ama arkadaşlar iyidir



26.04.2011

merhaba dünyasız.

bana kim gözlerinden anahtarlık yapmak istiyorum dedi; ben mi kime dedim. orda durdum, konak saat heykeli'nin [saat heykeli? yazar burda saatli kule demek istemiş, y.n.] önünde, banka oturdum. bekliyordum. elimde aptal bir fotoğraf makinasınesi, yazın ışığını çekiyordum. yazın akşamüstü ışığını daha bir seviyorum. bu arada yeri gelmişken, parmaklarım klavyedeki harflere büyük, kafam dunyaya kucuk geliyor. hazin geliyor, sevinçler derdimden, yaşamak ölmekten, hazin geliyor. bir yerde sanki biri mi flüt çalıyor. yan mı tutmuş, üflemiş mi, ağzıyla gereken yardımı yapmış mı partnerine. iğrençsinik insanlık. hayır bence değilim, sadece istekliyim. bir yerde de herifin biri ağacın altına çökmüş, ovayı seyrediyor, burda sözü mevsimler cümbüşü olan sana bırakıyoruz, seni sahiden buna benzetiyorum, seni sahilden sala benzetiyorum. adam, hani şu bahsi geçen, ağacın altında oturmuş, ovaya bakar iken, sigarasını evde unutmuş, hay mona koyim seslenmiş, kimse duymamış. sesler ovalarda yankı yapmaz. sesler yankı yapmak için yaylaya çıkılmasını bekler. sesler, içimizdeki sesler, kendilerini kusmak için yükseklere çıkmamızı beklerler.

benim uzun süredir ilk defa hiç yatasım gelmemek. ankara'nın taşına da bakar mısın sen, ne halt işlemiş bizden habersiz. gözlerimin yaşına da bakar mısın sen, ne hiç akmamış. kuzum babası yeni sorumluluklar mı almış işyerinde. ay ben seni süte cornflakes niyetine karıştırıp yemez miyim, vay ben seni kadeh kadeh içmez miyim.

sabah işe kalkamayacak olmak gibi korku yok. elbette sen bunları bilmezsin. kalksan da geç kalmış olacağını iyi bilirsin. felsefe üzerine fahri ortaöğrenim belgesi almak istiyorum. sosyoloji üzerine bilimsel hazırlık artı lise.

peki ya bu ağaçlar konuşabilseydi. akıllıtv de yayınlananlar gerçek mi, bütün askerler onları izliyor ona göre, plus vadi, geçer zaman ki. yağmur mu yağıyor ne, bu gürültüler de ne. bu görüntüler de neyin nesi in da front.

görüntüler görüntüler. sahilden hemen bir ilk ara sokak. orda bir restoran. iki adet zeytin tanesi [zeytin tanesinin ne olduğu konusunda ilgili tüm zirai literatür taranmış ancak ilk kez nerde geçtiği konusunda herhangi bir kaynak bulunamamıştır, bu durumda bu terimsel terimin ilk kullanımı yazara ait olmaktadır, y.n.] bir adet çantaya birlikte giriyorlar. o zeytinler epey bir yol katedip noktalı virgüllerden birine ulaşıyor. bakılıyor lar ki kararmışlar. yine de epey bir süre işgalde sadık duruyorlar canları pahasına. hiç dünyalıksız.

merhaba dunyasız. bugün burda vakit yerel saate göre henüz 00:25. bu babacan bir tabirle yarım'a beş dakika kala'ya tekabül ediyor. sen bunu geceyarım olarak da değerlendirmekte ilelebet serbestiye sahip olma hakkını haizsin.

demektir ki

19.04.2011

üç tane suat bilirim. biri isteristemez iş yerindeki arkadaşım. diğeri suat sayın. en sonuncusu da souad massi. kulaklığın tekini taktığımı, ve sonra diğerini de taktığımı hatırlıyorum, sen de hatırlıyor musun, keşke hatırlasan, raoui söylüyordu. yaz geliyor. ağustos filan.

bugün nisanın onkusuru. otuz kusurlu hareketten birini yaptı nisan bugün. yağmur yağdı. kırlangıçlar geldi bugün. belliydi, dünyanın gidişatında herhangi bir değişiklik yoktu.

onun gelişatında bir değişiklik olacak mıydı peki bu yaz. ihtizaz.

