ama arkadaşlar iyidir



30.08.2015

evet müzik beni manipule eden en kuvvetli etmen. etken. etkin. musahip. namusahip. musalla. musallat. musab. musab bin umeyr çok yakışıklı adammış bu arada, hatta neydi ona musallat olan kadının adı. belkıs mıydı, müseylemet'ül kezzab mıydı. nuh'un gemisi miydi. siz tufan nedir ne bilirsiniz. tuhafsınız zira. geçen gün bir psikiyatr nastassja kinski'den selma güneri'ye geçiş sürecimi incelemiş. bir başkası da nasıl da bu kadar bazı günleri unutabildiğimi. yani bana demesin mi, sen bir yılı fiziken ortalama üçyüz gün yaşıyorsun, ben de diğer insanlardan daha yavaş yaşlanışımı buna yordum sonrasında napiim. hayır dedi, bunu da kabul etmedi. yaşadıklarını unuttuğun için altmış günü yiyorsun belki ancak diğer günlerde diğer insanların ortalama düşünce/gün katsayısının üzerine çıktığın için bir yılı ortalama üzyüzdoksan gün yaşıyorsun. dedi. ve bence diğer insanlardan daha hızlı yaşlanıyorsun ve sebebi de bu dedi, ondan sonra beyin ve kemik yaşlarımı söyledi, ama bunu şu an özel hayatın mahremiyetine girdiğinden burada paylaşmak istemiyorum.

şimdi bence kişinin zihni kapasitesini belirten ölçeklerden biri de hayatta maruz olduğu anadilde kaç kelime türetebildiğidir. dört işlemlerden en çok bölmeyi sevdiğimi söylemiş miydim daha önce. hepinizi de anneme söyledim. çünkü bölme işlemi bizim kendimizi bulmamızı sağlıyor bize. nerede olduğumu nerde durduğumuzu ifade ediyor. her ne kadar bunu hiç sevmediğim kıyas unsuru üzerinden yapsa da. zira kıyastan ve rekabetten nefret ederim. ama dünyanın hangi katmanında olduğunu göstermesi açısından iyi.

bir evde yemek pişmiyor, çay demlenmiyor, ya da ekmek dilimlenmiyorsa o evin duvarlarına ne kadar da yazık. otel mi amono koyum burası. diş fırçalamağa mı geldin lan bu dünyağa. evi botanik bahçesine çevirmeğe karar verdim. tabii benim elimden ve dikkatimden ne kadar sağlıklı çiçek büyütülür emin değilim. bu hususta iyi tecrübelerim de kötü tecrübelerim de var, bakalım. ama hep büyüyebilen ve yapraklı çiçeklere önem verdim bu defa, normalde çiçekli bitkilere daha çok önem verilir malumunuz, hem çiçekli hem kokulu olursa tadından yenmez ancak ben öyle davranmadım ve ağacı andırabilecek bitkilerden aldım. büyümelerini görmek, mürüvvetlerine tanık olmak istiyorum. ayrıca iphone'u olup iyi fotoğraf çekebilen arkadaşlarımı eve davet etmek istiyorum sonrasında, bitki-ev'de yaşayan adamın hayatından bir kesit diye çeksinler fotoğraflarımı ve sosyal medyaya yüzüm kapalı olarak yaysınlar. çünkü hayat paylaştıkça güzel.

şu an memlekette çocukluk arkadaşımın oğlunun sünnet töreni var. sünnette neden tören yapılır ya da sünnet mefhumun erkek üzerindeki travmatik bozumu konularına sonra gireriz ama bugün işte adet yerini bulmuş bi kere. ha yaşıtım olan arkadaşımın dokuz yaşındaki oğluna sünnet töreni düzenlemesi ve oğlunun dokuz yaşında olması konusunun derinliklerine de bilahare deyiniriz de mesele bunlar değil. mesele, şu an canciğer üç çocukluk arkadaşımın orada oluşu ve an itibariyle davul zurna orkestrasının etkisiyle kafalarının güpgüzel oluşu ve benim orada onlara eşlik etmiyor ya da edemiyor olmam. mesele bu. birazdan eminim beni arayacaklar ve bana önce benim için yaptıkları isteği dinletecekler ve ardından da isteğim olup olmadığını soracaklar. bunu iyi biliyorum çünkü bu dört kişinin arasından biri o programa katılamadıysa işleyiş budur ve fakat ben ne isteyeceğim konusunda bir türlü karar veremiyorum.

sizce ne isterdim.

