ama arkadaşlar iyidir



20.06.2019

dün gece iki bira içeyim deyip üç birayla durabilmiştim. nerden estiyse. ama bilerek çok geç başladım içmeğe ki fazla içmeğe takadim olmasın. ama hep oldu maalesef, ona takadim hep oldu. velhasıl, park ve bahçeler müdürlüğü görevimden yeni istifa etmiş edamla, iki bira istedim tekel bayiinden. "saat geç oldu biliyorum ama söz bir dahakine yetişeceğim ve seni zor duruma sokmayacağım" dedim adama. 'seni' demedim, 'sizi' dedim. arkadaşım olmayan insanlara siz demeyi tercih ediyorum. hatta keşke herkes birbirine siz dese. sizli bizli konuşsak birbirimizle. birlikte dışarı çıktığım insanları, muhattab olduğumuz garson, kasiyer, tezgâhtar vb. hizmetkârlara hitap şekilleriyle değerlendiriyorum. hizmetkâr dediysem hizmet sektöründe çalışıyor olması manasında, kelime anlamıyla, gündelik kullanımdaki haliyle değil. eğer misal sizinle dışarı çıkmışsak, ve garsona sen diliyle hitap ediyorsanız, üzgünüm, gözümde değeriniz düştü ve bir daha kolaysa kaldır kaldırabilirsen. bunu yapışım, bana da siz diye hitap edilsin ya da snob ve gardırop bir insanım diye değil, hak yerini bulsun diye. hayatta hep demem odur ki hak yerini bulsun, ama önce hak yerini arasın. yeterince aramadan buldumcuk olursa olmaz. olmaz. "haleluya demeden olmaz. şaşıyorum hâlâ insanı kanatan hakikatler olmasına. ve yalnızlığa."

bugün sabah işe giderken, zorum ne idiyse o saatte işe gidecek, erken kalkmağı sevdiğimden değil ama erken kalkmakta bir hikmet var olduğuna çok içten inanıyorum. hatta hiç uyumasak mı napsak. ama gerçekten erken kalkmağı çok keyifle eda ettiğimden değil. ha, gün beni bu kadar iğdiş etmese, o zaman ben de daha rahat atardım uykunun karnına bir tekme. bugün normalden biraz daha erken kaptırmış işe giderken, -arabayla hız yapmağı maalesef seviyorum- -bana hız yaptıracak müzikler açıp yola koyuluyorum- -duvara karşı'cılık oynuyorum- -hız yaptıkça yol kısalıyor ve ben müzikler yetmedi diye üzülüyorum- -gün geliyor müzikler için yolu uzatıyorum- -gün gelirse müzikler için her şeyi yapabilirim- -sizin için de her şeyi yapabilirdim lakin gelmediniz, biz de izmir'i gelmedik ki, içinde bulunduk- -sizin için yapamadığım bir şeyleri yerine yapacak başka şeyler aradığımdan ben de işte müzikti rakıydı biraydı itti kopuktu süratti felaketti uğraşıyordum- ... kaptırmış işe giderken. ama bir saniye, işe gitmeden öncesine gitmemiz lazım önce;

sabah erkenden de erken kalktım ve işe gidip bir an önce finlandiyalı müşterimize mail atmak zorunda hissediyordum kendimi. çok büyük bir 'claim' yemek üzereydik ve ben durumu çok üstüme alınmıştım halbuki benle hiç de alakası yoktu. geceleri, sadece bir an önce bitsinler diye ve/veya sahil boylarındayken seviyorum. misal, olympos'un orda bir yerdeyiz, çıralı sahilindeyiz misal, öyle böyle sevmemişiz, eğer öyleyse geceye amenna, ama izmir'de gecenin afederseniz koyim. velhasıl, bu sabah yine gecenin bitmesine sevinmiş olarak kalktım ve bir an önce ya bir ormana ya da işe atmak durumunda hissettim kendimi. bu ara yoksulum, gecelerim çok kısa ve huzursuz ve dirlik düzenlik'siz. bu ara ormanlara çok takılmış durumdayım. bu ara ormanlardan aşağı aşar gelirim, nazlı yari kaybettim, ağlar gezerim. ormana gidemediğim için işe gidiyorum. ama çok yakında, hissediyorum ki ormanda bir evim olacak, ormana zarar vermeden tasarlanmış inşa edilmiş bir evim olacak, hatta akşam iş çıkışı bunun için yer de baktım bir müddet ormanlarda dolaşıp. hem deniz hem orman zor tabii.

