ama arkadaşlar iyidir



26.09.2011

normalde insanlar her gün, eğer gerçekten normallerse, altıbuçuk yedi gibi doğarlar, gece oniki bir gibi ölürler. bir de diğer normaller vardır, eğer gerçekten normallerse, altıbuçuk yedi gibi doğarlar, gece iki gibi ölürler. bir de hepten normaller vardır, bildiğin normaldirler aslında ve bunun farkında değildirler, on onbir gibi doğarlar, üç dört beş gibi ölürler, aralıkları daha geniştir, genişlemiştir. bir de benim gibiler vardır, yarıiletken bandı gibidirler, dörtbuçuk beş gibi doğarlar, on bilemedin onbuçuk gibi ölürler. biz böyle iyiyiz.

24.09.2011

cumartesinin tadından diğer günlere çelik aşılamaya çalışan adam. havlular iyi kurutulmadığında bütün dünyadan nefret eden adam. sarhoş adam sol kulvardan sıyrılarak. bir gün buralardan -oralar nereleriyse- kaçıp gideceğim umuduyla yaşayıp bi bok yiyemeyen adam. umudunu yeşertmeye çalıştığında bi yüksek sesli hasta siempre açıp kafayı bulmaya çalışan adam. cure'dan bıkmayan adam. kendine kür üstüne kür yapan adam. alkol kürü, bir kür türü. kürsülerde konuşmaktan fena halde hoşlanan adam. o kızı bir türlü kandıramayan adam. dün akşam ne yaptığını hatırlamayan adam. unutan, fena halde unutan adam, her şeyi ama her şeyi unutan adam. dün akşam ne yediğini düşünmeyen bile adam. aklına ıstıranca gelen adam, ısırgan adam, kırıp döken sürekli yaralayan ve bundan kendini alamayan adam. nedir bu böyle aynı hikaye, suç kimde neden böyle. kendisine sürekli mesajlar gelen adam. dam başlarında yatmayı seven adam. akşam dışarı çıkmayı seven ve fakat eşlik edecek insanlara bir türlü kıyamayan addam. adam sen de, keyfimiz yerinde. sabah çaysız edemeyen ardından da mutlaka kahve içen adam, hazır kahvesini sütsüz içen adam, iki şeker lütfen. geceleri uyuyan gündüzleri çalışan adam. geceleri de bazen çalışan ve ardından ve öncesinde yine uyuyan adam. içtiğinde hiçbir şey yapmak istemeyen, sevişmek bile istemeyen, sevişmek bile istenmez mi, adam. mesajlaşmaktan telefon konuşmalarından hoşlanmayan adam. telefonu eline almayı bırak taşımak bile istemeyen adam. terbiyesiz adam. gittiği okuduğu çalıştığı durduğu yerde mutlaka birilerinin uzaktan uzağa aşık olduğu, ve uzak günün birinde bunu söylediklerinde buna şaşıran piç adam. bakışlardan zerre anlamayan adam. ıstırap adam. kadınları sadece bir gün bir gece sevişmeye bir türlü ikna edemeyen adam. şairleri sevmeyen ve bu yüzden şair olmaktan imtina eden adam. kendisine, hakkında, "onu izlemeyi seviyorum" denmesini çok büyük bir seni seviyorum cümlesi sayan adam, çünkü hayatı çok sesli senfonik şekilde yaşayan ve bunun anlaşılmasını önemseyen adam. yalnız adam. annesini seven, babasından hoşlanan adam. artık içtiğinde bile ağlamayan adam. hayatının farklı dönemlerinde farklı farklı adam. telefonunun mesaj hafızası telefon defteri gibi olan adam. kadınlar kadınlar adam. bir gün eve çıkma hayaliyle yaşayan adam. bir gün uzak ülkelerden birinde yaşama ihtimaline çaktığım adam. bir gün karısıyla eve çıkma hayaliyle yaşayan adam, balkon şart. balkon adam. "legad halagnel insâne fî ehseni takvîm." "biz insanı en güzel biçimde yarattık" gerisini getirmek istemeyen adam. yaşadığı şehri ortalama beş yılda bir güncelleyen adam ve bunun için geriye sayan adam. sol kulvardan atağa bir türlü geçemeyen köhne adam. baudelaire'in çalışmak ilkesini benimseyen adam, kafayı yememek ve daha da alkolik olmamak için bolca çalışan adam, çalışmayıp napacak adam. bir âşık suda boğulması gereken adam. memeleri çok merak eden adam. kaşıklara ilgi duyan adam. kurşun kalemleri seven adam. yeni şarkılara ihtiyaç duyan adam. kendini iyi hissediyorsa sadece şarkı bol şarkı söyleyen adam. dario moreno'dan hatıralar hayal oldu yorumunu pek ama pek çok, adamo'dan her yerde kar var yorumunu ise pek seven adam. ne varsa eskilerde var cümlesini hayatında bir kez bile kurmamış adam.