18.04.2011

"senin yüzünde hüzün vardı," dedi. bense bu tarifini beğenmedim ama içten buldum, bunu anlamış ya da bunun hakkında böyle düşünmüş olması hoşuma gitti. "bana bakarken bir şey istiyor gibi bakıyordun," dedi. bu tarifine ise bir anlam veremedim ilk önce, anlam verebilmem için cümlelerinin gerisinin gelmesini beklemem ya da buna izin vermem gerekecekti. izin vermekte zorlanmadım, ya da konuşmanın akışı kendiliğinden o şekilde gerçekleşti.

şarap içsem mi diye düşündüm, ama saat henüz erkendi [14.00] ve iki saat sonra uçağım vardı, uçağa sarhoş binmek istemiyordum. ayrıca şarap içersem onun hakkındaki düşüncelerimden emin olamayabilecektim ilerleyen saatlerde, gözüme olduğundan da güzel gelmeye başlayacaktı, şarap ya da her ne tür ise alkol beni sevmeye itecekti. sarılmaya sarılınmaya olan ihtiyacıma gem vuramayacak ona onu etkileyecek bakışlar atacak, ona onu etkileyecek cümleler kuracaktım, o an bunlar içimden gelerek yapılmış şeyler olacaksa da sonrasında yaşanacaklardan dolayı kendime geldiğimde onun adına da kendi adıma da pişmanlık duyacak, ve yine artık biriyle birlikteyken içmeme kararı alacaktım.

ama dün gecesi nasıl müthiş bir geceydi o günün. yani ne kadar da zaman olmuştu öyle bir gece yaşamayalı. "hiç de etraftaki diğerleri gibi aç aç bakmadın bana, bir şey sormak ister gibi bakıyordun, benden üzülerek bir şey isteyecek gibi bakıyordun, pornografik bakmıyordun, sen bana bakıyor olmasan da fark edecektim belki ben seni, yüzünü fark edecektim mutlaka, yüzünden yayılan hüznü fark edecektim." dedi. ben buna çok düşündüm. dün akşamki bakışları gözümün önünden hiç yitmedi. elini tuttum sıkıca. işi dalgaya vurmak istedim, "i'm a poor lonesome cowboy" mırıldandım, bilmiyordu, anlamamıştı. "ne?" dedi. "diyorum ki, i'm a melancholy man" dedim yine sözün şarkı kısmını mırıldanarak. yine bilmiyordu. nasıl bilmezdi ki. bilmiyordu ve safça bakmaya devam ediyordu. yürümeye karar verdi, ben de uydum. "yürürken belki sana daha rahat sarılabilirim," dedi. "dün gece niye senle gelmedim ki!" dedi. beş adımda bir durup bana bakıyordu. ben de o bana bakarken ona bakmamaya gayret ediyordum, durup ben de ona baktığımda, "yaaa, üfff," deyip ağlamaklı oluyordu. gözlerimden bahsediyordu.

"benimle gelsene," dediğimde saatler geceyarısı ikiyi gösteriyordu. "hayır, gelemem," demişti. üstelememiştim ben de.

şimdiyse uçağım yaklaşıyordu ve eller birbirinden uzaklaşacak, gözler de ister istemez o yönde bir tavır takınacaktı, kalplerin bu yaklaşıma göstereceği tepkiyi şimdiden kestirmek güçtü. "gitmesen?" dedi. biri bana gitme dediğinde benim ne yapacağım belli olmaz. gide de bilirim, gitmeye de bilirim. birine gitme dediğimde onun ne yapacağı belli olmadığından ona asla gitme demem. hemen cep telefonuma sarıldım, gece onikideki uçuşa bir bilet aldım, diğer bileti köşesinden yakıp ateşinden yayılan pembemaviyi izlemeye koyuldum, bunu ona da gösterdim, gözlerinin içi güldü. gülünce gözlerinin içi güldü. birkaç bir şey söyledim, "sen çok akıllı bir çocuksun," dedi. "bu memlekette akıllı olacaksın arkadaş, özellikle kadınlara karşı çok akıllı olacaksın, yoksa anandan emdiğin sütü burnundan getiriyorlar, benim birkaç kere geldi, ne süt yapmış anam," dedim kendi kendime. saçmaladığımın o kadar farkındaydım ki yani bu kadar olurdu.