her neyse, sabah o kadar erken kalktım ki, evde kahvaltı yapmak için henüz midem uyanmamıştı. normalde kahvaltısız çıkmam ve kahvaltıya önem veririm ama bugün öyle olmadı. hadi dedim bir gevrek alayım izmirli diliyle, bir de tahinli çörek, işyerinde yerim mail atarken. durdum fırının önünde. saat o kadar erkendi ki mekanlardan çıkan adamlar henüz ayılmamıştı. bir adamın tam ben arabayı park ettikten sonra yalpalayarak bana doğru yöneldiğini gördüm. ama ben de muhabbetine maruz kalmamak için hızlıca fırına yöneldim ve adam dışarıda beni beklemeğe başladı. ben adamın bekleyişini fark etmiş olmakla gergin, bekleyişinin sebebi hakkında tedirgin, bildiğim uzak doğu sporlarını uygulamak zorunda kalacak mıyım diye düşünürken elimde gevreğim ve tahinli çöreğimle alışverişimi yapıp arabama yöneldim. nitekim beni durdurdu, "günaydın." dedi. elini uzattı. elini sıktım. tam şoför kapısının orada beklemişti ki kaçacak yerim olmasın. "günaydın." dedim. sağ yumruğum etkiliydi, bunu onbir yaşımdan beri biliyordum. dediklerinden hiçbir şey anlamadım. sarhoştu. boynunda bir boyunluk vardı. elindeki hastane çıktısını göstermeğe çalışıyordu. ben somut çıktılara ve varlıklara dikkatli biriyimdir, adamın elindeki kağıttan adını soyadını okudum, doktorun teşhisini okudum, yazdığı ilaçları okudum -bu ara ilaçlara epey yakından muhatabız- ve bana yarım yamalak cümleleriyle kurduğu senaryoyla, yazılanların ve ters takılmış boyunluğun hiç alakası olmadığını hemen fark ettim. bunu anlayınca benim hayatımın en kıymetli saatlerinden olan sabah saatlerimi daha da çalmaması için onu başımdan savmam işten bile değildi, fakat yapmadım. bakışları, benim de onun haline bir iki yıl sonra düşebilecek bir hayat sürüyor olmam beni bunu yapmağa engelledi. hastalığını anlatmağa koyuldu, dinlemek istemediğimi fark etti, benden yirmiüç lira istedi, ben de ona yirmiüç lira verdim. kendinin zeki olduğunu düşünen insanlar bazen böyle rakamları somutlaştırıp küsurat ekleyerek olaya zeka ve inandırıcılık kattıklarını düşünürler, bunu bilen ve kendinin zeki olduğunu düşünerek böyle yapan insanları süzen ve kendinin az daha zeki olduğunu sanan insanlar olduğu gibi bunu böyle düşünerek kendinin daha da zeki olduğunu sanan insanlar, ve hepimiz birimiz, birimiz hepimiz. velhasıl, adını soyadını zihnime kaydettiğim bu adamla benim sinirlerimi kaldırmasına izin vermeden ve bir gün yakın gelecekte onun düştüğü hale giderek yaklaşıyor olmamdan birlikte korkarak vedalaştık. yola koyuldum.

işte bu sabah, uyandığında, sabahın köründe işe giderken, suratıma maskemi takmış, süratimi almış yokuşu tırmanıyordum. yol gayet tenhaydı ve sabah özellikle yolların bu halini daha çok seviyordum. derken, ileride yolun tıkandığını ve araçların dörtlü flaşörlerini yaktığını görüp yavaşlamak zorunda hissettim ve hatta zar zor durabildim. ben küfretmeğe hazırlanmış ve hatta ufak ufak sayıp dökerken bu yol tıkanmasının hadsiz olmadığını anlamam uzun sürmedi, yavaşladım ve o çileye bir çile de ben katmadan durdum, bir de baktım ki ticari binek karışımı bir araç en sol şeritte durmuş, şoför inmiş aracından dumanlar çıkıyor, ve en sağ şeritte bir eşek. topallıyor, göğsünden kanlar damlıyor. hayatımda bu kadar üzücü sahne azdır. eşek muhtemelen bir yerden kaçmış, başıboş, karayoluna dalmış ansızın ve araç da son anda fark edip duramamış ve çarpmış. araç mahvolmuş, aracın mahvolması bir yana eşeğin o hali, içimden çıkmıyor. o kadar çaresiz hissettim ki kendimi. durdum. hiç veteriner arkadaşım olmadığını o an anladım. o eşeğe kendim çarpmış olduğumu düşündüm bir an. kendim çarpmış kadar üzüldüm. çaresizliğime üzüldüm. adama üzüldüm. eşek ayakta bize bakıyordu. yarasından ne kadar haberdardı emin değilim ama bize ve hatta direkt bana bakıyordu. sırtladım onu. yolun kenarına çektim. beni tekmelerse diye korktum. çifte atarsa diye korktum. eşek kâh yanımda, kâh sırtımda, emniyet şeridine doğru ilerledik. aklıma murat kekilli geldi. şarkısı vardı. her şeyin bir şarkısı var, her kesin de öyle. kesin var.

Hiç yorum yok: