ama arkadaşlar iyidir



21.06.2014

merhaba ben uzun zaman oldu. merhaba ben en kısa gece. merhaba ben kısa bir hece. merhaba ben az kaldı. merhaba ben katmer katmer. merhaba ben vay. merhaba ben ne zamandır. zaman kaç. sahi. merhaba kavalye olmayalı ne çok. merhaba ben sevgilisiyim. tatlınımmm. merhaba ben ora bura. ayaklarımın üşümemesine az kaldı. merhaba bugün kendime çok şık bir terlik aldım. ayaklarımı kadınların bir kısmı çok beğenirken bir kısmı da çirkin buldu. çirkin ama karizmatik. merhaba ben dünya kupasından henüz maç siftahı yapmadım, pek de sanırım umrumda değil. merhaba ben zerre. merhaba ben lenze. merhaba ben nezle. nezleli karga sanki böyle bir blog mu vardı tamamen şu n aklımdan geçtiğinden yoksa hiç alakam yok ama yine de takdir ettim güzel isimmiş. excel'le aram pek iyi değil. insanları ikiye ayırıyorum hep, excel'i egzel ve egsel diye telaffuz edenler olarak. merhaba dün akşam yine bir köy düğününde bulduğum kendimi iş çıkışı. bi sürü iş arkadaşı ama hepsi işçi sınıfından. bu yüzden çok hoşbulduk kendimizi, el üstünde tutulduk, biralar viskiler redbulllar filan. temiz hava dedin mi orda duracaksın dedim kendime. bu yüzden orda durduk bir süre. içtik filan. insanları fenerbahçeliler ve olmayanlar olarak ikiye ayırıyorum bazen. burdan fenerbahçeli olduğum anlaşılmıyordur diye tahmin ediyorum. her neyse, sonra nedense kendimizi pavyonda bulduk yine. yahu dedim saçmalamayın, ne işimiz var dedim. saçmalama dediler. hayat çok fena. garip manasında. şimdi mesela ben bira içiyorum, onsekiz ondokuz saat aradan sonra. ne garip. kemal sunal'ın garip diye bi filmi vardı, müzikleri çok fenadır hiç tavsiye etmem, çarpar insanı. kayığın içinde mi uyanıyordu bu filmde, öyle bir sahne kalmış aklımda, ama o filmin müzikleri, şimdi neyse hiç girmeyeyim. bence sizin için de buna benzer yerli filmler olmalı, yoksa bile kendinize böyle yerli filmler seçmelisiniz, yabancısını herkes bulur, lütfen. dün öyle bir yağmur yağdı ki fabrikayı sel alıyor sandım, seni hiç sel aldı mı, beni bir kere aldı. şimdi anladınız sanırım herhangi bir orospu çocuğu olmadığımı. , neyse, bugün kendime yüksek sesle müzik dinleme izni verdim. kafamda tadilat var. ben bugün çok üzgünüm günler kısalmağa başlayacağı için. gördün mü, başlamadan bitmiş gibi oluyor. geçen sene bu zamanlar çok keyifliydi, ta ki geceler uzamağa başlayana kadar. zaten iki gün sonra otuzüç oluyorum hatırlatmak gibi olmasın renkli rüyalar otelinde. merhaba bu arada.

10.06.2014

robinson crusoe 389

bu kitabevinin kapanıyor olması benim için ne anlama geliyor diye düşünüyorum hakkındaki haberleri ve yazıları okudukça. trt2'de "okudukça" diye bir program vardı hatırlarsanız, buraya da yazmıştım hatta, o da kapanmıştı. pek çok şey kapanıyor mu yoksa buna şahit olmayı yeni öğrenen neslimiz için bu bize böyle oluyor gibi mi geliyor ondan emin değilim hâlâ. lisedeydim sanırım, ortaokul arkadaşlarımla memlekette bir çay bahçesinde oturuyorduk bir tatil döneminde, tv kanalının biri geldi, ramazan ayındaydık, bize eski ramazanlardan bahsetmek ister miyiz diye sordu, arkadaşlarım mikrofona beni gösterdiler, oysa benim kalemim kuvvetliydi sadece, hitabetim değil, bilmem, belki o da kuvvetliymiştir. tek bildiğim, her şeyi kafamda yaşadığım, allah seni inandırsın kafamda müthiş konuşmalar yapar, müthiş şiirler yazarım, sonra uyur ve unuturum. unutmak benim karakterimde var. ne var ki hatırlamayı da sevmekteyim. [rica ederim ara bağlantıları kurmam beklenmesin, kurulsun]

eskiden aldığım her kitabın ilk sayfasına nereden ve ne zaman aldığıma dair kurşun kalemle not düşerdim. sonra bu alışkanlığımdan kitabın ilk sayfasını kirlettiğim zannıyla vazgeçtim. keşke vazgeçmeseymişim diye düşünüyorum şimdilerde. iyi bir hatırlamağa yarıyormuş aslında. bu nedenle şu an, ilk ve son kez girdiğim robinson crusoe 389 kitabevi'nden aldığım ilk ve son kitabın ne olduğunu hatırlayamıyorum. ama aslında fikrim var, birhan keskin'in bir kitabıydı, hatta "y'ol"du desem yalancı çıkacağımı sanmam, evet evet oydu.