nicedir böyle bir şey yaşamamıştım.

nicedir böyle bir öykü yazmamıştım.

bakışları inan ki gözlerimin önünden gitmiyordu. yanımda bir önceki geceki kızın biraz daha çirkini, biraz daha kısa boylusu oturuyordu, bir önceki geceden biraz daha farklı bakıyor ve elimi tutuyordu. dün geceki kız çok seksiydi bi kere. ama yanımdaki kız öyle miydi, aşık aşık bakıyordu bana, beni de ona bakmaya sevk ediyordu. dün geceki kız çok güzel dans ediyordu, yanımdaki kız elimi tutuyordu. dün geceki kızın yanında belki beş tane erkek arkadaşı vardı, yanımdaki dün geceki kızın ise yanında sadece ben vardım, ve o kadar da güzel giyinmemişti.

dün akşam dediğim akşam ya da dün gece dediğim gece, tek başıma bir topluluğu ziyaret edip takı merasiminden yüz bulup iflah olduktan sonra ankara'nın barlarıyla meşhur yöresine yol aldım. ankara aptal bir şehrimizdir. geçen sene bu zamanlar da askerlik vesilesiyle orada yer bulmuşluğumdan mütevellit aramızda süren ve zaman aşımına bir türlü uğratamadığım dava bir yana, geçmişte bana yaşattıklarını da yanına, hamam parası olsun, deyimine uyarcasına kâr bırakmışımdır. ankara öyle orospu bir şehrimizdir ki hiç sevmem, ama o kadar şuh ve sokulgandır ki sevmeden de edemem. burda şöylesi bir tezahürat yükseldi karşı eski açıktan, "ankara adamın ... kor (x3)" ankara gerizekalıdır. ankara şimdi hamiledir. ankara'nın karnı burnundadır.

saatlerimiz cumartesi (dün akşam/gece) on'u gösteriyordu ve ben yuvalanacak bir ağaç dalı arıyordum. her kuşun tercih ettiği belli bir yaprak biçimi mutlaka vardır. kimi seyrek yapraklı ağaçlara yuva yaparken kimi de karmaşık, görünmeyecek biçimde yaprak ve dal yumağına sahip ağaçlara yuva yapar, ben ikinci kısımdanım. her kuşun eti de yenmez ayrıca. güzel müzikler ifade eden bir barı gözüme kestirdim ve oraya yöneldim. girişte dam dedikleri insan birimine sahip olup olmadığımı soracaklar ve ben o müzikleri yakından dinleyemeyeceğim diye o kadar korktum ki, çaktırmadan kaşla göz arasında daldım içeri. barda bana ayrılan tabureye oturup bir bira söyledim, üzgünüm barda başka içki pek içilmiyor, hoş karşılayamıyorum kendimi barda bira-tekila harici bir şey içerken. etrafa göz atmaya koyuldum, siz sanırım ona 'kesmek' diye bir isim takmışsınız, sizinle takılmadığımın umarım farkına vardınız.

