ama arkadaşlar iyidir



27.02.2011



annem deli midir.

annemden içinde ihtiyaç, vs. olan bir koli hazırlayıp kargoyla göndermesini isterim. içinde mutlaka şöyle bir şey bulunur, özellikle kış aylarında. gördüğümde hissettiklerim ... ya da hep şöyle denir, böyle babadan böyle bir erkek evlat. biz burda, böyle bir anneden böyle bir erkek evlat dersek ne anlaşılır acaba.

19.02.2011

aşkımız aşkımız derken. aşkımızı en son ne zaman suladık sevglm. yo hayır, aşk tesadüflere bırakılacak bir şey değildir, şahsen ben olsam bırakmazdım, tutardım peşinden sappık gibi takip eder sonra bir dükkâna girdiğine yağmur altında bekler, sonra çıkmazsa hay diye küfreder-dim. çıkarsa sevgilisiyle buluşana dek onun olurdum. bunu boşverdim. izmir'de yağmur muşambalardan tepelere damlarcasına yağardırken kendime sabah onbir sularında bir birayı çok mu göremezdim, hayır hayır. you don't have to, roxanne. kafa da kafaymış ha, kafa da kayaymış ha. iyi yağmur yaptı bugün hakkaten, bahar da geliyo mu ne oy. akşama dolunay var, bize de bekleriz galiba. dolunay tanrının başarılı bir projesi, müthiş bir senkronizasyon ve ahenk, ile uyumu, hele o sahneler adeta başarılı bir fotoğrafçının elinden çekilmiş, deklanşöre abanılmış gibi. o sekanslar yok mu o sekanslar, bilemedim ne diyeceğimi ben şimdi. müzik müzikse müziktir artık. anita lane hep söyler, tekrar tekrar söyler, the world's a girl der mesela, yalan mı mını kıyım.

16.02.2011



- bence park ve bahçeler müdürü olmalıymışsın sen
- sobacı ve emsali sanatkârlar odası müdürlüğü de kabulum
- akvaryum manyakları derneğine üye misin
- ne zaman bırakacaksın
- seni mi
- beni ve mle kafa bulmayı
- kafa yapma sen de o zaman
- sahi misin sen
- bizatihi ahi olduğum söylenir
- yıldız parkı mı abbasağa parkı mı
- soğuktu ve yağmur çiseliyordu
- bundan da bahsettim di mi, sana anlatmadığım bir şey kaldı mı
- sana bi kolye aldım, kalp şeklinde, kapaklı
- aa kalp kapakçıklarında sorun var bunun
- hayatta en çok yeni yıla kimlerle girdiğini merak ediyorum sanırım
- hayatına merak edeceğin yeni şeyler ekleyebilirim
- nasıl gülüyorsun
- that's amore söyler gibi, gamzem yok ama dudağım sağa çeker gibi gülüyorum
- ben de elimle ağzımı kapatırım özellikle kahkaha atarken
- bunu benim hoşuma gideceğini bildiğinden söylemiş olabilir misin böyle yapmadığın halde
- evet beni sevmen için her seveceğin şeyi yapabilirim ama bu doğru değil
- beni hiç görmediğin halde bana bu kadar aşık olduğuna nasıl inandın
- seni buna inandırabileceğime nasıl inandım
- bana niye gıcık oluyorsun
- bunları boşvermeliyiz, olmalı mı olmamalı mı
- sevgilim çok güzel bir kelime değil mi
- evet kelile ve dimne'den geliyor
- binbir gece masalları'nı tercih ederim
- benim olursan sana her gece okuyacağıma and içerim ama bir daha şartla
- nedir o
- rengarenk giyeneceksin, rengarenk olacaksın, hep güleceksin
- çenemi avuç içime dayayıp, parmaklarımı da sağ yanağıma perde yapayım mı
- evet evet evet! öyle yapıp bana bak