şu an şu güzel saatte işyerinden çağrılan adam. poff.

22.09.2011

very long marianne

buzdolabından çıkan buz gibi kolonyanın yerini pek az şey tutabilir. yuvasından düşüp de ölen yavru serçenin yerini pek az şey tutabilir, yaz başında daha sık rastlanmakla birlikte eylülde bunların düşmekten ziyade iyice palazlandığı görülür. lan! tavuklar karpuz kabuklarını pek sever, onlar için de kavun kabuklarının yeri muhakkak ayrıdır. ayrıca etinden ve sütünden faydalandığınız büyükbaş ve küçükbaş hayvanlarınızın en sevdiği yiyecek de doğranmış karpuz ve kavun kabuğudur, onlar için de karpuzla kavunun yeri ayrı mıdır? peki biz insanoğlu için durum nasıl? biz, karpuz ve kavunları iç ettikten sonra kabuklarını tavuklarımıza mı koyunlarımıza mı versek tereddüdünü yaşayan bir varlıklar toplamıyız.

peki aramızdan bazılarının işler güçler toplamı olmasına ne demeli.

dün rüyamda bir mesaj alıyordum, aynen şöyle diyordu: "çok etkilendim gerçekten. senin bir hayatın bile yok. neyin kafasındasın yine. antidepresan mı alkol mü." çok etkilendim gerçekten. sonra sabah uyandığımda bir mesaj daha almayayım mı, aynen şöyle diyordu: "işte bu yüzden affetmeyeceğim seni." sonra gittim no milk today diye bi şarkı besteledim, meğer yıllar önce bestelenmemiş mi, sonra gittim gündüzüm seninle diye bi şarkı daha besteledim, meğer yıllar yıllar önce bestelenmemiş mi, sonra gittim hüsnün senin ey dilber nadide kamer mi diye bir şarkı daha daha besteledim, meğer yıllar yıllar yıllar önce bestelenmemiş mi, hatta belki annabel lee'den bile önce, annabel lee de kaç hafta kalmıştı listebaşı olarak, hey didi günler dude.

sarhoş adam yeği göğü abarttı.
sarhoş adamın gördükçe seni tazelendi sanki hayatı.
sarhoş adam atına binerek uzaklaştı.
sarhoş adam gözünü bile kırpmadı.
sarhoş adam yeri göğü boşalttı.
sarhoş adam adına kurban
sarhoş adam kayığına güm güm.
sarhoş adam dam dam dam.
sarhoş adam ile topal martı.
sarhoş adam yeri geldi ah bile demedi.
sarhoş adam ah eğleniyor kendi başına ah neşesi yeter.
sarhoş adam yeri geldi.
sarhoş adam mesaj aldı attı aldı attı aldı attı, aldattı mı aldatmattı.
sarhoş adam a rahat battı.
sarhoş adam belanı mı arıyorsun be adam, böyle diyor kimi görsem, diyerek alıntı yaptı.
sarho şadam ulama yaptı.

"işte suyumuzu kestiler bu bir eylüldür ey teşrinievvel"

20.09.2011

çok boz bir hayatım var. la llorona, seviyor muyum nedir. çok yap boz bir hayatım var. llorando, nedir. yapıbozumcu bir hayatım var, içimden bozuyorum.

bugün düşündüm de adım ve soyadımın toplamında iki tane "an" geçiyor olması nüfus cüzdanımın bana şu an için otuz yıllık bir süprizi mi acaba, sadece. çok anlayışlı olduğum anlamına gelir mi bu. ya da anları çıkarırsak benden geriye ne kalır. "kalırsa da içinde bir derin sızı kalır." bu an'lar da amma klişe yaptı ha. k.

