki karşı apartmanda bir kadın, apartmanlarının bahçesine indi ve hızlıca koşarak elindeki kağıdı gülün dibine bıraktı ve hoop kaçar gibi geri dönerek apartman boşluğunda kayboldu. o kadar takdir ve tebrik etdim ki bu hareketini, kocası olup onu öpesim geldi. ederlezi.

geçen hafta dünya dar geldi şehirde, baktım gece gündüz karıştı, her şey bulandı, rakı rengi oldu, şarap rengi oldu. bi ara kendimi denize attım, bi arap vardı o kurtarmış. lakabı arap olanları hep sevmişimdir zaten, ama kurtarmasaydı iyiymişti. geçen hafta hangi haftaydı bilmiyorum.

sonra deliliğe vurdum ki arap kendini mahcup hissetmesin.

giriş ezgisi
bu ne dünya kardeşim
kırklar dağı’nın düzi
rabbenâ âtinâ fi'd-dünyâ haseneten (allah'ım bize dünyada iyilik, güzellik)
peyote
Ne Garip Dünya
gülşen-i hüsnüne kimler varıyor
varuna
carlsberg
içimde bir his var
sineme bir biyopsi 
nem sinem mi sinem mi nem sinem mi sinem mi si



23.04.2019

Okunmazlık Abideleri II

merhaba.
bu sene nevruz’un bensiz gelmesine çok içerledim, hele haber bile vermemiş olması yok mu. nevruz’un bensiz gelmesi. bu cümlede sanki bir edebi sanat var, kafiye olsun diye değil. o değil de, hata benim idi. demem o ki ben günlerden baharın geldiğini unutmuşum, son anda farkına vardım. ve kendime kızdım.
bahar benim için istanbul’da başlamışdı, ve oradan isim şehir bitki hayvan oynayarak devam etdi. edip cansever okurken anlam buldu: ve devam etti. erguvan dilini öğrenince devam etti÷ ve son bulmadı. ... aradan zaman geçti, zaman bu, geçer elbet. müthiş bir düzyazı dilim vardı o zamanlar, geçti elbet. çok bira içiyordum.

(esnerken ağzımızı sol elimizin tersiyle kapatalım lütfen, dünyanın en güzel kadını da olsanız bunu yapmalısınız)

gündüz bira içmeyeli çok olmuştu, çünkü gündüz bira içmemeli, zira yoksa akşam olmuyor. son birkaç yıldır ilk birada/kadehte morali çok bozuk oluyorum. ikinci üçüncü dördüncü birada/kadehte çekilir oluyorum, sonrasında yine morali değişik. ama ilk kadeh gerçekten sorunlu ve sorumlu. başım dönüyor, çarpıntı başlıyor, sonrakilerde uzun süre düzeliyor. size şöyle bir şey söylemeliyim, şayet alkolikseniz kronik bir rahatsızlığınız olduğunu ölene dek anlayamayabilirsiniz.
bugün çok uzun zaman aradan sonra gündüz burası birası içmeğe yeltendim, fena da olmadı hani. benim için riskli bir durum gündüz rakısı/birası içmek. yanımda sevdiğim insanlar yoksa yapmamak için elimden geleni yaptığım bir şey gündüz birası/rakısı içmek, zira zor.
parmağımın hali içler acısı, ucube bir görüntüsü var, saklamıyorum, görünce irrite ediyor biliyorum, geçecek diyorlar. hatta bu ara en sevdiğim dilek “allah geçerinden versin” oluyor. irrite etmek dedim de, itchy and scratchy kelimelerini öğrendim bu ara. irrite etmek dedim de, duru yüzlü kadınlara ayrı bir muhabbet besliyorum tüm aralar. muhabbet beslemek de değil benimki de, lafın yeri geldi sadece, yüzüm hiç duru olmadığından belki de, özellikle de makyajsızlarsa.
evvelsi gün memleketteydim, onyedi yaşındaki yeğenimin yüzüne boca ettiği makyaj hususunda onu uyarmalı mıyım, nasıl uyarmalıyım diye kendi kendime düşünürken, altı yaşındaki yeğenimin 23 nisan temalı bateri gösterisini izlemeğe gitmiştim. orda ne de göreyim? yüzyıl öncesinden bir yüz, anne olarak.