15.02.2011




- benim arkadaşım olsana
- ne arkadaşlığından bahsediyorsun sen
- ne bileyim sen paleti tut ben boyayayım mesela
- ama kıskanmak yok ona göre
- ama ben kıskanırım ona göre
- saçını da keserim istersen. saçını da çekerim istersem
- hep ben konuşayım ama. sen hep dinle beni. sadece güzel günlerde görüşelim. güneşli ve çiçekli günlerde
- bana uyar bu ama bir şartla
- neymiş o
- çiçekli fırfırlı elbiseler giyip fırıl fırıl dönmeni istiyorum etrafımda pırıl pırıl
- beni en yakın ağaca kadar kovalayacak mısın bir de
- dalga geçtiğimi mi düşünüyorsun
- bunu kesinlikle böyle yapıyorsun
- kibrit ister misin?
- evet evet evet! köküme de suyundan lütfen!
- keşke bana oyun oynamasan
- arkadaşlık isteyen kimdi aramızdaki
- buna çalışıyorum
- ama arkadaşlık bir süre sonra aşka dönüşecek tamam mı
- başka türlüsünü istemem zaten
- külotlu çorap çok güzel bir şey olsa gerek, en azından renkleri, palet gibi
- aa benim bir sürü var, hepsinden birkaç tane
- ankara’daki bütün sokakların çiçekçilere çıkıyor gelmesi gibi bana, benim için çin çin de giyecek misin
- giymemle çıkartman bir olmayacaksa neden olmasın, biraz zahmetli çünkü
- sevgilin çok mu yakışıklı
- sevgilin çok mu güzel
- onunla evlenmeyeceğim ki
- benim sevgilim artık yok
- yok artık!
- delikdeşik yüzünde sivilce izleri bulunan, kel erkekleri sever misin
- ben çirkin erkekleri severim. neden bu kadar aleladesin
- sıkıcı desek?
- sana aşık mı olsam napsam
- fazla bir tercihli yönelim (preferential orientation) oldu bu bilimsel olarak
- bu son konuşmamız galiba
- tek insansınnnn, tek insansınnnnnn…..
- benimle konuşurken zekanı kullanma olur mu, yapay oluyorsun
- ben de babam da dedem de içkiye ve karıya kıza vursak kendimizi rahmetli rahmetli
- kadının elma soyması kadar öyküsel olurdu bu
- benim arkadaşım olsana
-

14.02.2011


ne diyorduk, where is my mind

kibrit kutuları mıydı koynumuzda büyütüp beslediğimiz. konyaklar mıydı ceplerimizde taşıdığımız. beni de kandırıyorlar. hani cayman adalarından yüzerek yorgun argın bluefields kıyılarına dayanıp, sahile vurur vurmaz şaraba dayadın ağzını. yorgunluk attın orda bir latin güzeliyle tavla oynayıp, gücün kuvvetin yerine geldi mi, “davran bakalım küheylan, neslihana varalım gayrı” deyip vurdun tekrar kendini yol ağızlarına.

hani kurşun sıksan geçmez geceden, bu değil. hani el salvador'dan yukarı doğru eline dürbünü alıp baktın, bir inci önüne geçti, görüş alanını kapattı. sek sek oynarken yapıldığı gibi bir üst tura mı tırmandın.

hani bir şarkı duyar da insan, bu da değil. hani yanlış attığın zar seni, “başlangıç noktasına geri git” kutucuğuna oturttu ve kendini panama'nın güneybatısında soledad nahiyesinde buluverdin tekrardan. yalan mı, değil.

hani o bırakıp giderken seni, bu hiç değil. hani o sırada bi şarkı çalmaya başladı sen kulaçlarını karayip denizlerine savurmayı temel tasarladıktan ve ilk demiri oralara çakmayı planladıktan sonra, pek tabii: i was swimmin' in the carribean / animals were hiding behind the rock / except the little fish / but they told me, he swears / tryin' to talk to me to me to me

hani rüyalarımı bölmeyecektin, bu da nerden çıktı. hani “little fish” kısmına takıldın şarkının, ve aklın, nerde bu diye sorduğun ta kendisi,

a) ordan “big fish little fish” deyişine gitti pj'in ve, devamında i lost my heart under the bridge. a.1) “lulu on the bridge” mi? a.2) “la fille sur le pont” mu? a.3) galata köprüsü mü?

b) ordan “big fish” repliği, “Merhaba. Sen beni tanımıyorsun ama benim adım Edward Bloom ve sana aşığım.”

c) ordan bir başka şarkısal replik, “this is a film about dramatic relationship between man and fish. the man stands between life and death. the man thinks... the fish is mute, expressionless.”

ne diyorduk, abartmamalı!