24.08.2015

bir daha dünyaya gelse idim, amerika'da bir italyan mafyası olarak yaşamak isterdim, dedim bugün iş arkadaşıma. o da, kısa ama güzel yaşamak isterdin yani, dedi. böyle düşünmemiştim aslında ama geçiştirmek için evet dedim geçtim. benim içimde bir türlü olamayan bir mafya var. bu yerli bir mafya da olabilirdi elbette ama olmadı, tercih meselesi değildi muhtemelen, o göt yoktu da denemez de vicdanım annem ve imkanlar arasında gittim geldim. yoksa yeterince film izlemiştim. fakat bu bende daha sonra şöyle bir etkiye yol açtı, bol bol bruce lee izleyip sokağa adam dövmeğe çıkan fakat sonra vicdanıyla bir anda başbaşa kalınca acıyıp vazgeçen ben, bol bol kadir inanır izleyip sokağa kötü adam dövmeğe çıkan ve ama kötü adamlara bile acıyan ben. bu bende şöyle bir etkiye yol açtı ki, izlediğim filmler beni ben yapıyor. bugün bunlardan bağımsız olarak ömrüm gözümün önünden filmler şeritleri gibi aktı. sürekli çocukluğundan yola çıkıp anlatan edebiyatçıları, çocukluğunu iğdiş edip bunu döken ve söken edebiyatçıları tiye alır, onları aşağılardım. fakat bugün aldığım bir haberle irkilişim, başta çocukluğumun ve bütün hayatımın en temel taşlarından olan birinin, yurtdışına taşınma kararımda en caydırıcı olabilecek birinin, şarabını döktü, ekmeğimizi çaldı. sonra ben tekrar düşünmeğe başladım. düşünmeğe başlayınca duramıyorum.

22.08.2015

sizlere bugun bu aksam saatlerinde garagoyun'un hikayesini anlatmaga hazirliyordum ki kendimi yanima adi zeynep olan bir kiz cocugu geldi kose masalardan siyrilip. adi zeynep olani kim sevmez, ben de sevdim elbette. garagoyun'un hikayesini oteledim bir sure. sonra tam yazmaga basladim, zeynep yine geldi. bes yasindaymis. beni pek sevdi. bense cekindim annesinden babasindan. malum devir biraz kotu. sonra yatsi ezani okunmaga basladi. aranizdan kac kisi yatsi ezaninin okunma saatini biliyor sence, ya da aksam. bunlar benim onemli veriler. bu ulkede yasayan talihsiz cogunluk dusunuldugunde ezana maruz kalan, inanan ya da inanmayan hic muhim degil, bir topluluk hakkinda karar verebilmem icin onemli doneler. dane dane benleri var yuzunde. halbuki o yuzune bile bakmadigimiz benler ne kadar da onemli varliklar, misal poposunda hangi benin ne derece onem tasidigini ne kadar azimiz bilebilir. ya da benim, sadece o bilebilir. bu yuzden mi acaba adi oyle. neyse, zeynep'in baliginin geldigine dair annesi uzaktan seslendi, benim yanima kadar gelmek istemedi, cunku biz turkiye'de yasiyoruz ve nesine lazim bi laf filan cikabilir, hele hele yalniz basina raki icen bir adamin bir kiz cocuguyla olan diyalogu bu mevsimde bile simsekleri uzerine cekebilir ya da kocasi gereksiz kiskanclik krizlerine bile girebilir. halbuki ben yek basina icen bi adamim altiustu ama hayir bizim ulkemiz jeopolitikligi geregi boyle bir onemi haiz ve kaldirmaz. bu yuzden hem zeynep'in annesi uzaktan kizina seslenerek cagirdi hem de ben tedirgin oldum cocuk benle iyi anlasti. meselenin ozunun bir ozu de su, benle cocuklar ve yaslilar iyi anlasiyor, dillerini biliyorum. sonrasini ya da oncesini bilemem, tecrube etmedim. bu koy pek cok deniz kasabasindan koyunden bence cok daha leziz bir koy. ben buraya buyudugumden bunu net olarak fark edemiyor olabilirim fakat sizler eminim ki gelseniz severdiniz. bu kohne koyde elbette yunan mimarili dar ara sokaklar ya da begonvilli balkonlar pek bulunmuyor cunku burasi inek sagilan bir koy. koy halinde bir köy. zeynep bana, sen yalniz mi oturuyorsun, dedi. cocuk sanirim hayatinda ilk defa yalniz yemek yiyen birine sahit olmustu ve hayatinda her sey yolunda giderse bir daha sahit olmayacakti. aradan bir saat kadar gecti ve zeynep'le cok iyi arkadas olduk bu arada, en yakin arkadaslarim 3-7 yas arasinda bu dunyada. annesi cok evhamlaninca zeynep'e uzulerek annesinin yanina gitmesi gerektigini soyledim. bazen annelerimizin dediklerine uymamiz gerekiyor maalesef, ya da babalarimizin, ya da onlar her kimlerse. ama zeynep yine kacti geldi yanima. annesi ikna olmus olmali bana. anneler cok yalnizmis gibi geliyor bana bazen. evet aradan bir saat kadar daha gecti ve zeynep'le kanka olduk. ona kavun ikram ettik, zira cok seviyormus. zeynep beni uc saat filan mesgul etti, sarildi bana. saclarim firca gibiymis oyle dedi.

