ama arkadaşlar iyidir



19.04.2012

bensizlikle bağlantı

- senin sesin var mı?
- makedon müzisyenlere ben de ilgi duyuyorum evet.
- peki söyle bakalım, kavanozunu veya içinde bulunduğu her neyse işte onu, açtığında mutlaka bir yerlere içeriğinden sırnaşan yiyeceklerimiz nelerdir?
- hahah, zeytinyağı ve baldan mı bahsediyorsun?
- üçüncüyü bulduğunda sana aşık olacağım biliyorsun.
- peki söylesene sen benimle bu cumartesi alsancak'ta birkaç bira içecek misin?
- bana umutsuz teklifler etmekten vazgeçer misin?
- ağlar mısın güler misin?
- dargın olamayız elbette. ben sadece beni neden hâlâ öpmemiş olabileceğini, neden hâlâ gözlerime bakmamış olabileceğini sordum sarı çiçeğe.
- ne dedi ne dedi?
- çocukları, yavruçocukken mandolini olanlar ve olmayanlar diye ikiye ayırıyorum dedi.
- bugün palmiyesin.
- hayır, incirlikten bir süre daha vazgeçmeğeceğim.
- sesin var mı senin?
- sese gelen sevgili öyküsünü bilir misin?
- sana eldivenlerimi göstermek istiyorum. bir de şapkamı tabii.
- önce saçlarını göreyim, sonra da şapkanı. bana kek yap.
- ne kadar sıkıcı olduğunun farkında mısın?

17.04.2012

- bana bisiklet resmi çizer misin?
- sanırım birileri yazılarında beni terlik ediyor. sanırım birileri beni yazılarıyla terlik ediyor.
- saçmalama. terli terli bira içme. sigara da içme. me ma mööö.
- mööö'nün yazınsal ve şekilsel duruşu da sessel ifadesini doğrulamıyor mu sence?
- sel deme şimdi, kıskanırlar mıskanırlar.
- sal diyeyim o zaman, kayıkçılığa pek uzak sayılmaz. aslında ben salcıydım da öyle bi deyim olmadığından, sonra da işleri büyüttüğümden.
- kibrit ister misin?
- kibritçi kız mıyım ben. kibritçi çocuk olabilirim belki.
- soğukta donmanı istemem. sıcaktan olmalı senin ölümün bile.
- sen nasıl konuşturuyorsun öyle. sen benim sana aşık olmama inanmıyorsun bence.
- ne kadar da sence.
- eğreti duruyorum sana: serdengeçtim halusinasyonbuki.
- aslında en merak ettiğim şeylerden biridir mandalinaya küçükken ne dediğin, ya da kelebeğe.
- geçti mi?
- bir öptüm bir öptüm, bir daha öptüm, geçti.
- seni haftaiçi de sevmem lüks mü kaçar hayatıma?
duruyor muyduk o sırada, napıyorduk hatırlamıyorum. kişileri asla unutmam, ama konuşulanları unuturum, -abilirim. bazı adamlar çok iyiler, hatta sana ulan bu herif çok fazla iyi dedirtebiliyorlar, o adamlar kötüleşene kadar terkediliyorlar. terkedile terkedile crocodile e. bazı kadınlar da çok iyi oluyor, tabii ki haklarını yememek lazım, onlar da sıklıkla terk edileyorlar, onlar kötüleşmiyorlar da. kötüleşmek. bazı adamların dilinde karıya gitmek diye bir deyim var, nitekim gidiyorlar; kadınlardan erkeğe gitmek diye bir deyim deymedim. gitseler de adı aldatmak oluyor zaten onun istanbullu toplumlarda. "onunla anlaşmazlıklarımızdan bir tanesi onun bana göre daha istanbullu olmasıydı" şeklinde bir açıklamayla gelip dert yansaydı bana bir arkadaşım, onu çok tabii anlardım.

alkol bazılarının beynini yumuşatıcıyla yıkanmış kıvamına getirirken bazılarınınkini de köy sabunuyla yıkanmış gibi yapıyordu.

bana bakma sen!

hem bana kızmak yok!

beni etkilemek ya da ne amaçla olursa olsun gözlerime baktığını hissedersem seni mutlaka tekrar ararım. ben pek gözlere bakarak konuşmam, nadiren baktığımda bakıldığımı yakalarsam demek ki zaten bakılmıştır falımıza.

15.04.2012

sen uzaklarda değil

yağmur gözlerini kapamadı sayın seyirciler. gözlerimiz camların ardında kaldı. gözlerimiz yağmurun biriktirdiği sularla çevredeki gözleri ıslattı. fırtına devam ediyor. bahara bir nazar. bahara bi nazar değdirdim ki sormayın gitsin. dünyaya bi nazar boncuğu takacak olsan hangi yöresine takardın merak ediyorum. dünyayı gezmeyi o kadar çok severdi ki, gidemediği zamanlarda dünya haritasına bakıp mastürbasyon yapardı. dünyanın vücudu o kadar güzel ki yukarıdan aşağı inene kadar ömür yetmez.

eğer karım olursan, dünyayı bir miktar kımıldatacak gücü bulabilirim kendimde. ve her sabah bu güçle çıkarım evden evrene.

sonra ben buna bi şarkı yaptım, epey de tuttu.

10.04.2012

new dawn fades (moby remix)

- önce sen geldin, önce sen.
- ben sana aşık oldum galiba, aşık galiba sana oldum ben, aşık ben sana galiba oldum.
- bi sn. bunu duymak kolay değil, kendime kontör yüklemeliyim.
- keşke hiç gelmeseydin.
- neden?
- seni uydurmazdım o zaman.
- çok mu uydurdun beni?
- evet, otobüste giderken uydurdum. çeşmeden avcumla su içerken uyurdum. cami avlusunda beklerken uydurdum. otobüsü kaçırırken uydurdum. dalgalardan ayağım ıslanırken uydurdum. değişik şekillerde uydurdum. altını aldığım satırlarda uydurdum. içimden ayda bir akan kanda uydurdum. içimden ayda bir ayın şekline uydurdum.
- bu şekilleri çizebilirsen sana aşık olabilirim.
- bana mesaj attığında elimde bi bezle toz alıyodum.
- bu yüzden mi bana aşık galiba olduğunu söylüyosun?
- evet, aldığım tozları en yakın mikrobiyoloji laboratuarına götürüp mikroskobiye tabi tuttuğumda lamın üzerine senin fotoğrafını gördüm. her şey seni işaret ediyordu.
- parmağını burnuna götürüp şşşt yapar şekilde fotoğrafını çekebilir miyim?
- bence sen önce benim sana aşık olduğum fikrine inandır kendini. bütün dünya benim lehimde tezahürat yapıyor ve duymuyorsun, kulakların kepçe oysa. neden bu kadar katısın?
- sen ömrüme kasıtsın.
- bana şairlik yapmazsan sevinirim!
bütün şiirlerimi astım

lover lover lover lover come back to me. bilekciyan ud çalıyodu. benim hocam vardı, evine gitmiştik, balat'ta oturuyodu, hanımın mı dediler, yok dedim, arkadaşım. hocamın belden aşağısı tutmuyodu, hanımının adı saadet idi, saadet çok güzel isim tanrım, iyi ki varsın ve iyi ki böyle bir ismi dünyaya getirmişsin. gabriel garcia marquez olsam yüzyıllık yalnızlık da neymiş, asırlık saadet adlı bir kitap yazacağımdan hiç şüpheniz olmasın ama beni yazdıran kızlar, benim yazdıklarımı beğenen kızlar yok şimdi, ben her şeyi her yeteneği kızlara borçluyum, varsa tabii, yoksa zaten bundan söz bile edilemez, nerde kaldı şıpıdık terlik meseline dair masal, nerde kaldı madonna olacakmış, nerde kaldı aşk köpeklik değildir, nerde kaldı could you be loved, nerde kaldı aysel gel başıma, nerde kaldı bu mına kodumun otobüsü, akaretler durağı mıydı burası, serencebey durağı mı, fuar pastanesi, arjantin pidecisi, özguatemala kahvehanesi,.. şaşıyorum insanı kanatan hakikatler olmasına. insanı kanatan birtakım şeyler varmıştı, he evet, he polmuştu. benim hocam, adı bay kerim'di, ama ben ona hocam derdim, düşünsene ya kız ud çalıyo, keman filan çalıyo, tıpkı piyano çalan bi erkeğe otomantıksızın aşık olması gibi aslı'nın, böyle hakikatleri var dünyanın, bi adam piyano çalıyosa kızın dünya haritası onun parmakları üstünde dönebilir, yuvarlak haritadan bahsediyorum, raksediyorum mına koyim, bildiğin raksediyorum. neymiş de dünya yuvarlakmış, ey hayat, seni sevdiğim için özür diliyorum. bi yalnızlık planladım senin için ki için gider. haykırasın rasın gelir. ordan çıkan rastalı bir genç, sana viski ikram eder. ne diyodum, udum diyorum, nemden dolayı eğrildi büğrüldü kaldığım kapıcı dairesinde, sonra ben dünyanın bütün nemlerini kurutmaya adadım kendimi, o kızların beni sevmesine dair adadığım adakların hiçbiri sonuç vermedi, yazdı bana bana yazdı, beni görünce unuttu cümlelerinin güzelliğini, cümlelerinin güzelliğini çirkinliğime verdi. sonra udumu eşeğinin sırtında odun çeken bi yaşmaklı teyzeye bağışladım, biraz kül biraz duman bile olamadan gitmiştir bi sobanın içinde. sigaraya bi sobanın içinde başladım, o zaman bildiğin kurşun askerdim. üzgünüm, düzenli bi yazma hayatım yok, yazmaya başladığımda ilk sefer boşa gidiyor, ikinci seferde zevk alırız biz de. hani şey gibi, bir nohut tanesi kadar olması tavsiye edilen şampuanın, ya da diş macununun, azıcık suyla köpük köpük köpürmesi gibi. ben de işte, azıcık notayla bildiğin köpürebiliyor, ve bugünlerde hemen sevebiliyorum. bugünlerde seni hemen sevebilirim. bugünlerde seni tekrar hemen sevebilirim. bugünlerde seni ilk defa hemen sevebilirim. bugünlerde saçım olsa onu bile uzatabilirim. bugünlerde sakal bile bırakabilirim. bugünlerde, bile bile senin için her yere gidebilirim. bugünlerde inan senin için ölebilirim.