13.02.2011

bu kaldığım açık cezaevi tipi diyardan şehir merkezine ulaşmak için iki ihtimalim oluyor, birisi ilçe merkezlerinden birinden gelen yolcu otobüsleri, bir saatte bir. diğeri ise yirmi dakikada bir geçen kasaba minibüsleri. birinciyle yolculuk etmek takdir edilir ki daha rahat ve hızlı, ikinciyle ise daha uzun sürüyor çünkü civar kasabalara uğrayıp habire kornaya basılıp, izmiir izmiir diye bağırılarak gidiliyor. özellikle pazarın kurulduğu günlerde sıkış depiş olabiliyor. benim hangisini kullanmam takdir edilir tarafınızdan? eğer acelem yoksa elbette ikinci vasıta. çünkü ben insan görmeye, hayat görmeye gidiyorum şehir merkezine, diğer otların arasına karışmak istiyorum ki fark edilmeyeyim. insan görmezsem hayat görmezsem yazamıyorum, yazmam için seninle oturup iki çift laf etsek, bu bile yeter, yoksa abarttığım filan yok, latife ediyorum arasıra.

...

kardeşiyle arasında beş altı yaş olan bir kız çocuğu ister istemez kendi gözleriyle direkt olarak kardeşinin bebeklikten çocukluğa geçmesine şahit olacaktır. evdeki yaşam tarzına göre hatta kardeşinin bebekliğiyle bizzat ilgilenip annesine yardımcı olabilir bu kız çocuğu. bu durumda kardeşinin cinsiyeti çok önem kazanıyor, bu kız çocuğumuz kendisinden beş altı yaş küçük erkek kardeşinin büyümesine mi tanıklık ediyor, yoksa aynı şekilde kız kardeşinin büyümesine mi tanıklık ediyor. ben bu şartlarda büyümüş, kardeşinin bebeklikten çocukluğa geçişiyle bizzat ilgilenmiş bir kız çocuğunun yirmi-otuz yaş arasındaki halini çok merak ediyorum. her iki durumda da.
yeni şeyler yazmak hadi

şehir merkezinden uzak düşmek, kalabalıktan, hunhar bir kalabalıktan, kibar bir kalabalıktan uzak düşmek yoruyor beni, yaşıyor olmaktan da uzaklaştırıyor, dün karışınca fark ettim bunu. gündüz alsancak'ta sevdiğim kitabevine uğradım, iki şairin imza günü vardı ve bu yüzden takım elbiseli döpiyesli bir gülümsemeler yumağı sis gibi çökmüştü, hemen dergilerimi alıp kaçmalıydım, bir daha yakın bir zamanda uğrayamayabilirdim, küçücük bir raf üzerinde sıralanmış dergilerin yeni sayılarını karıştırmakta olan kadının bırakmasını bekledim çünkü gövdesiyle rafı kapatıyor ve ben göremiyordum, nihayet döndü ve geri çekildi niyetimi anlayıp. ben dergilere bakarken beni izlediğini fark ettim, benim karıştırıp bıraktıklarımı bir de o karıştırıyor, bakıyor ve bırakıyordu. elinde bir tanesinde karar kılmıştı sadece. yasakmeyve'yi aldığımı gördükten sonra bana döndü ve anlamak için saliselerce uğraştığım kısıklıkta bir tonla "şiir?" dedi, "evet," dedim, gözleri epey etkileyiciydi ve bunu bir süre kullandı gözlerime karşı, bense projektör yemiş bir tavşana döndüm birkaç saniye, "sadece şiir mi?" dedi, "hayır," dedim, "dergi olarak şiir, romanı ve öyküyü kitaplardan takip ediyorum," "hangi dergiler?" dedi, çok kısık sesle konuşuyordu, ses tellerinden ziyade gözlerini kullanıyordu, anlamakta zorlanıyordum, arkamızda imza günü başlamıştı ve benden tedirgindim, yetişmem gereken bir randevum vardı, ama cevap verdim elbette. kadının şiir konusunda ne bildiğini, benden daha sıkı bir takipçi mi, edebiyat öğretmeni mi, şair mi, ümit yaşar oğuzcan şiiri okuru mu, ne olduğunu bilmediğim için vereceğim cevap okurlar üstü bir cevap olabilirdi, ya da fazla basit bir geçiştirme de yapabilirdim, "heves dergisi vardı, onu biliyor musunuz?" dedim, "evet kapandı" dedi, "evet ordaki arkadaşları takip ederim genellikle," dedim, "toplumcu yenilikçi" dedi, "hayır" dedim, "sadece yenilikçi"

cevabının ikinci kısmıyla gözümdeki şiir bilgisi büyük bir yara almıştı. heves'i bilmesi büyük puandı ama toplumcu yenilikçi olarak bilmesi heves'e bir hakaretti, "ben de otuz kadar dergide şiir yayımladım," diyerek ikinci bir yara daha açtı, benim gözümde iyi bir şairin sadece belli başlı yerleri olur, fazla yayılmaz. elimdeki dergilerden birini göstererek "burada da varım," dedi. içimden, nasıl yani dedim, genç bir şair ve ben tanımıyordum, yüzünü bilmemem elbette olasıydı ama izmir'de olup da bilmemem zordu, "kimsiniz?" dedim, adını söyledi, duymuştum ama bilgim yoktu. "aa, evet duydum," dedim, sevindiğimi ifade ettim. dışarı çıkıp bir sigara içmeyi önerdi, kabul ettim, ayakta içilen birer sigaradan sonra, "otursak?" dedi kitabevinin hemen yanındaki sandalyeleri gösterip, "şeyy aslında benim vaktim pek yok da," dedim. "sevgilinle mi randevun var?" dedi, "hayır, diş hekimimle" deyip gülümsedim.

gözleri bir süre daha eşlik etti bana son etapta yetiştiğim belediye otobüsünün camında. sonra unutmuşum, bugün aklıma geldi. facebook'tan eklememi söylemişti, korkuyorum.

9.02.2011

m.külahlı'nın yeni videosunu seyrettin mi
çay yapiim mi sana
bira ister misin
karnen nasıl
iş ve işçi bulma kurumuna kaydoldun mu
örgütte havalar nasıl
şu kalemin ucunu açar mısın lütfen
bornozumu bulamıyorum yıkamış mıydın onu sen
yarın traş olmalıyım, iki gün oldu göze batar
"düş ben gibi bir aşka, sadakat ne imiş gör" adlı şarkıyı bilen dinlemiş biri olacak mı ömrümün bir kenarında
çaya atılan şekerin standart bir değeri var mıdır olacak mı bir gün üçü birarada gibi
üçü birarada olan adalara yarımada adını taksak
adını kahpe koysam bıraksam öyle kalsa
tecrübelerimden pekiştirerek keşfettiğim çeşitli mest etme tekniklerim var elbette
bu sadece deneme üretimiydi, mass production'a geçtiğimizde gör sen şahane nasıl olunurmuş
telefon faturan ne kadar geldi
su faturasını önümüzdeki ay mı ödesek diyorum
şu sigarayı da azaltsak iyi olacak
sana ağrı kesici mi alayım gelirken bira mı istersin yoksa
tuvalet kağıdımızın kalitesini düşürebiliriz pekala
yeter ki hayattan tasarruf etmeyelim
seni ısırabilirim south american girl
şu uzun gecenin gecesi olalım mı ne dersin
we all leave in a yellow submarine miyiz hâlâ
şu gömleğimin düğmesi düştü ya, bulamıyorum da, buna muadil bir şey ayarlayamaz mıyız
valla tam on sene önce aldım ben bu botları
masa lambalarına şeyy lambalarını, seviyoruz di mi
ama en çok da akvaryumları seviyoruz