ne'den sonra ben yazinin fikrine donebildim. su an icin donmesem de olurdu da garagoyun ölmüş iste. garagoyun, soyadindan hareketle. bu köyün ya da bu koyun en onemli adamiydi, baktiginda italyan mafyalarina da benzetebilirdin yugoslavya cingenelerine de, ama ortada bir yerde oldugu kesindi. ve benim icin buyuk adamdi. buyuk adam olmagi dusleyen tasranin nice kucuk adami gibi, ama bir gun punduna getirip buyuk adamliga evrildikten sonra omru vefa etmeyen. evet, arnavut gocmeni garagoyun ölmüş. zeynep de gitti.

11.08.2015

biraktigim her seye yeniden tekrar tekrar basladim. cayda israr ediyorum su an, caya sekerden bahsediyorum. ama bu yeni bir olay tabii, nerden baksan maksimum uc aylik bir mevzu. maziye bakma mevzu derin. bakalim ne kadar ve nasil gidecek.

sarapci sulo etrafimda yani yakinlarimda cok yakinlarimda gordugum tek alkolikti. alkolik coktu etrafimda ama hayatina sahit oldugum azdi. bir de onun gibi bozmadan alkolik olan azdi. digerleri hep tozuttu. bu nevden onu kendime benzetirim cok. yine de bu bilince sahip olana kadar ben, o oldu gitti. dedelerime yetismem zaten mumkun olmadi da en azindan dedemin kardesi sulo'ya mental olarak yetisebilseydim bari. diyebilseydim ona, kizinin dugunune gitmek yerine sarabin basindan kalkmamaktaki tercihini kendine vicdanina nasil acikliyorsun, sorabilseydim. ama o vicdan kelimesini bilmez idi elbette, vicdan cok sehirli bir kelimeydi. neyse, sulo bir taraftan atlarla cift surerken bir taraftan sarabini yorumlardi. ramazanda icmedigini soylerlerdi ama ben bunun bu sekilde haberlendirilmesini toplum baskisina yorardim, yoksa yengem olan esi bunun aksi gercekligini acik etmege korkardi muhakkak.

mesele bu degil de, ona danismak istedigim birkac soru vardi, yetisemedim. ilkgencligimde ona ve abisi olan dedeme hep neden ictiklerini sormagi hayal ederdim, songencligimde sorum degisti.