sonra bir çift göz ve yanındakiler sigara içmeye çıkarak bana yaklaştılar. kız o kadar güzel giyinmişti ki ben o elbisesine aşık oldum korkarım. sonra uzun siyah saçları vardı mesela. uzun düz/dalgalı siyah saçlar yeterince dikkat çekicidir. baktım ulan. kendimi hiç almadım, sürekli baktım. laf aramızda benim gözlerim güzeldir. küçükten beri öyle derler. deniz gözlü filan da değilimdir ayrıca. sadece yakından bakınca hissedilen cinsten. ama bildiğin o kadar da boş bakar ya da bakmayı bilmem ki şaşarsın. o dün akşam/gece o kıza bakarken de bunu hissettim ve kendi gözlerim adına üzüldüm. hiçbir etkileyici yönüm yoktu konuşulmadığım sürece, hem de karanlıkta. ama bakmaya devam ettim. gözlerimi kıstım, açtım. bir şeyler yaptım. sonra hissettim ki o da bana bakıyordu. evet bakıyordu. bir yandan sigarasını içerken gözlerini refleks olarak kısıyor ve o kısık gözleriyle, o renkli cepli elbisesiyle bana bakıyordu. sonra sigaraları bitti ve içeri geçtiler grup olarak. sevgilisi var mıydı acaba, ben de içeri geçer gibi durdum barın önünde, ama içeride sigara içilmediğinden fazla da yaklaşmadım. onu buldum kalabalığın arasında, dans ediyordu, gayet de etkileyici bir şekilde dans ediyordu. kıskandım. anlamsızca kıskandım. etrafında öpüştüğü koklaştığı bir erkek aradım, hepsiyle aynı samimiyetteydi. böylece iki saat geçirdim. kah önüme kah havaya kah ona bakıp. bana bakmasını yakalamaya gayret ederek.

orta yaşlı bir kadın yanıma geldi. bana bana baktı baktı. belli ki gençliğindeki güzel oluşunun izini sürüyordu. başka hiçbir şey söylemeden "şerefine" dedi. "şerefinize" dedim. sonrasında olacak şeyler kesinmiş gibi bana bakıldığında ben biraz çekinir ve korkarım, bu kadına da öyle yaptım. ki kalacak bir yer de henüz ayarlamamıştım. herhangi bir otelde kalacak, ve öğleden sonraki uçuşuma yetişecektim, o kadar. tabii ki otel tercihimi ilk olarak m. ile birlikte kaldığımız otelden yana kullanacak ve m.nin ölüsü başında bir bira tüketecektim.

güzel elbiseli kız bara doğru yaklaştı. ben de ona yaklaştım. bana baktı. evet oydu. deminden beri baktığım, ne demini, iki saattir gözümü alamadığım kız bana bakıyordu, hem de elli cm kadar yakınımdan. "merhaba," dedim. "merhaba," dedi. bardağıyla, 'dışarı çıkalım'ı işaret etti ve dışarı doğru çıktık. nasıl başladık, ne konuştuk, bilmiyorum. ama yarım saat sürdü diye hesaplıyorum. hem de ben konuştum o konuştu. nereden baksan on kişilik bir grupla gelmişti ve beni de arkadaşlarıyla birlikte onların masasında oturmaya davet etti. bunu yapamayacağımı söyledim. yani, tanımadığım o kadar insan arasında, yeni tanıştığım birinin referansıyla oturmak, ne bileyim. evet, ona kurduğum cümleyi "ne bileyim," diyerek bitirdim. elimden tutarak beni götürdü ve rahatsız olmayacağımdan emin olduğu bir sandalyeye oturttu. adımı söyledi, kimse duymadı, memnun olduk hepimiz. kimbilir nerden tanışıyorduk. kimisi iki saattir barda oturan adam olarak beni fark etmiş olmalıydı.

yanımdan kalktı ve dans etmeye başladı. kadın dans etmeyi bilmelidir evet. gece bitti. "benimle gel," dedim. "gelemem," dedi. "telefonumu almayacak mısın?" dedi.

beni uğurlarken, "seni izmir'de nerde bulurum?" dedi. ona orayı söyledim. ankara aptal bir şehrimizdi.

16.04.2011

kestirme bi ol olmalı ben den sana
ben san getirecek değil a
yerdeğiştirme yeter dostlar
özür mözür kurtarma zömrümüzdeki gediği

iki kişimiz arasında ne zaman sessizlik olsa 'konuşsana birtanem' şarkısı iner aklıma tıpkı bir vahiy gibi. böyle dediğime göre vahyin nasıl indiğine şahit olmuş olmalıyım, değil mi, hayır olmadım, teğet geçtim. susmak neyi halleder.

ses yükselir. kurduğum şeyleri unuturum. beyaz bir kadın düşlerim. hep beyaz her yeri beyaz. keep breathing.