9.04.2012

ilk olarak onbirinci dakikanın onuncu saniyesi filandır, muhsin bey'in sevda hanım'a olan bakışıyla birlikte müzik de girer devreye, ben o bakışı bilirim, gayrihtiyari bilirim, o müzik de cezbekeder.

8.04.2012

bol bol karşıdan karşıya geçtim bugün. pek manidar geldi bana.
bundan birkaç yıl kadar önce özellikle sabahları dinlediğim

The Lucksmiths - There Is A Light That Never Goes Out (Smiths CoverLyrics).mp3

7.04.2012

bu akşam dışarı çık. bugün cumartesi. alışkanlıklara değilse bile halka uyum sağla. bara git. izmir'e git, alsancak'a git. karşıyaka'ya bostanlı'ya git. kadıköy'e git, taksim'e git. bara git bira iç. gece dans et. ya da benim nerde olduğunu bile bilmediğim sen, benim ne olduğunu bilmediğim şeyler yap, sakın bana haber verme. bu akşam kiminle sevişeceğini kimse bilmesin seviştiğin kişiden başka. bu akşam dünyanın her yerinde cumartesi mi. parmakları shuffle kısayollarında şarkı mı değiştiriyor dünyanın tüm azınlıkları. a erhan mesela şu an neyle meşguldür, ya da e akın ya özgür. benim için önemli bunlar, ve dünyanın tüm kadınları. dünyanın bütün kadınlarını verin diyorum bana, çiçekler su ister, gübre isteyen çiçekler bize göre değil. biz hakimiyetin kayıtsız şartsız durandan yana olduğuna biat etmiş mutlu bir sazınlığız. sazınlık demek, sazlıklara gönül salmış kişiler demek. sazlıklardan havalanan bir ördek gibi olamaz kimsenin sesi, saçma bir şarkı sözüdür tanrı sizi inandırsın. inandırmak konusunda tanrımızın ikna kabiliyetinden yararlanmak gerekliliğine şüphe yok, şüphesiz ki o bir harftir, hatta rakamdır biraz büyürse elips. ben asıl seni merak ettim, iyileştin mi, ne haldesin, bensiz bu akşam neler içeceksin, tooman'ın sarhoş olsak ya diye bi şarkısı var.

merhaba, ben hoparlör, sesimi açabilir ya da kısabilirsin, her şey senin elinde ve benim kulaklarım kepçe.
yumuşatıcı almadan önce kapağını açıp koklayan anneler mi tek ortaklığımız.
hayır, başkalarının buzdolaplarını karıştırmamalıyız, alkoliklerin buzdolapları karıştırılmaz.
aşk kültablasıdır bir düşünün abiler. söndürürsün, yenisini yakarsın. bazen sönmez, kalanın dumanı rahatsız eder, burnunun direğini sızlatır.
kulak burun boğaz şeklindeki ortaklık, burnunun direği sızladığında yutkunma ihtiyacını da birebir hissettiğindendir, kulağın bu sırada çalan melodiden vurur sana.
aşk bir biradır bir düşünün, kimi çabuk ısınır, içesin gelmez; kimi uzun süre korur soğukluğunu. soğukiçiniz.
yastıklarda hayat var, yastıklarda tel tel dökülmüş saçlar var.
tel tel tarardım zülfünü.
sevgilinin saçları kuş yuvası.

6.04.2012

Nisan 1

Martılar ağlardı damlarımızda, biz seninle duruşurduk. Biz seninle ne de güzel duruşacaktık.


Bozca Adam bugünle birlikte tam iki haftadır ardı ardına iki gece aynı yastığa baş koymadı, bitseydi artık bu yerleşik hedefli göçebelik, bu balkonsuzluk, durmadı. “Bir şehrin balkonu olmadı mı, o şehirden korkacaksın,” derdi Bozca Adam. Bir kadının balkonuna çıkmayı, orda ne bilelim reçel filan. Kuş yuvam, der miydi ona sevgilisine Bozca Adam. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına? Ormandan geliyordu, dağdan gelecekti bir kız döne döne, dağdan bir kız gelecekti döne döne, dağdan bir kız döne döne.

Bozca Adam takla attı.

Bozca Adam hababam koyuyordu.
Bozca Adam, o günün akşamı o gün kalacağı misafirhanenin odasında bulunan tv’yi açtığında, Durdurun Dünyayı adlı film oynuyordu. Sonra mübaşir adını çağırdı tanık sandalyesine, dünyayı durdurdu bir dönümlük. Bir dönümlük arazi almayı tasarladı dururken.

Bozca Adam, o günün pazar olan dününde baba bey’iyle birlikte tarlalara açıldı nisanın tam da birini kutlamak üzere. Tarla kuşları ötüyordu, öyle bir ses az bulunurdu gerçekten. O kuşun resmi adının tarla kuşu olduğunu öğrendiğinde tam yirmiiki yaşındaydı, yirmiiki yaş onun gözünde tüm insanlığın en özel yaşıydı, yazıyla yirmiiki. Yazıyla yirmiikisinde tanıştığından mıdır, belki. Kırmızı bir burnu vardı bozca adamın, yüzü çiçek bozuğu gibi bir ucubelikle kaplıydı. Sonra o sıralarda, muhtelif tiyatrolarda Tarla Kuşuydu Juliet adlı oyun oynanıyordu, izlemeye gitmedi, adı yeterince güzeldi. Tarlabaşı’nda Tarla Kuşuydu Juliet, diye bir oyun yazdı. Tarlakuşu kuş olup uçmuştu çoktan, ne bilelim belki rio de janeiro’ya, belki kızılay’da kolej mevkiine, belki sığacık’a, belki guatemala’ya, belki kumbaracı yokuşu’na. Belki solo le pido a dios. Aklına judy ve uzun bacak da geldi, gelmez olur mu hiç.

“Davut, hadi şu turplardan bi pişirimlik topla, bak taze taze.” diyen taze sesini duydu baba bey’inin. Babası ona Davut derdi, küçüklüğünde bitirim bi çocuktu, delikanlıydı. Kavgalara karışırdı. Bir gün babası ona kavga etmenin iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalıştığında, babasına savunma olarak Davut’un kavga ederek güçsüzleri koruduğunu söylemişti, babası Davut’un kim olduğunu sorduğunda, bir filmde Cüneyt Arkın’ın oynadığı karakterin adı olduğunu ve hikayesini anlatmıştı. O gün bugündür adı Davut kalmıştı, Davut aşağı, Davut yukarı.

Sonra turp otlarından toplamaya başladı. Halkça hardal otu, ve adını bilmediği bir sürü muhteşem bitki. Gördüğü dikenin bi tanesinin kabuklarını soyarak içini yedi. Bunu dünya üzerinde bilen kaç kişiydi, o dikenin içinin yenebileceğini bilen kaç kişiydi. Bir dikeni tanımak böyle bir şeydi. Herkes gibi o an kendini dikene benzetti. Hatta uzatıp, kirpi gibisin çocuk / her tarafın diken / kim elini uzatsa / delik deşik dizelerini hatırladı Attila İlhan’ın, saçlarına dokundu, bildiğin kirpi gibiydi. Toprağa gözü daldı. Doğaya kaçmak deyişini bir türlü anlayamıyordu. Adı üzerinde Bozca Adam, zaten doğduğu günden beri doğayla iç içeydi. Gözü her yana pervasızca ve sereserpe uzanmış papatyalara takıldı, papatyaların kokusunu tarif edebilecek kaç kişi vardı, yok artıktı. Her bitkinin üzerinde birtakım böcekler vardı, ama en dikkat çekicileri elbet uğur böcekleriydi, sahi uğur böceklerinin resmi bir adı var mıydı, nüfusa ne diye kayıtlıydı. Coccinella.

O araziye pamuk ekerlerdi. Sonra pamuk hem para yapmamaya hem de çapasıydı suyuydu zahmetli olmaya başladığından, yonca ya da fiy ekimine girmişlerdi. Film ekimi vardı di mi, bu da bozca adamların fiy ekimi işte, aynı kapıya çıkar. Dolayısıyla, dolayısıyla, ?, küçüklüğünde dahi olsa pamuk toplamış olmak, çekirdeklerini düşünüp o gri pamuk bitkisinin nasıl olup da o bembeyaz ecza ürününe dönüştüğünü kurmak bir yana, pamuk balyalarının üzerinde zıplayıp aralarında kuzenleriyle saklambaç oynamışlığından dolayı kendini şanslı saymıyordu, çünkü bu gayet doğaldı, çünkü şimdi de kuzenlerinin çocukları yerine getiriyordu bu eylemi.

Bozca Adam bir süreliğine dünyayı başıboş bıraktı. Dünyanın balkonuna sigara içmeye çıktı. Sahi, sevdiği bir kadının balkonuna konmak. Kadın bu, kuş misali.

Baba bey’i, sanki Bozca Adam’ın karaciğerinin başına geleceklerden haberdarmış gibi tarlanın her yanına enginar dikmişti, enginarlar baş baş meyve vermişti, birazı da muhakkak kendi karaciğeri içindi. Akciğerin halk dilindeki adının kızılciğer olmasından mütevellit, halkı haklı buldu bozca adam. Babasının küçükken, tarlanın hemen kenarından akan kanalda suya girdiğini düşündü kendisi suya girerken. Babası, içine doğduğu çadırı tarif ederken, gözleri dolmuştu, birkaç gündür de oraların özellikle rüyasına girdiğini eklemişti, dedesi rahmetliyle birlikte. Bozca Adam, evde ve hastanede doğmuş olanlar şeklinde insanları ikiye ayırırdı. O zamanlar fakirlik bu şekilde kıyaslanırdı, ve çocuklar ne kadar zengin olduklarıyla değil de ne kadar fakir olduklarıyla övünürlerdi. Her ne kadar kendisi için bu dünyanın son şahitlerinden olan babaannesi geçtiği yıl halka gözlerini yummuş olsa da, evet olsa da, bu büyük bir buruk. Bi büyük lütfen.

Önünden geçen bir yavru fiy bitkisinden düdük yaptı Bozca Adam. Kadınları bunun için seviyordu aslında. Bunu onlardan en sevdiğine öğretme hayaliyle yaşamaya devam ettiriyorlardı ya onu, yoksa ne diye yaşayaydı. Ya da geç kalmış bir ekinin ucundaki kara boyayı göstermek, ya da o otlardan saat yapmayı, ya da yapışkan otlara uzanıp üzerinden atamamayı. Yoksa papatyadan tac yapmayı herkes bilirdi. Ayrıca çiçeklerin dalında güzel olduğuna da inanmıyordu Bozca Adam. Çiçek elde güzeldi, çiçek saçta güzeldi, çiçek nerede olursa olsun güzeldi, soldu mu tazelenirdi.

Güneşin haşin adaleti yüzünü iyice kızartmaya yüz tuttuğundan bir Akdeniz bitki örtüsünün altına sığındı, başını kaldırıp baktığında gördü kuş yuvasını. Ilgın Ağacı’nda kelimenin sakin ve tam anlamıyla derme çatma bir kuş yuvası. Kadın ve onun kuş yuvası, dünyanın teması, bir dünyanın başka bir dünyaya teması.

3.04.2012

Bornova'nin ara sokaklarindan birinde ishak kusu'nun sesini duydum, kesinlikle oydu.