9.08.2015

geçtiğimiz günlerde merhaba. merhaba, bizim büyüklerin ayarladığı bir görüşmede kendimi biraya vurduğumda saatler öğleden sonra üç sıcaklarındaydı, malum ege'de temmuz ve ağustos ayları acılı geçer biraz. iki üç dört derken, araba da kullanacağım için şimdilik yeter demiştim kendime akşamüstü beşbuçuk gibi. emaneti köye geri bıraktım. sonra biraz beynimi mayaladım. aynı köyde dedemin mezarı da bulunuyor olmasın mı. o kafayla gitmeği kendime biraz çok gördümse de dayanamadım, bayram seyran olmadığından herhangi bir gün yalnızlığı vardı mezarlıkta, merhaba dedim dedeme ve ondan ayrı yatan babaanneme. en son kardeşim evlendiği gün gelinliğiyle ziyaret etmişti babaannemi, ama dedemi ihmal etmişti. dedemi tanımazdı zira. ben her ikisinin de gönlünü hoş tutmağa gayret etdim bu sürpriz ziyaretimde.

dün gece kalabalık bir arkadaş muhabbetine meze olduktan sonra kendimi ilk bulduğum yerde uyutmuşdum. ve sabah kalktıktan sonra içinde bulunduğum organize sanayi bölgesinde pazar günü kahvaltı yapılabilecek tek yer olan otelin birine uğradım. siparişim sonrası etraftakilerin sohbetlerini dinlemeğe kulak gezdirdim ve ortamda bir adet dede vardı. o adamın o tipini giyimini kuşamını saçlarını sohbetini gördükten sonra sağlığıma biraz dikkat etmeğe karar verdim. dede olmak istiyordum.
çocukluğun ne zaman bittiğini keşfettim geçen haftanın başında aldığım bi haber üzerine. çocukluk, ilk olarak, çok yakınlarında olan birinin sağlığının normalin dışında bozulması ya da ölümüyle darbe alıyor. bu, anne baba kardeş anneanne babaanne dedeler dayılar teyzeler enişteler kıvamında birinci ya da bilemedin ikinci dereceden bir yakınlık sözkonusu olduğunda başgösteriyor. bu kişilerden herhangi birinde bahsettiğim şekilde bir durum gerçekleştiğinde ilk çocukluk ölüyor. ve ardından ikinci çocukluk başlıyor, daha yetişkin bir çocukluk bu, tabii kişiden kişiye kaderden kadere değişen bir durum sözkonusu burda ama genellemelerim doğrudur, ikinci ve asıl çocukluk'un kaybı ise aynı minvalde bir ölüm ya da bunun yakınlarda olacağı haberi üzerine gerçekleşiyor. işte o an içinde bulunduğun şartlar, hayatının geri kalanını bize açıklayacak olan şartlar. geri kalanın gidişatını üzerine oturtabileceğimiz temeller orada ve ondan öncekinde gizli. ya da ben saçmalıyorum, bilemedim.
bak evlat istanbul canavardır, bizans burası

kenara çekilip konuşulabilecek biri değilim. fakat bu günlerde yeni bir şey öğrendim. dayağı yememek için ilk yumruk ilk bıçak ilk mermi kesinlikle senden çıkmalıymış. ben de tam tersini yapardım halbuki ömrümün bu son günlerine kadar. o yüzden bu kadar dayak yemişsem demek ki, sonradan üstüne saldırıp var gücünü harcamak sadece iz bırakmağa yarıyor, başka bir şeye değil. neyse, babamla annem beni kenara çekip ağlamağa başladılar; oğlum sen neden böyle oldun, dediler kesilince. filmler yüzünden, dedim. ve konuyu kapatdım.
IX

Ey deniz! sen bile ıslanırsın
Ben senin sonsuzundan bir alkolik çocuğum.

Düşer ilkyaz kalır bir zeytin dalı hemen
Bir doğa sayımından değilse kendiliğinden
Ben çıkarım bir yükseklikten düşmeye
İnerim inerim bir kuğunun sağa ve sola bakma serüvenine
Ey deniz sen bile ıslanırsın ki, anla
Günlerden saatlerden bir alkolik çocuğum.

Az mı kaldım sayılır bir otelde bir yerde
İçi buz dolu bir bardakla aynı değerde
İsterim geçmek isterim az az yaşamakla bir şeyleri
Mavi bir zamandan kalmayı, mavi bir zamanı bilmeyi
Oysa ben yaşamaktan da yoğun
Bir sıra yalnızlıktan bir alkolik çocuğum. 