dünyanın en çok bu huyunu seviyorum

8.02.2011

"çok güzelsin," akla ilk gelen bu oluyor di mi. sanki başka diyecek bir şey yokmuş gibi, ama hakkaten öyle çok güzelsin. kadın da aldanıyor buna, korkarım aldanılmayacak gibi değil. ama yüzyıllık köhne çapkın da, en kaşları alınmış rötuşlu erkek de hep aynı cümleyi kullanıyor: "çok güzelsin." başka peki? ama ilk akla gelen hakkaten de o oluyor. kadının çok güzel olması, sanki başka bir özelliği yokmuş gibi. sanırım bu, memelerin çok güzel olabilir, demekten daha basit bir şey olduğundan, ya da, daha başka yerlerinin de çok güzel olması ihtimal dahilinde, demekten daha basit olduğundan. bilmem ki. ama çok güzelsin. taş gibisin diyecek hali yok ya dangalağın, o daha sonraki merhalelerde. ama bugün ispanyol meyhanesinde bir kadın çığlık çığlığa şarkı söylüyor desem mesela, çok güzelsin demek anlamına gelir miydi. ben çok güzelsin demekte zorlanırım çünkü, öyle olsan bile. üstelik adamakıllı sarhoşuz dersem mesela, bu şu anlama gelir ki çok güzelsin, hakkaten çok güzelsin. ya da şöyle de diyebilirdim, yuvamı çiçekledim sen bir meleksin diye, yollarını bekledim görüneceksin diye. alıntı yaparak elbette, hem şarkıdan hem şiirden. şöyle bir şey belirdi şimdi aklımızda, çikolatalı çorba, neden olmasın di mi, ama çok güzelsin. bir an için üzgünüm sanıyorum bazen, halbuki öyle değilim di mi. ama yani bu kadar da güzellik, bilmem ki ne desem. bu demek olabilir mi ki memelerini görmek isteyebilirim, görmüş ve onlardan çok memnun kalmış olabilirim, birbirimizi çok iyi ağırlamış olabiliriz. ne kadar da uzak bir düşünceler bütünlüğü bunların bütünü. bitsin bu koşu. yeter yeter, kafi kafi, ölecekse kölelim. "çok güzelsin," her şey bu kadar basit di mi, önemli olan bunu dediğin zaman buna inandırabilmek, ki bunun yolu da çeşitli yollardan mı geçiyor, ben bilmiyorum, çalışmam lazım bu konuya, yine de hazırlıksız yakalanmayı tercih ederdim.

4.02.2011

bulunca dinlediğim şarkılardan bazıları

sting - mad about you: bu şarkı, hepimizin sevdiği saydığı şarkılardan elbette. şimdi albüm adı vs verip de ansiklopedik bilgiye girmeyeceğim. eminim çoğunuz bu şarkıyı benim öğrenişimden daha önce keşfettiniz. ama benim için bu şarkı mecidiyeköy'de anlam kazandı. 7eleven denen bir mekanda sarhoş bir kadıköy gecesinin sonlarına doğru. i'm lost without you.

sade - no ordinary love: sade, evet duru ses, kadın sesi, yıpranmış kadın sesi, böyle bir ton var. kendisinin yorumunu çok severim. , daha sonra deftones cover'ıyla da tanıştığım bu şarkı, sade, your love is king, ve niceleri. güzel güzel.