18.09.2011

o şarkıyı dinlemeyeli ne de kadar olmuş
birine, you make everything groovy, diye söz yazdırmak nasıl bir şey acaba. ya da birinin sana, kendisi için, you make everything groovy, dedirtmesi.

hayattan en büyük beklentilerimden biri zil zurna içip sabaha kadar uyumayabilmek, ve öylece işe gitmek, ama ben dayanamıyorum, uyuyup kalıyorum. bi kere uyumadan kaldım, çok hoşuma gitti, o gün bugündür onu isterim.

bütün vücudumu kapayıp öyle gitmek istiyorum kadınların yanına, sadece ellerim açıkta kalsın, onlar zaten gereken şeyleri söylerler.
beni kimse bilmez ama hani bilenler bilir diye bir laf vardır, yeri geldi diye söylüyorum; bilenler bilir, ben sabah dinlenmiş olarak, daha doğrusu şöyle kafadan bi sekiz saat uyuyup ayılmış olarak uyanır da kendimi herhangi bir yere gitmek ya da herhangi bir şey yapmak zorunda hissetmeden kahvaltının ardından içeceğim kahveyi düşünmenin keyfini yaşar da bilgisayarımı açarsam, o gün benden bir yazı çıkabilir. ama bu günlerde öyle bir gün yaşamadım, mıyorum.

cuma akşamı gittiğim barda, oturduğum verandada içerden hafifçe eşlik eden müziğin sesine kulak kesildiğimde bu şarkının çaldığını duydum. bunu biliyor musun? dedim. evet dedim. nothing compares to you. en çok da jimmy scott yorumunu severlerdi hani ağır abiler ablalar. ama ben pop deyip geçmiştim o yıllarda. cuma akşamı bi güzel bi güzel geldi bana bu şarkı, eve gidince dinleyim dedim, ama eve değil otele yöneldim. sonra unutmuşum. bugün sabah işe gittiğimde, işyerinde hiç ummadığım umumi bilgisayardan bu şarkı yükseldi, nasıl yani dedim. şaşırdım ve aşık oldum. aşık olmanın çeşitli görünmez sebepleri vardır malum, şaşırmak da bunlardan biridir, ben daha çok bunu tercih ederim. şaşırdım ve aşık oldum. olur ara sıra. işyerinde müzik dinlemek pek bana uygun değil, en azından şu anki işyerimde. sonra öğle arasının hayalini kurdum, bir an önce daireme gideyim de şu şarkıyı bi hakkını vere vere dinleyim. aynen de sözümü tuttum. rahat birkaç gün götürür beni, sonra bi daha düşünürüz.

sence de öyle değil mi? insan dediğin bol bol sadede gelmeli. insan dediğin saudade'e gelmeli. kızın adı saadet, yeni koydum. sevdim olmadı, sevildim olmadı. beni yan bardan gönderdiler, yan bar, yancı bar, yanki bar, yankee zulu iyi filmdi, hatta bu yüzden bundan yıllar yıllar önce icq nicklerimden biri zulu olmuştu, zulu da güzel isim hani. bi müzik grubum olsaydı adını baba zulu koyardık belki.
öğle arası

14.09.2011

ne olacak peki, bir şeyler olması gerekmiyor mu. halbuki ne kadar da hiçbir şey olmayacak ve bu şekilde devam edecekmiş gibi duruyor öyle değil mi, sence de öyle değil mi. balbuki herkesin ne kadar da pek çok şeyi oluyor, kendilerine hiçbir şey olmayacakmış gibi gelenler için de pek çok şey oluyor -ki bu anda burda bu şekilde bulunmamın sebebi budur - yalnız--. minas de cobre. ne kadar da hiçbir şey olmayacak. bu kadar da aşikar olmaz ki, bu kadar da şikar olunmaz ki hayata. olunmaz, olunmamalı.
senenin her bu her dönemlerinde, kel eylül'den midir nedir, ben hep merdivana bağlarım. siz merdivana bağlamak nedir bilir misiniz?

12.09.2011

7.09.2011

ayabbabı

güncellenen arayüzüm giderek daha içine kapanık. giderek daha ketum. daha kötü gelerek. giderek daha merhametsiz. giderek daha anlayışlı. gelerek daha tahammülsüz. giderek daha düşüncesiz, daha pervasız, e daha dur daha durdahadur. dur ben buna bir dur. keklik gibi kanadımı süzmedim, bu.

masanın üstüne biraz tuz döktüm, onu izliyorum. karıncalar tuza da itibar etmiyor. karıncalar, kadınlar gibi, tatlı, şekerli, şerbetli şeylere daha çok minnet ediyor. karıncalar, kadınlar gibi tatlı, şekerli, şerbetli şeylere daha çok minnet ediyor. seni tatlı seni şekerli seni şerbetli şey seni.

sadece olarak iletişim kurabiliyorum. ekstraya çıkmıyorum.

yüzü düşmek. ayakları kokmak. ayabbabı. ben iyisi mi biraz kulaklıkla bağırayım, sesim hiç duyulmaz o zaman. kapının asla çalmayacağını bilmek ne kadar güzel. ya da yarın karşı komşum diyecek, -lan olum kapıyı niye açmıyosun, -uyumuşum. bu kadar.

yine bensiz bir beyaz manto. üzüm yer miyiz, yeni yıkadım. kulaklığını tak ve beni dinle. kulaklığını tak ve beni bağır çağır. geçici duyma bozukluğuma yol aç.