18.04.2019

merhaba.
merhaba’nın sahip olduğu bütün önemini at yarışlarında kaybettiği bir dönemden geliyorum. hiç at yarışı izlemedim, oynamadım. kısa bir dönemini kahvehanede batak ve 3-5-8 oynayarak geçirdim hiç istemeye istemeye. kısa dönemlerle ilgilendim çoğunlukla ilgilendiklerimle, ilgilendiklerim de her neler idiyse. bir şeylerin iyisine sahip olmak için normalden biraz daha fazla bir bedel ödemek gerektiğini öğrendiğimde onaltı falan yaşındaydım. İnsan’ın iyisine sahip olmak için normalden biraz daha fazla bir bedel ödemek gerektiğini öğrendiğimde kaç yaşındaydım hatırlamıyorum. bildiğiniz gibi bazı bedelleri markaya ödüyoruz. insan’a da nasıl sahip olunursa, benimki lafın gelişi, yoksa elbette mülkiyete hayır. ama birkaç tane daha radyom olsa fena mı olurdu, belki mezara götürürdüm onları, kefenin cebi yok biliyorum ama toprağın cepten bol bir şeyi yok.

batak ve 3-5-8 dedim de aklıma geldi, king/rıfkı da oynadığım oldu, bu oyunlarda kartları iyi takip etmeniz gerekir malum, hatta klasik iskambilde de öyle. ama ben oyun oynamayı sevmem, içinde bulunduğum bir şeyin oyun haline getirildiğini hissedersem o şeyden soğurum, ama oynamaya devam ederim o ayrı. hem de kuralına göre oynamağa. eğer ortamda rakip yoksa, müsabakasız bir oyunsa, oyunu diğer oyunculara zevksiz gelecek hale getirerek bırakırım. rekabet içeren bir oyunsa rakiplerime yenileceklerini hissettirir fakat tam da yenecekken masadan kalkarım, çünkü ben rekabet sevmem, yenmeyi yenilmeyi sevmem. ama yenmeme ramak kalacak ana kadar sabretmesini, iz sürmesini, strateji geliştirmesini çok iyi bilir ve yaparım. oldu da yenildiysem rövanş ister ve rövanşı almama ramak kala bırakırım. bunu ben demiyorum, şu an hayatımda olan binbeşyüz kişi diyor. hayatıma giren diğer binbeşyüz kişiye sorsak, onlar da derlerdi sanırım aynı şeyi. 


30.03.2019

merhabali,

elimin altındaki evrakta iki tane altalta kutucuk var, birinin önünde “başarılı” yazarken diğerinin önünde “başarısız” yazıyor. birileri birini tıklayacak/tikleyecek, ve bu elbette oy çokluğuyla olacak. halbuki, ben istiyorum ki bireysel kararlar alalım, oy çokluğuna çoğulculuğa bakılmasın, bakılıyor mu ki zaten öyle olması istense bile. bakılmıyor bakılmasına ama zoruma giden bakılıyor gibi yapılmasına. yani ben o sınavdan kalacaksam buna bir kişi karar versin, muhatabım kimse onu bileyim ve o karar versin, ben de düşmanımı ya da “decision maker”ımı bileyim güncel tabirle. o mu bu mu diye şüpheye düşmeyelim. hepsi danışıklı dövüş yapıp da meydan okumasın ya da iyi polis kötü polis oynamasınlar, ak göt kara göt bileyim. allah birse mesela, ki bu ne güzel, tek başına karar verecek demektir, ki benim en çok sevdiğim yönü de o zaten. çok adil buluyorum bunu, çoğulcu demokrasiye inanmıyorum, tahakküm vardır ve bir de hükümdar. siz hiç hükümdarlar meclisi diye bir şey duydunuz mu? ama bizde var di mi.