Gökanlam - Edip Cansever
son günlerde merhaba. merhaba son günlerde "eğlenmek" lafzını sıklıkla duyar oldum. bunun sebeplerinden biri, genelde pek yapmadığımın aksine bu haftalarda toplum içine katılmak, çağrıldığım davetlere icabet etmek oldu. çağrıldığım yerler daha önceleri hep bir punduna getirip katılımı reddettiğim arkadaş gruplarıydı, gruplu buluşmaları pek sevmem, ikili görüşmeler taraftarıyım, o da nadiren ama oluyor işte bazen. her neyse, doktor arkadaşlarımı değiştirmem gerektiğini söyledi. tamam da arkadaşlar değişmiyor. burada bir tezat var, onları ben mi arkadaş olarak seçtim, onlar mı beni arkadaş olarak seçti, bu konuda kısır bir döngü var, başka türlü ben arkadaş olmaz mıydım. benden sana yar olmaz gel olak bacı gardaş, ne saçma bir türkü sözü. bu katıldığım, geniş katılımlı ama tam da müthiş kadrolu buluşmalarda "eğlence" deyimi çok geçti. çok eğlendik, iyi eğlendik, müthiş eğlendik. ben bunu son bir iki aydır düşünmeğe başladım. daha önce eğlenmemiş olduğum anlamına mı gelir bu, hayır elbette. ama eğlenmek nasıl bir şey tam olarak kestiremiyorum. burada dikkatimi çeken şey, bu yargıya varırken insanların ne kadar güldüklerini sayısal olarak ifade edemeseler bile maddi olarak kestirebilmeleri bu değerlendirmeyi yapmalarında etkili olması. son kurduğum cümleyle başa çıkamadım ama anlaşılır olmuştur sanıyorum. ben de dün akşam bir deneme yaptım uzun süredir planlanıp da ancak dün akşam gerçekleşen arkadaşlar buluşmasında. orada bulunmam ve bu teklifi reddetme çabalarıma rağmen beni arabanın oraya götürmüş bulunması bana hâlâ garip geliyor olsa da, son bir saatlik kapanış dilimini -normalde pek yapmadığım üzere- kendime ayırdım. yani bu defa, bile isteye odak noktası olmağı tercih ettim. bunda alkolün payı yoktu, alkolün payı bu son bir saatlik süreçte sadece rahat davranmamda etkili oldu. ve kendimi insanları katılasıya güldürmeğe harcadım. orada bulunanları iyi tanıyordum ve kimin neye nasıl güleceğini iyi kestirdiğimden, doğaçlama gelişen bir konuyu kendime baz kılıp muhabbeti minarelere çıkardım çıkardım attım. habire güldüler. hiç komik duruma da düşmedim bunu yaparken. buna normalde pek yeteneğim yoktur ama bazen iyi şiir çıkar ya çok okuyanlardan, ona benzer bir yorum yapılabilir bu hususta.
yav ben aslında başka bir şey anlatacaktım. ama iyi eğlenceler yine de size işte.