5.09.2011

"bence insanlık daha yavaş trenler icat etmeli." bence de insanlık daha yavaş trenler icat etmeli. bence de insanlık daha yavaş. bence de insanlık çok mühim. ama trenler daha yavaş. dur ben buna bir. dur ben bunu bir düşüneyim. insanlık daha yavaş trendler icat etmeli. trend mor. insanlar trenden daha yavaş inmeli, hem ne o öyle hızlı hızlı hıphızlı. hıphızlı. sadri alışık der ki, bülbülün çilesi yanmakmış güle. winston box der ki, sigara içmek cildin erken yaşlanmasına neden olur, ama bu aslında anonimin lafı değil miydi. bence insanlık sigarayı içine çekip kulaklarından üfürttürebilir. keşke geceleri hep uyusak.

3.09.2011

işte yine işe geldik. yarın dükkanı açıyoruz, önünü süpürmem için beni erken çağırdılar.

ben hiç böyle biri değilim, sen kime çektim, dedim tatilde babama. giderken kardeşime, babama/babamdan puslu kıtalar atlası'nı okumasını istediğimi söyle, dedim. altlarını çizdiğim veya işaret koyduğum yerleri okusa anlar mıydı acaba biraz. zannetmiyorum. nasılsa kardeşim de merak edip okumayacaktı. içim için için rahattı.

ilk gittiğim günler, sona yaklaştığım günler. tatil benim için bir şey ifade etmiyor. tek başına ya da aileyle olunan tatil hiçbir şey ifade etmiyor. üzerine bastığım topraklar önemli sadece. tatilse benim yapacağım şeyler belli demektir. aileye uğrayacağım, çocuklarla ilgileneceğim, onlarla minik oyunlar oynayacağım, onların gülmelerini sağlayacağım demektir.

kekliklerimden bir tanesi ölmüştü. keklikler çok hassas hayvanlardır bilir misiniz, strese çok duyarlıdırlar. bıldırcınları mesela direkt elinize alıp sevebilirsiniz ama kekliklere öyle harala gürele yaklaşmamanız gerekir. etraflarındaki diğer hayvanata dikkat etmeniz gerekir ve kafes yapıları da değişik olmalıdır. kümeslerindeki dışkıları düzenli olarak temizlemeniz gerekir. onları uzaktan sevmek icap eder. strese karşı geliştirdikleri tavır ise ölmektir, evet bildiğiniz stres kekliği öldürür. o yüzden onları o üretimci yapay kuluçkacı adamın elinden alıp babamın daha güvenli ellerine teslim ettim. yeterince olgunlaştıklarında doğaya salacağım kendi ellerimle. bıldırcınların sağlıkları yerindeydi ve tüm verimliliklerince yumurtlamaya devam ediyorlardı. hepsini gün aşırı sevdim. bazen gece hıçkırıkvari ötüşlerini duyduğumda uykudan uyandığıma sevindim.

tatile varışımın ilk günü müydü neydi, henüz içki seanslarına başlamamıştım, çay içip çekirdek çitliyorduk. birinin senin için çekirdeğin içini hazır etmesi ve topluca eline vermesi garip bir romantizm taşıyor olmalı, buna inanırım. mahalleden bi araba geçti sokaklarda yankılattığı müziğiyle, ferdi tayfur'dan bana onu sormayın çalıyordu. şarkının adı unutmak istiyorum olmalı. o an o arabanın içinde olmayı çok istedim. çünkü o arabayı daha önceki anlattıklarımdan tanıyordum, içinde kapısını açıp baksanız bira şişesi topluyormuş hissi uyandıracak, içerden bir duman bulutu fırlayacak, arabesk entegre bir araç. ilk gençliğimi hatırladım, şu an hepsi evlerinde oturup çay eşliğinde dizi izliyor olan ve ertesi gün çocuklarıyla bayramlaşmaya gelecek olan arkadaşlarımı düşündüm. soda içtim geçti.