ışık loş sanırım. mart ayındayız. hava henüz ısınmamış. hava ısınacak, biz doğalgaz faturalarını daha az ödemeğe başlayacağız diye sevineceğiniz, sevinmek üzereyiz. hatta havanın ısınmasına az kala öyle bir rüzgar çıkacak ki buna tek sevinen bitkiler olacak, onlar o esnada birbirilerini kıyasıya seviyor olacaklar, biz üşüyecek ve bu kuvvetli rüzgarın ardından yağması gereken yağmuru bekliyor olacağız. bitkile ro rüzgaru. andan içeru.





14.01.2019

merhaba marianne,

ne çok özledik değil mi sizleri. yeni yılımızı bile kutlamadık birbirimizin sandık bi ara, az kalsın buna inanıyorduk hatta, yani bu dünyada daha önce hiçbir şeyi kutlamamış olduğumuza. bir mesaj, bir gülüş, bir bakış, bir istihza, bir sakız çiğneme hareketi, bir tokalaşma, bir çelme takış. halbuki yağmur günlerdir göz açmıyor -günlerdir dediğim de üç gündür-. öyle deme onca zaman aradan sonra evde geçen üç gün ömürdendir. hem de haftaiçi üç gün. dört gündür evdeyim, kısa boylu boyumca uzandım. upultu gitmiyor, ya da usultu ya da ulultu, ya da umultu ya da unultu. yağğmur de ne iştahlı değil mi? hasan mutluluğu var havada.

turgut uyar’ın en sevdiğim şiiridir hasan mutluluğu. hasan adlı arkadaşlarım ve insanlar da en sevdiğim insanlardır. yaklaşmakta tereddüt dahi etmem ve ölene kadar severim çoğunlukla.

şiiri yazacaktım, vazgeçtim yazmıyorum, herkes bulsun okusun ve kendine yakışanı alsın. şairlerin sözleri biz ve tanıdıklarımız için biz hayatta olduğumuz sürece geçerlidir, biz yaşarken şairler ölse de devam eder. bunu size daha sonra basit bir mühendislik hesabıyla aktaracağım, ama şu an değil. hani senin hayatın senin tanıdığın tüm insanlar ölene kadar devam ediyordu, öyle bir şey vardı, benim yapacağım hendese de ona benzeyecek handiyse.

gök ne kadar acımasız şu iki gecedir. aynı benim gibi, sesini yükseltmesini duysan sanırsın dünyaları başına yıkacak ama gel gör ki aslında merhametinden asla sual olunmaz. benim merhametimin neyi eksik? salı günü hayatımda ilk defa merhametsiz biri olduğuma hükmettim. bugün cuma ve dört gündür hayatımda ilk defa ardıardına evden çıkmaksızın evdeyim, yağmur sağolsun bana eşlik etti.
en sevdiğim yazar c.m. kitaplarını bir taraf almış, diğer kitapları diğer taraf. öyle acıklı geldi ki bana ayrılan çiftin hikayesini dinlerken. toplamdaki hikayemiz şu son cümleden bağımsız, yabancılaşarak hissetmeğe koyulduğum. yol kenarlarında ot topladığım, çam diplerinde mantar bastığım, göl kenarlarında şarap damıttığım, makilerinde zeytin otlattığım.

evde geçirdiğim şu birkaç istirahat günlerinde, biz bizeyim, dört gündür sesim de çıkmıyor, biri arayacak da konuşmak zorunda kalacağım diye öyle korkuyorum ki, sesimin tonu çok inceldi, hiç hoş değil. kaçıranlar için programın tekrarı olacak mı onu çok merak ediyorum. müsterihim.

izmir, tarihinin yoğun yağmurlarını koynuna almış hepsini birden seviyor kaç üç gündür. göğ gürlüyor ve ben çekiniyorum. zira sebepsiz değil gürlemesi, ışıklar yakıyor, müthiş şavkını çakıyor. işte ben o esnada, ışığı görür görmez gardımı almış alıyorum, dünyanın en gürültüsüz insanı olan ben göğün gürültüsüne hazır bulunuyorum. son demim yıldırımdan olmasın diliyorum. çocukluğumdan kalan bir travmam var -her travma yazışımda keşke tramvay yazsam demiş oluyorum-, çocukluğumda malum bizim oralar her yer travma ve her yer ova, yaza dönük bir havada pek vaki olmamakla birlikte komşularımız tarlada iken düşen yıldırım canını alıyor şadiye teyze’nin. göremediği torununun adı şadiye, yaşı şu ara yirmibeşlerde.

bakın şurada yazdığım üç beş cümlede bile yüzlerce vaka bıraktım ona göre. ... rüyalarım çok canlı son iki gündür. öyle böyle değil, özlemişim meğer. en azından rüyada dahi bu kadar canlı olmasını hayatın, hakikaten özlemişim. selen'i hatırlıyorum bugünkü rüyadan kalan, çünkü çok gerçek anlıyor musun. rüyayı hatırlamıyorum bile, sabah sorsan amenna. ve eniştem var başka bir rüyada, tonlarca balık tutuyor, ona hesap soruyorum, niye yakaladığın o kadar taze balığı bana hiç ayırmayıp başkalarına sattın diye. yıllardır ‘balıkların öcü’ diye bir başlık düşünüyorum cümlelerime, öyle de çok çekiniyorum ki içeriğinden.

saatler çok çekiç bu ara, çekindiğim kadar var.




04.01.2019

dün ne oldu. ya da bu gün. misal bu hafta. bu hafta çok bensizdim. hiç kendimde değildim, hiç kendimde hissetmedim. dışarıdaydım. ondan önceki haftalarda öyle değildi misal, buraya gelip bu hafta ezberime takılan şarkılar bunlar diye laf edebilirdim. bunları söyleyip sesimi sisimi kaydettim deyip ileride bakmak üzere buraya kaydedebilirdim. bu hafta hiç böyle bir şarkım olmadı zira bende değildim. yılbaşı bile yılbaşı gibi, yeni yıl bile yeni yıl gibi değildi. benim yüzümden tabii ki, başka mesul yok. hatta bi ara klavyede w'nin yerini bile çok aradığımı söyleyebilirim. normalde yılın son günlerini iple çeken bi insan, sadece christmas songs dinletebilmek ya da zamanın hakkını vererek dinleyebilmek için bile, çok mühimdi yeni yıla girmenin birkaç gün öncesi ve o son gecesi, lakin bu sene son gününde beceremedim o şevki, heyecanı, bir şey oldu ve zapt etti beni -hani nerde “bana bi şey olmadı”-. bugün göreyim dedim tezahürünü, ama gone with the sin dedi bartender.

bu hafta bu gün hâlâ çağrılmadığımı çok iyi hissettim. en çok da sağ el başparmağım hissetti bunu. benim sağ el başparmağım -öyle demeyin, beş parmağın beşi bir mi- ilk acısını ben oniki yaşımdan günler alırken almıştı başına, yarısı kaybolmuştu o gün bıçak darbesiyle. dün de ikinci yarısını kaybetti. hesapladım, aradan yirmbeş yıl geçmiş, kimilerinizin yaşı kadar bir mesafe.

geçen hafta çok acı şeyler oldu.
ziya anne ve babası hastalandığı için kursu bırakmak zorunda kaldı ve memleketine döndü, ki aramızda halk oyunlarına en heveslimiz oydu.
gelirken çöp toplayan iki genç çöpten buldukları kolayla bir şeyler yiyorlardı. hepsini anlatmayacağım. en azından anlatılanları gördüğünüz bir yer var, benim o da yok.

yo, bunu burada bırakmam ben bensem.



29.12.2018

merhaba ey gi,
merhaba gri olup ve beni kaale almayanlar,
kaale almak’taki kaale kelimesinin gerçek yazılışını ya da kökenini merak edişim,
merhaba ey işyeri hekimim,
emin olmamız gerek deyişi emin olmayan tüm eminsizlerin,
bilseniz sizi ne çok özlemişim,
merhaba beni salıncaklarınız ve her biriniz,
merhaba beni özleyenler ve kar topu oynayanlar,
merhaba ben sizi çok özledim bir bilseniz,
merhaba çeşitli haftasonu uçmaları ve kulaklıklar,
size bir şey diyim mi ben, ben hepinizi kulağıma astım, kulaklarım bu yüzden biraz kepçe,
merhaba ben duyması azalan kulaklarıma şahit olmanın çok sıcak çaya batırdığı zavallı bisküvi,
mesela süreyya berfe’nin “hepsi o kadar” şiiri,
e mesela bitmeyen doktora tezim ve ben,
sizin büt büt bütünlemelerle bitmeyen ağırlıklı genel not ortalamalarınız,
ha misal bitmeyen kaşıntılarım, allerjen kelimesi çok hoş geliyor kulağıma az duyduğu ölçüde,
merhaba ey gi, zi kalbimin, ziggy stardust filan şarkıları olacak
ve ölecek birkaç gün sonra bundan yeni yıl başlangıcında,
merhaba, kar küresi bana hâlâ gayet küresel bir hümanizmi ispat ediyor ve gözlerim doluyor,
siz sevmezseniz sevmeyeni olun sevmemenin ziyanı yok benim için,
şair der ki yukarıda bahsettiğim şiirinde, “hiçbir zaman suyu olmayacak bir kuyu”,
gibi merhaba ben emine teyze’yi özlemiş olabilirim ya da indinde herhangi birinizi,
enveriye tren garı derken mesela sözün gelimi aslında onun hepsi si,
yoksa ne işim olur dünyanın en saçma lokantasında,
kelimelik oynayın devam edin merhaba sevdiğim şarkıları paylaştıklarım,
ben de bilirdim yirmiki yaşında bir yıldız olayım ama ben büyüdüğümde yaşım otuzikiydi sanırım,
merhaba ben de bilirdim bu yepyeni yıla sizinle girmeyi,
ama anlıyor musunuz beni misal ülkü tamer’in “ben var ölmek” şiiri,
yok o da değil de en çok size hediye edilmeyi özledim,
a yo beni unutmuş muydunuz yoksa merha hahan,
merhaba ben biyopsi si,
merhaba söylediklerimin hepsi biliyorum daha önce söylendi, ha sanıyor muyuz ki kestiler acıdı,
biliyoruz o sabaha karşılar acıyan yanlarını bana ayırdı,
merhaba, her saçı çok erkenden bağlı bir genç insan gördüğümde aklımda ebru,
anneleriniz kızkardeşleriniz hepsinin yeri bende ayrı,
biliyor umsunuz benden çok iyi bir bibliyofil olurdu mezarlıklarda,
fakat sinin yeri ayrı öyle demeyin ben onu orama yerleştireli yıllar,
merhaba siz isterdiniz biliyorum ki sizden ötürü,
merhaba yine de eeee öyle yani işte işyerinde iştahım, alıkoyamaz gelse feriştahı,
merhaba kimsenin egosunu üzmesine gerek yok çünkü u nutmam mümkün değil anlıyor musunuz,
yılbaşını yalnız geçirecek olmam sizi unutmuş ya da sevmemiş olmama mümkün değil,
şairin şarkısı var ama şimdi söylemem, hani neydi o fatih sahnesi’nin adı unkapanı surların ordaki, si
merhaba benim gönlüm isterdi ki uyluk kemiğim şiir yazsın uyluğuma karşı,
bu demek değil olacak gönlün gönlüme karşı.