elbette öğrenciliğim sırasında tanıştığım istiklal caddesi'nin bence saraylı ve vakur bir konuğuydu bu kitabevi. beş yılımı geçiren istanbul ve dolayısıyla istiklal caddesi ve dolayısıyla istiklal dönemimde buraya hiç uğramadım. hatta o dönem beni korkutan ve anlam veremediğim "389" uzantısının ne anlama geldiğini de daha bu sene öğrendim.  bu kitabevi bizim için görkemli ve bu nedenle pahalı duran bir kitabeviydi. bizim için dediysem aldanma, benim için. biz diye bir şey vardıysa bile kitap alanında yoktu. hiç girmememin sebebi buydu, sahaflar dururken burası biraz lüks görünümlüydü, cesaret edememiştim. gizemli bir dönemdi benim için, içeri gir ve bak hissi uyandırsa da büyü de gel çocuk der gibiydi daha ziyade. ben de girmek için büyümeği beklemiştim. ama yeterince büyümemiş olacağım ki sadece bir kez girip bir kitap alıp bir kitaba bakıp çıktım. bu kitabevi benim gözümde daha ziyade ali teoman, mehmet günsür gibiler için (ikisini de severim o ayrı mesele) tasarlanmış bir kitabeviydi. bana biraz daha, nasıl desem, hasan ali toptaş, cemil kavukçu gibiler için tasarlanmış kitapevleri lazımdı. elbette kitabevi kitabevidir her zaman, ama benim mizacıma yabancıydı o zamanlar, benim de mizacıma yabancı olduğum düşünülürse üstelik.

ama benim gibi geçtiği sokaklardaki dükkan hafızası kuvvetli biri için apayrı bir önemi vardı bu kitabevinin. bir kere hayatında okuduğu ilk önemli romanın robinson crusoe olduğu ve bunu altı yedi sekiz kez yapmış biri için varın siz düşünün önemini, ya da düşünmeyin, sktir edin ama ya da etmeyin. "etme." hangi şehirde yaşadımsa, üzerinden onbeş yirmi yıl geçmiş olsa bile geçtiğim sokakta benim geçtiğim dönemde nerde hangi dükkanın olduğunu -ihmal edilebilir bir yanılma payıyla- sayabilirim. sevdiğim kadının saçını kestirdiğini ya da boyattığını -boyatmasa ne iyi- fark etmem belki ama bir sokaktaki bir evdeki değişimleri çok rahat fark ederim. işte, robinson crusoe 389 benim için, istiklal'de her şeyin yeri değişse de, yerine başka bir şey gelse de onun yeri değişmeyecekmiş gibi hissettiren tek yerdi, bana kalırsa o caddenin demirbaşıydı, hani iki üç mekanın yeri değişmez diye düşünürdüm bu sokakta, kitabevi kontenjanı onundu, diğerlerinde çay içeriz bi ara. ama değişti.

yıktılar perdeyi eylediler viran. hatırlatın da bi ara bahsedeyim asmalı'dan urban'dan.

6.06.2014

merhaba.

ben döndüm sanırım. dönüyorum. bana ne oldu. noldu bana. sevecekmiş gibisin. orhan gencebay'ın eski günlerindeki şarkı söylerkenki ses tonunu ve icra edasını duyduğumda içimde bir umut yeşeriyor. yeni bir yeğen sahibi olmuşum gibi bir şey. ne söylerse söylesin. bu arada benim yeğenim beni hiç takmıyor. naparsam yapayım sallamıyor. acaip tepkisiz bir adam. gerçekten de dayısına mı çekti yoksa. hiç kimse bana benzesin istemem ama en azından yeğenim babasına benzemesin mümkünse. ki erkek çocuklar ne yazıklar ki babalarına benzer. ve bu annelerin atladığı en önemli şeydir. dünyanın hatta en önemli şeyidir bu, erkek çocuklar maalesef ki babalarına benzer, isterse babası on günlükken terk etmiş olsun. kız çocukları, siz ne düşünüyorsunuz bu konuda? ben sizin de annelerinize benzeyeceğinizi umar, bazen de korkarım.