şimdi, tabii, burdan nasıl göründüğünü bilemiyorsun, bundan doğal da bir şey olamaz. türk kahvesi yaparken soğuk suya koyacaksın kahveyi mutlaka, köpüğü daha verimli oluyor. kızlar şapka takmasın, şapkayla çıkmasın mesela, bere taksın onun yerine, şapka da neymiş, hele o kasket yok mu. sözüm madamlardan dışarı, onlar püsküllü tüylü fötr şapkalarını lütfen takmaya devam etsinler, hatta şapkadan sarkan bir tül de olursa, seviniriz. hem bere güzelle çirkin için çok iyi bir ayraçtır. bence dilinizi de fırçalamalısınız, biliyorum mide kaslarını harekete geçiriyor ve sizi zor duruma sokuyor dili fırçalamak ama sağlığımız için böyle gerekiyor.

kitapyurdu.com'dan kendime kitap bakmayı çok seviyorum, almıyorum sadece bakıyorum, gözümün kaldığı da oluyor ama napalım. gittigidiyor'dan pikap ve radyo bakmayı sevdiğim gibi. bana bir radyo alsana, ben de sana alırım, ödeşirizz.

benim o an ona göre bir kafaya sahip olmam gerekir. bekle. sigara içmek ellerinizin yaşlanmasını sonuç olarak doğurur, bu yüzden az içmelisiniz.

mutfakta biri mi var baba

13.04.2011

iki kişimiz arasında ne zaman sessizlik olsa 'konuşsana birtanem' şarkısı iner aklıma tıpkı bir vahiy gibi. böyle dediğime göre vahyin nasıl indiğine şahit olmuş olmalıyım, değil mi, hayır olmadım, teğet geçtim. susmak neyi halleder.

10.04.2011

tam telefonumu yeni bir hatırlatma kaydetmek üzere elime almış ve notu/tarihi yazıp kaydet demiştim ki hafızanın dolu olduğu uyarısıyla karşı karşıya kaldım. bu durum geçmişte not aldığım birtakım hatırlatmaları silmek zorunda olduğuma işaret ediyordu. onları şöyle bir kontrol ettim.

Merhaba sevgilim 23.03.2009 15:00
Beni sev (M.) 18.04.2009 15:00
Mahmut abi 25.08.2010 08:20
Ppp ışığı yanmıyo 25.11.2010 08:30
Aydın hoca 07.12.2010 10:00
Onur 25.02.2011 16:00
Kredi kartı 12.03.2011 11:00
Mukavemet testi 22.03.2011 11:00

muhakkak ki kişiliğim hakkında birtakım ipuçları ihtiva etmekteydiler, onlar ki bir avuç suda balık
pazar günü. şu ağaçların dili olsaydı. orda günlerden ne? karıştıyırorum. etrafta sesleri yankılanan çocukların olması hoş. lojman çocukları, oynayacak yerleri dar. artık belli, hava ısınmış, akşamları hâlâ ayaz yapsa da. yavaş yavaş terlemeye başlarız. vizyona girmesi beklenen bir film var, tarihlerle çok ilgimiz yok. akşam epey iyi bir müzikler dinledim, iyi gruptu hakkaten. bir arkadaşım dövme yaptırdı koluna, onu merak ediyorum. bu aralar dövme çok moda. geçtiğimiz aralar da çok modaydı. size osman konuk'u rahatlıkla tavsiye edebilirim ve memnuniyet duyarım. lütfen.

bir kereden bir şey olur mu?

7.04.2011

ihtisas kelimesinin anlamlarına tek tek baktım sözlükten, bilmediğim bir yönü mü var diye. tek tek cümle içinde kullandım. ihtisas yaptım kendim üstüne. bi tezler bi tezler. ege şivesiyle aynen şöyle: masalla masalla, hep masalla.

ben bu filmi oniki yaşındayken bir kez okudum elimde sinekli bakkal, yok yok çalıkuşu, yok yok mehmet rauf eylül. yok artık namık kemal, intibah. bende çok güzel intibalar bıraktı, bıraktı ve gitti. intibamı aldım sırtımda bi süre taşıdım boş küfe niyetine, sonra pazardan dönen yüklü ve yaşlı kadınlara sordum, hamal lazım mı, sağol yavrum dediler, evlerine kadar eşlik ettim, para da almadım. sonra canım biraz sert bir şeyler istedi, o sırada dolapta rakı bulsam pekala kafaya dikebilirdim, lakin rakıyı kafaya dikmenin de pek bir ehemmiyeti kalmadı şu bilyalı kapaklar çıkınca, malum damla damla düşüyor insanın ağzına, boğazından geçip içini yakıp kavurana kadar epey zaman alıyor. sert bir içki bulamayınca dream theater'dan -theatre mı yoksa- perfect strangers açtım, fena da gelmedi hani, iyi geldi yani. bu şarkının orijinal yorumunun kime ait olduğunu hep şaşırır dururururururum.

daha sert daha sert olsun istedim, saçımı çektim, hay skeyim, ne anlıyosalar bu sertlikten canhıraşlıktan. kurduğum cümleyi beğenmedim, klavyeyle hemencecik silebiliyor olmanın kolaylığına da kendimi kapıp koyvermek istedim. kendimi bırakacağım yaşları birtakım geride bırakmıştım nitekim. şarkı bitince alkışladım. bu sırada elimdeki türktipi kahveyi az kalsın bilgisayarın üstüne döktüm -ingiliztipi bir anlatımla-. mutfakta biri mi var?

mutfakta kimlerin olup kimlerin olmadığı bu yoklama çizelgesinde çok önem taşıyor sayın seyirciler. hiç mutfağa girenle girmeyen bir olur mu. sözgelimi üstüne o önlüğü takacak, tıpkı bir overlokçu gibi -overlokçuluk, sonütücülük üzerinden espri yapan tipler bana hep kolpacı ve goygoycu gelegelmiştir ayrıca, hasssasımdır eski bir emekçi olarak- işini kendi yapacak ve iş takibi çok önemli. sen bana hiç kahvaltı hazırlandın mı, burada bir mola verdi ve tüm teatral edasıyla tüttürdü günde ikiye düşürdüğü sigarasını. bizde harf hatası olmaz bacım. bizde hata olmaz. sahi fuckbodylik müessesesine bu yaşımda bile kimse inandıramadı beni, inanmamayı da dilerim, elbette işime gelir ama önceden anlaşmamız ve anlaşmanın koşullarının kesin konuşularak maddelere bağlanması şartıyla. mutfakta biri mi var?

koşarak soluğu mutfakta aldım, ağzımı musluğa dayadım kana kana. o yıllarda musluk suları biraz kireçliydi ama içilebiliyordu, zaten kirecin çocukların kemik gelişimine katkısı yadsınamaz olduğundan anneler buna terli terli olunmadığı takdirde pek ses etmiyordu. etrafa bakındım, balkona çıktım, balkon yerden ne kadar da uzaktı, karış hesabı yapayım dedim gözlerimle, ikinci katın balkonu sırasında kaçıncı karışta olduğumu karıştırıp tekrar tekrar başa döndüm, kâr etmedi, vaz geçtim. buzdolaplarının iyi soğutmamasını bir insanın hangi eksikliğiyle bir tutabileceğimizi sorguladım bir süre. mantık yürüterek ampirik bir bakışla buzdolabının asli görevi nedir, soğutmak, ve bu görevini gerektiği gibi yerine getirmiyordu. insanın asli görevi nedir konusunda çok zorlandım; çalışmak? sevmek? sevişmek? sevilmek? üremek? yemek? dışkılamak? uyumak?

insanın asli görevinin yazmak olduğuna hükmettim, ve bu insan dediğim benim, yani kendimin, görevimi yerine kayıkıyle getiremediğimden azlimi istedim. buzdolabı olarak kalmaya niyetliydim.

~aradan bir süre geçti~

6.04.2011

benim o an ona göre bir kafaya sahip olmam gerekir. bekle. sigara içmek ellerinizin yaşlanmasını sonuç olarak doğurur, bu yüzden az içmelisiniz.

5.04.2011



şöyle bir grubu olmayan her kimsenin ya da olup da böyle birini misafir edememiş her kimsenin, kendini yalnız hissetmesini doğal karşılayabilirim.