3.08.2015

merhaba ben abd. abd derken kul manasında olanı raksediyorum. yeni bir vantilatör almağı düşünüyorum markası raks. aslında burda hayatıma dair daha demin bir anlatım bozdum, hiç vantilatörüm olmadı ki yeni'sini alayım. ya da acaba ikinci el değil de sıfır bir vantilatör alacağım mı demek istedim acaba. 'sıfır' demek yerine daha farklı bir söylem bulamaz mıydı acaba atalarımız. benim çocukluğumda sıfır alınan bisikletler ya da diğer şeyler için, -ama özellikle bisikletler sözkonusuydu malum- "acenteden almış" derlerdi hiç kullanılmamış olduğunu belirtmek için. zira benim ilk bisikletim acenteden değildi, 1976 modeldi ki alındığında sene 1992 filan olmalı. sorma, ezikliğini çok çektim. ulan bi bisiklet için değer miydi onca açlığa. ne demişti emile ajar, onca açlık varken, ya da romain gary. bu saatlerde gözlerim acaip kısılıyor. moğollu atalarıma benziyorum sanki. ki ben ne yaparsan yap ne yana çekersen çek onlara benzeyemem. zavallı atalarıma benziyorum, ki ben zaval nahiyesinde doğdum. hayır yani bir çocuk bi skindirik bisiklet için bu kadar acı çekmemeli diye düşünüyorum. ki şimdikiler çekmiyordur diye tahmin ediyorum. bu aralar geçici olarak eski d.
merhaba ben abdussamed. çok iyi kuran okurum. tilavetim epey iyidir enaniyet olmasın. çocukluğumda mahalledeki diğer çocuklar sadece kollarını benim omzuma atmak için birbirleriyle kavga ederlerdi. biri sağıma biri soluma geçmek için kavga eden birlerce çocuk. şu kemal sunal'ın talih kuşu filmindeki gibiydik. ya da bu filmin bir sürü versiyonu vardır yeşilçam'da, ayhan ışık'lı olanı da vardır hatta, belki benim bilmediğim izzet günay'lı olanı da. çocukken bunun için yarışırken çocuklar, ergenliğimde de arkamda namaz kılmak için yarışırlardı. devir işte, nerden nereye, devir öyle bir devirdi ki daha sonra beni, sormayın gitsin. helal dairesi keyfe kafi olmadı. yani o dönemler lider özelliği taşıyordum. lakin sonra bu kapitalist düzenin bana göre olmadığının farkına vardım ve liderlikten ziyade neferliğe soyundum kimseyi lider bellememeğe gayret ederek. ne vardı ki illa ki bu topluma bir lider gerekiyordu. bunu anladığımdaysa buralardan gitmeğe çoktan karar vermiş bulunmakta idim. ve kendimi stockholm'de buldum. barda oturup o her yerde duyduğum şarkıyı dinlerken kadının biri dedi, why you look so upset. no, dedim. sonra gittiğim bi barda elime bi sigara tutuşturmaları ise geçen seneye rastlar, ki nerden baksan arada yedi sekiz sene var. her şeyi kaybedişim bu yedi sekiz senelik döneme periyoda rastlar zaten. sonra ben rastetmeğe başladım işte, raksetmeği bıraktım.
merhaba ben halid bin velid şeklinde anılırdım sahabeden. her zaman ne yaptıysam onu en iyi yapanın ben olduğuma hükmettim, bu anlamda dıştan dışa bir hikmettim. bu umudum da çok sürmedi desem yalan, hâlâ sürer, çift sürer, koyun kuzu sürer, sürü sürer. iki konu var ki o iki konuda en iyi olmadığıma kimse ikna edemedi beni. babam da bu geçtiğimiz haftasonu iki şeyi hazmedemiyorum dedi benim için benim hakkımda. hazmedemeğimiz şeyler birbirine mutevazı idi. bu muvazeneden kimin galip çıkacağı, kimin kime galebe çalacağı meçhuldü elbette.
merhaba ben amr ibnul as. belki de beni yüzyıllarca sevmeyecek hikayemin aslını bilenler. ziyanı da yok bence. ama bu hafta sonu öğrendim ki sevdiğim bir kişi daha yakın dönemde gözlerini hayata yumacak. benim sevdiklerim zamansızca -kime göre neye göre zamansız değil elbette, bana göre, ben yaşıyorsam alem de bana göre dünya da bana göre düzen de bana göre, ben ölürsem gerisini düşünürsünüz, ama ben varsam ben vardım- gidebiliyorsa ben bunca sabrederken - jean seberg'in selamı var bu arada- burda benim ve evrenin yanlış yaptığı birtakım şeyler vardır demektir. mutlu olsaydım sadece o ölecek olan kadın ve onun ölecek olan babası için mutlu olacaktım, bu çocuk da mutlu olabiliyormuş, el çırpıyormuş, zeybek oynuyormuş, desinler diye. şimdi bir anlamı kalmadı. o ikisi ölmeyecek olsaydı ben belki başımın çaresine bakacaktım. ya da asıl şimdi başımın çaresine bakacağım. bu zamana kadar başımın çaresine bakmağı gerçekten düşünmedimse ben.

başımın çaresine bakmağa karar verdiğimde görüşürüz o halde.