bayram oldu. elli lira mı verdim beş lira mı verdim tereddüdüne kapılan yaşlı büyükler oldu yine, altı değil dokuz sıfır atsan da bu tereddüt değişmeyecek. para bozmak için üç tane beş liralığa karşılık bir adet yirmi lira teklif etmeme rağmen kandıramadığım küçükler oldu yine. kolonya satıcıları şöyle bir silkinip kendine geldi bayram öncesi. hâlâ bazı evlerde tütün kolonyası servis ediliyordu, travmatik bir kokuya sahiptir.

frenk incirini (babutsa) bilmeden avuçladı yine bazı çocuklar, o dikenleri ellerinin tüm vücudunda hissettiler, bu kendilerine büyük bir ilk tecrübe oldu gençlikleri öncesi. frenk incirini bilirsiniz, bol dikenli, kaktüs sınıfından bir bitkidir, meyvesi turuncu-sarı renkte olup albenili ama etrafında binlerce milimetrik dikene sahip bir meyvedir. kimi çocukların dikkatini çeker. benzetmeyi alın kapınıza asın işte, bana yaptırmayın. bazı şeyler de albenilidir, rengarenktir, elinize aldığınızda iş işten geçmiş olabilir, ondan sonra uğraş dur diken ayıklayacağım diye.

bitkilerle de haşır neşir oldum bu tatilde her zamanki gibi. uzun zaman aradan sonra hayıtlarla karşılaşınca sevindim. ılgınları tekrar sevdim. o otsu ve bol kokulu bitkinin adınını yine öğrenemedim. biberiyeye benziyor ama değil, puff.

sonra sondan ikinci gün ovaya bindim. kocaman uçsuz bucaksız bir alan. çulsuz birkaç adam. rakıya bandık kendimizi. yengecin biriyle oynaştım. yengeci neresinden tutacağın, kendisiyle nasıl muhatap olacağın önemlidir, yoksa ısırır, suya geri bıraktım. balık yakaladılar. domuz avına çıktık gecenin yarısı. ben yine izledim. işi erbabına teslim etmekte üstüme yoktur. çadırda yattık. yıldızları saymaya kalktım, iki kez birmilyon ikizyünbin onikinciden sonra şaşırıp sıfırdan başladım, hepsi ayaklarımın altına serilmişti. çakallarla oynaştık, kemik verdik gittiler.

velhasıl, geçti dost kervanı, eyleme beni.



o akşamın üzeri saatlerinde, o taksi durağının arkasındaki küçük çay bahçesinde neyi bekliyordum, neyin vaktini geçirmeye çalışıyordum, bunu hatırlamıyorum. dikkatimi çekti. ,

yanımdaki masada ortayaşlı ama yüzü yaşından epey kırışık bir adamla yedi-sekiz yaşlarında kızı oturuyordu. önce bu kız çocuğunun adamın kızı olduğunu anlamamıştım elbette ve insanın aklına kötü şeyler hücum ediyor ister istemez, ama kızın baba dediğini duyunca ferahladım ve bir taraftan çayımı içerken konuştuklarını duymaya koyuldum. kız, adamdan gözlerini açmasını istedi, gözlerini görmek istediğini söylüyordu. adamsa gözlerinin zaten açık olduğunu, bazı insanların gözlerinin doğuştan kısık olduğunu anlatmaya çalışıyordu. kız, "baba ben gözlerimi senden almışım ne güzel," deyip mavi mavi şakıyordu. "baba ben de senin gibi gülerken gözlerimi kısıyorum," deyip tatlı tatlı gülümsüyordu. adamsa elinde bir peçete parçası buna usul ılık duruyordu.

gülmenin küçüğüne, biraz daha masumuna, biraz daha utangaç haline gülümsemek diyoruz ya, ağlamanın mağrurcası için de var mı böyle bir ifade, bunu bulamadım.

emekli maaşını o an orada bulunan kızın ve ikizinin üzerine geçireceğini ve bundan annelerine bahsetmelerini istemediğini, yirmi yaşında bu parayı çekebileceklerini söyledi. kız, kendisinin parasız nasıl geçineceğini sordu. "sen beni merak etme, beni sil, bu son görüşmemiz!" deyip banka hesap numaralarını verdi, bunları saklamasını söyledi. kız, "onsekiz yaşında çekemeyecek miyiz, illa yirmi mi olmamız lazım?" dedi. onayladı baba, "neden ki?" diye sordu sonra. kız, "hani onsekiz yaşında genç olcaz ya," diye cevapladı. babası, "sabrediverin iki sene daha!" dedi, gülüştüler.