4.04.2011

bazı şarkıların hiçbir özel an taşımamalarına rağmen özel çağrışımları vardır, bilinir. örnek vermem gerekiyor değil mi bu durumda. vereyim gitsin. mevsimsel geçişler, geçilemeyen bir mevsim kişiyi etkiler bilirsiniz, bu durumla özellikle kıştan bahara geçişlerde daha sıklıkla karşılaşılır. iyi pazarlar felan dilenir bu durumda. siz de mi şu gökyüzünde yağmmur üstüne yağmmur yemiş gibi duran obur bulutlara bakar bakar da yağsat da rahatlasak diye mi düşünüyordunuz diye sorarsınız pazardan elinde fileleriyle dönenene. dağdan bir kız gelecek döne döne. dağdan kız gelmeyecek artık. dağdaki kızdan, ovadaki kızdan, platodaki kızdan topluca vazgeçtik. plazadaki kız gelir belki, o da bi sigara içip bilgisayarının başına döner. okuldaki kızın zaten topu topu bir teneffüslük vakti vardır, geçiyorum.

misal, otis redding yorumuyla sittin on the dock of the bay. ya da percy sledge yorumuyla when a man loves a woman. bugün çok klasik bir içim var, sorun değil. şimdi sizlerle şöyle bir öbek paylaşmanın sırası, perperık-a söe, okumamak size kalmış. şarkılar diyorduk, o kadar gidesim var ki, gidesim filan yok aslında. saatlerce hiç mayışmadan hiç sırnaşmadan içip sahile denize bakasım var gecelerce, başka hiçbir şey istemiyorum. nefret ettiğim şeylerden biri olan üşümek'i yaşamayacağım ne de olsa, hava fena değil. uyumak'ı da yapmayacağım. denize bakacağım sadece, gecelerce. zararı yok sabah yine işe gideyim, inan ki hiç koymaz. yeter ki akşama yine sahilde saatlerce sabaha dek oturup içebileceğimi bileyim. inan ki yıpranmam, bilakis ömrüm uzar. geçen yaz ben bunu birkaç kez yaptım, yalnız değildim o ayrı mesele, ama işe uykusuz gittiğim iki gün üstüste boyunca tattığım o çalışma şevki hiç olmadı bende. gören de akşam eve ekmek götürecek sanırdı. but my hand was made strong, by the 'and of the almighty. bunu asla unutmamalıyım. bunu da i find it very, very easy to be true / i find myself alone when each day is through / yes, i'll admit i'm a fool for you / because you're mine / i walk the line.

unutmamam gereken ve unutmayacağım ne çok şey var düny. başka bir yerden baktığımızda unutmamamız gereken ve unutmamak için not almamız gereken ne çok şey var dünya. şahsen ben olsam şunu da unutmaz ve buraya not düşerdim: every breath you take / every move you make / every bond you break / every step you take / i'll be watching you. ama gerçi bunun anısı var, o zamanlar bodrum sınırlarında bir otelde yamaklık yapıyor ve yeni öğrendiğim ingilizcemi test ediyorum. bu şarkıyı çalıyor animatör, bunun puff daddy versiyonunu, bu nasıl güzel bir şeymiş diyorum, mesaimden saatler çalıyor bu şarkı, dinledikçe seviniyorum, havuz kenarında oynaşan yabancı asıllı kızlar daha bir güzel geliyor gözüme, ıslanıyorum, hayır ondan değil, havuzdan sıçrayan sudan. habire bulaşık yıkarken ingilizcemi ilerletemiyorum. ama head of english olduğum dönemler işte. bak bu durumda şöyle diyor: all the leaves are brown and the sky is gray / i've been for a walk on a winter's day. yoksa siz hâlâ chunking express'i izlemediniz mi, forrest gump'ı sormuyorum bile farkındaysanız.

ben iyiyim. iyiliğine duacıyım. soranlara selam gönderiyorum bol bol. if i didn't tell her, i could leave today. bu şarkımızda daha ziyade yol yazılarına, -baharın da teşvikiyle,- yol vermek istedik, nitekim bu yol ayrımıyla devam etmekte herhangi bir sakınca görmüyorum. freedom's just another word, for nothing left to lose / nothing ain't worth nothing but it's free / feeling good was easy lord when bobby sang the blues / feeling good was good enough for me. bugün klasiklerden izlediğimizin bilmem farkında değil misiniz. yoksa siz hâlâ beni bir şey mi sandınız. yoksa siz evlenelim dediğimde beni ciddiye mi almadınız.