ian brown - sweet fantastic: şarkılar hakkında pek yorum yapmak istemiyorum. ben winamp'ı açtığımda, kafam güzelken keşfettiğim zamanlarda defalarca dinlediğim ve sonrasında uzak kaldığım bu şarkıların biraz üstünden geçiyorum. bu şarkıdan sonra aynı albümde bulunan solarized'ı ve başka bir albümden so young'ı tavsiye ederim.

mavi sakal - ben kimleyim: bu albümün hikâyesini birkaç önceki sayıda anlatmıştım. şimdi seçti winamp rasgele.

ferdi özbeğen - gündüzüm seninle: her dinleyişte yeni yeni keşfettiğim bir şeyler var bu adamın ses tonunda. tavernacı filan deyip hor görürdüm, ama giderek, gün geçtikçe hayranlığım artıyor bu ses tonuna. bu şarkının tamam kendisi güzel ama yok yok yalan deme, büyük adammış kendisi. albümlerinin filan kapaklarına bakıyorum da, şöylesi bir fotoğraf camlanıyor gözümde. fotoğrafçı ön taraftan çekiyor, bir piyano var, ben piyanonun başında oturur vaziyetteyim, gövdemden yukarısı görünüyor sadece fotoğrafta, siyah bir takım elbise, beyaz gömlek, siyah kravat, yanımda da ayakta bir kadın, gülerek çalmaya devam ediyormuşum hissi veriyorum fotoğrafa bakana. hımm. ilginç.

ömür göksel - ağlıyormuşsun: yukarıdakine benzer bir tonlama, söyleyişte bir boşvermişlik, bir kalenderlik, bir kadirşinaslık bu adamın sesinde de var. ben çok kıymetli buluyorum bunu. gittiysen gittin, başlatma gidişine deyip, kadehe sarılan bir duruş var bu şarkılarda. bi acaip.

hacı taşan - bugün ayın ışığı: dünyanın en güzel türkülerinden. sözleri bi kere bambaşka.

moby - extreme ways: kabaca bir hesap yaptım, bu şarkı beni iyi bir kafayla direksiyona geçirip yediyüz kilometre yol yaptırabilir. bu da demek olur izmir'den istanbul'a varmama az kalmıştır, bi dinlenme tesisinde yüzümü yıkamaya filan inmişimdir.

john lennon - stand by me: program şarkıları rasgele seçiyor ve ben sevmediklerimi atlıyorum, sıradaki ilk sevdiğim şarkıya takılıyorum. bu da o klasik umut pompalarından biri. meşhur, malum, meşum.

cathedral - solitude: black sabbath'ın farklı bir dönemlerinde icra ettikleri farklı bir şarkılarının cover'ı. kendilerinden dinlemeyi elbette tercih ederim ama şansımıza bu çıktı. dur ve dinle ve dur şarkısı. çok yoğun bir şey. fena kıvamlı.

bruce sprinsteen - protection: bu concon şarkı sanırım üstadın kendisine ait. donna summer yorumunu da çok beğeniriz çekirdek ailecek. manidar ve keyifli, dinlemeye devam ediniz.

nida tüfekçi - çamlığın başında tüter bir tütün: çeşitli kaynaklarda ziya'nın türküsü olarak da geçiyor olmalı. nida tüfekçi ve neriman tüfekçi birlikteliği apayrı bir dünya olmakla birlikte nida bey'in gönlümde yeri çok yüksek katlarda ve bol manzaralıdır. bu türküde şöyle de bir söz var, acı çekmeyenin yüreği bütün, paylaşmak istedim. ... nida tüfekçi demişken, şu derenin alıcı, yorumuna değinmeden geçmemeliyim, iz bırakırım. edalım amman amman, sahi edalı nasıl olunuyor bilen var mı aranızda değerli genç kadınlar. peki, o halde aynı sınıfa mensup olan şu türküye de değinelim, süpürgesi yoncadan. durup düşünelim bence, süpürgenin yoncadan olması ne demektir. bedia akartürk'ün de çok haz alarak yorumladığı belli olan bu türkü de kıymetlilerimizdendir, kaldırır adamı kendi kendine odasının orta yerinde zıplatır. ama nida tüfekçi sazları ve düzenlemesi daha bir karadüzen.

the white stripes - in the cold cold night: aha, tam da dün müydü bugün müydü bu ikilinin ayrıldığını okumuştum nette bir yerlerde, isabet oldu kendilerinden bir cover'a tesadüf etmemiz. şarkı güzel, onlar napsın ki.

schiller mit heppner - dream of you: bak yine concon şarkılara geçti bizimki. ama özellikle müzik sözkonusu olduğunda hiçbir zaman yiğidin hakkını yememişimdir, yine de bu elemandan i feel you dinlemeyi her zaman tercih etmişimdir.

nick drake - sunday: oldu mu şimdi o şarkıdan sonra bu şarkı. çeşitli insanların ruh hallerinin gelgitlerine benzedi bu iş. intihar yüreklisi nick drake'dan bir hoş sada, huzurlarınızda.

empyrium - moonromanticisim: bir arkadaşımın flütüyle yorumladığı bu doom şahanesi, nefesinin seslerini duyuruyor, üzgünüm size yollamam lazım.

ercüment batanay, müzeyyen senar - leyla'm leyla'm: birlikte elli yıl adlı bu yüzyılların birlikteliği albümünden ercüment batanay üstadın sesiyle kayıtlar altına alınmış bu şarkı. hani bu tambur üstadının sesini, şarkı söyleyişini duyduğumda benim kıyasıya, beis yok ağlıyasım gelir. çok fena bir şey. öyle bir şey ki, müzeyyen senar, bu adam onun arkasında çaldı diye ne kadar gururlansa yeridir.

müzeyyen senar - çok geceler bekledim: üstadenin odeon yıllarından kalma bu kaydında, sesi henüz bozulmamış ve harika bir berraklıkta, bu şarkının yeri de ayrı tabii, eskişehir yıllarımdan kalma. kalbimi hep boş tuttum / gelir girersin diye.

orhan gencebay - tanrıya feryat: bu şarkının açılışını benim anlatmamla anlamanız mümkün değil. dinlemeniz icap eder. babamın en sevdiği orhan gencebay şarkısıdır, bendeniz de severim. babam dedim de, dün babamı gördüm, somut ve gerçek olarak. hoşgeldin oğlum dedi, sarıldık. omzunu tuttum, yorgun görünüyorsun dedi, hayat yordu beni baba dedim, gülüştük. babamla böyle arabesk şakalaşmalarımız çoktur. iyi anlarız birbirmizin dilinden. benim hâlâ anlayamadığım şeyse hangimizin daha çakal olduğu. ben mi onu yürütüyorum o mu beni; muhtemelen o beni yürüttüğünü düşünüyor, bense onu suya götürüp susuz getireceğimi düşünüyorum. babamı gördükçe duygulanıyorum, bildiğin duygulanıyorum, ağlıyasım filan geliyor. turgut uyar'ın palyaço şiiri geliyor aklıma. bu meseleyi açmam lazım.

enrico macias - beyrouth: bu benim pek saydığım amcadan güzel bir yorum. fransa'da akrabam olsun ve rahat rahat gidip geleyim isterdim hep, pekala kendisi olabilirdi kendisi.

feryal öney - hata benim: bu güzide eser, güzide'ye saygılarımla bu arada, benim güzidemde yurtdışlarında filan konservatuarlarda okutulacak derecede müthiş bir bestedir, neşet ertaş'a mensuptur. kardeş türküler solistliğinden tanıdığımız feryal hanım da hoş yorumlar. ama bestenin kendisi ayrı bir dünya. hani bir sorgu memuru, onun işi sorgulamaktır, sana gelir ve sen potansiyel suçlusundur, sana gelir ve sen kesin suçluymuşsun gibi sorgulamaya başlar. işte orda yapması gereken, sorguya başlamadan önce seni yüzde yüz suçlu kabul etmek, ve meslek icabı da seni sorgulayarak aklamaya çalışmaktır.

anlattım mı? hata benim günah benim.