bak şimdi karşıma çıktı diye söylemiyorum ama böyle bir durumu yaşamış olsam, yaşamış olmaklığımla övünmezdim değil: love will tear us apart. ne var ki yanına bile yaklaşılmadı, açık seçik sizle takılmadı, ah. müziğin sesini giderek yükseltmeye başlamıştım ve kağıttan kapılardan dolayı komşularıma rahatsızlık arz etmemek için, -talep etmedikleri üzere,- iki sene önce bu zamanlar m. ile ankara hızlı tren seyahatimizden kalma trenden çarptığım kulaklıklarımı takındım ve öyle dinlemeye karar verdim. saygıdeğer izleyiciler, değerli hayat katılımcıları, gooser edebiyatı yaptığımı yadsımamakla birlikte kaz gelecek yerde tavukları hiçe sayacağımı da bilmenizi temenni ederim. seksenlerin disko şarkılarını, misal new order, bizarre low triangle, çok alamet-i farika bulurum. ben bir seksenler gecesi yapsam, önce doğumgünümde tutulmayan ağlama kaydımla devreye girer, soluğu prince'den when doves cry'la felan alırdım sanırım.

italya ziyaretimde bir şişe sambuca edinmiştim. bilenler bilir, mersin'e dahi gitsem, ya da nereye gidersem gideyim ilk işim akşamında şehrin işlek? barlarından birine gidip içki içmek olurum. bu huyumdan italya'nın roma, modena ve bologna bölgelerinde de vazgeçmedim. hatta hiç unutmam bir keresinde gebze'ye gitmişim, ve akşama kalacak kadar vaktim olmamış, gittiğim eğitimi ekip gündüzünde işlek bir bara girip hereke'ye selam durmuşum. işte hani bazen her şey bir anda, ama buraya dikkat çekiyorum ki, "bir anda" boş gelir ya size, o zaman her şeyi boşverirsiniz, işte ben ne zamandır bu sambucayı özel bir birliktelik için bekletiyordum, fakat bugün öyle bir an geldi ki, çakarım dedim özel anına, içeyim işte ne var. bunun için bu yazıyı bitirmeye sabırsızlanıyorum, bilirsiniz içince yazamam.

ayrıca ben seni terk filan etmedim. terk olmuştum ve bana masaj yapmanı istemediğimi istedim senden. mektubu yazacağın adres belli mi, orda kimse oturmuyor -yıllardır,- bildiğim kadarıyla.

3.04.2011

baba ben bu gece tüm halkımız için içtim. bu yüzden biraz çokça içtim. kapıları çaldım sonra bana. sana burda bu ilk ve son hitabım olsun mu baba. baba bugün dağlar yeşil boyandı. zeki müren üzüntüsünden gümbür gümbür ağladı. gök sarssıla sarssıla boşaldı. baba bugün bir kızı daha hayatımdan çıkardım. baba hayatımdaki tüm kadınları çıkarmaya niyetliyim bu ara, kapı önünde yer var mı. baba bana birazcık balkon var mı. burdan köy yolunda, kenarda arabayı durdursak da davul zurna orkestrası gelse, çalsa da oynasak, dizlerimi yere vurmaktan morardığını ancak bir sonraki gün fark etsem. kader diyemezsin sen kendin ettin,i senin için istesem. bağıra bağıra ovalara yayılsak, buna kendimiz yine hayran olup bayılsak. otuzuma dayadığım merdivenin basamakları arasında eksikler var, dikkatle çıkıyorum baba. bu merdiven ahşap, bu merdiven tahtakurusu. şimdi tam, boşver. benim beyaz veya bembeyaz veya bir koyu tonda sevgililerim oldu baba. şimdi hepsinin hayatlarında biri var. mutfakta biri mi var baba, ya yatak odasında.

1.04.2011

aşktan ola acı çeken iki kişiyi birbirine yaklaştıran filmik duygu nasıl bir şeydir ki