ama arkadaşlar iyidir



31.03.2011

bunu bana kim yazdı?

"buraya geleli neredeyse dört aya yaklaşıyor.

bu dört ayda seni çok düşündüm. ve düşündükçe de sana karşı belki de haksızlık ettiğim duygusuna kapıldım. galiba çok daha açık davranmalıydım, dürüst bir insan gibi.

ne olursa olsun, galiba sana karşı haksızlık ettim. ama ben de sendeledim, ben de kendimi yaraladım. kendime bahaneler bulmaya ya da kendimi haklı göstermeye çalışmıyorum, gerçek bu. eğer seni yaraladıysam, senin yaran aynı zamanda benim yaram demektir. bu yüzden beni suçlama. ben eksik kalmış biriyim. sandığından çok daha fazla. işte bunun için beni suçlu bulmanı istemiyorum. eğer benden nefret edersen, paramparça olurum. ben senin gibi, kabuğuma çekilemem. gerçekte nasıl olduğunu bilmiyorum, ama ben seni böyle görüyorum. bu yüzden, sana zaman zaman öyle imreniyorum ki, belki bu nedenle seni gereğinden uzaklara sürükledim.

...

bana bakan doktor dışarıdakilerle yeniden ilişki kurmaya başlamamın zamanı geldiğini söylüyor. "dışarıdakiler", sıradan bir dünyada yaşayan normal kişiler ve onları düşününce aklıma sadece senin yüzün geliyor. açıkçası, annem ile babamı görmeyi canım pek istemiyor. ayrıca, sana açıklamam gereken birçok şey var. başarabilir miyim bilmiyorum, ama bunlar çok önemli ve susarak geçiştirilecek şeyler değil.
ama tüm bunları söylediğim için sana ille de yük olmam gerekmez. özellikle kimseye yük olmak istemiyorum. beni sevdiğini hissediyorum, bundan çok mutluyum ve sana bunu bildirmekle yetiniyorum. şu sırada bu yakınlık belki de gerekmiyor.

bazen düşündüğüm oluyor, eğer normal koşullarda karşılaşsaydık da birbirimizden hoşlansaydık ne olurdu acaba diye. sen de, ben de sağlıklı olsaydık (başlangıçta öyleydik değil mi?) ne olurdu acaba? ama bu, fazlasıyla önemli.

istediğin zaman gel. seni yeniden görmek düşüncesi beni mutlu ediyor. zarfa bir kroki koyuyorum. mektubumu uzattığım için beni bağışla."

29.03.2011



bununla beraber dokuz etti galiba. filmi izlemedim henüz, pek de önemli değil. her şeyden, klibinden filan bağımsız, ben bu şarkı.

27.03.2011

malum kafa derdest. cuma gece kucağa yatıp şarkılar filan söyledim sanırım. nerdeyse bütün repertuarımı döktüm. sarhoşlukla beraber. güzel bir şeyler oldu muhakkak da hatırlayabilsem bir de. cumartesi gündüzleri çalışmıyorum. akşama liseden arkadaşım geldi, geçmişi yad etmek üzere.

ama gündüzünde, işyerinden bir arkadaşımla buluştuk. "alayım seni ahretlik, denizkıyısına gidelim," dedi. olur dedim, işyeri münasebetlerine karşıyımdır genelde. onun arabası var. bindik, "ben bilmiyorum valla, yabancısıyım, suskun denizboyu martılar, eve yalnız dönüyorum ben de, alışamadım bu kente," dedim. anlamadı elbette. istediğin yere gidelim demek istedim yani.

"biraz midye alalım, ikişer de bira. ben araba kullanıcam biliyorsun, fazla içemem," dedi, olur verdim. o iki tane aldı, ben de birazcık daha fazla. araba kullanamıyor olmanın acısını çıkarmalıydım. bindik, izmir'in dışına çıktık, hep deniz kıyısında seyrettik. "seni çok güzel bir yere götüreceğim bak," dedi. merakla yolu izlemeye devam ettim. iki tarafında deniz olan, köprü gibi bir yolda seyrettik bir süre, ama yoldu bildiğin, denizi tam ortasından yaran bir yol. bunu bir yerden hatırlasan keşke. ben gördüğüm güzel yerleri hep biriyle düşlerim. yani çok mu beğendim, 'buraya onunla da gelelim' olurum hep, 'onu da getireyim, çok sever' olurum. o bazen olur, bazen olmaz. hem everybody hurts sometimes. sonra durduk, "burası sağdıç," dedi. harika dedim.

beş saat sonra eşi gelecekti ve onu havaalanından almaya yetişmek zorundaydı, o kadarlık vaktimiz vardı. biraları ve midyeleri açtık. "kaç gece kaç kere geldim buralara tek başıma kasalarca birayla," dedi. "hatta birinde devriye gezen polisler arabanın anahtarını alıp sabah geri bıraktılar," dedi. "kaç kere burda sabahlayıp işe geldim," dedi. o işe o şekilde geldiğinde henüz pek sohbetimiz yoktu ama ben de başka yerlerde sabahlayıp işe o şekilde gidiyordum. tam boşanma arefesinde geliyordu o an gittiğimiz yere biliyordum. ve onunla gidiyordu. biralarımız bitti.

beni şehrin işlek barlarından birinin oraya bıraktı. şimdi yeni eşini almaya gidiyordu.

24.03.2011

kolaylıkla kitap tavsiye etmediğim, bunu aslında çok sevdiğim ama bir türlü cesaret edemediğim, teori düzeyinde bilinir bir gerçektir. bilinmirse de bilinsin şimdiden itibaren. ali teoman ölmüş. ölünün ardından genellikle bol konuşurum. ve konuşursam iyi konuşurum. ali teoman pek tanınmayan bir yazarımızdı. kendisini gizli kalmış bir istanbul masalı kitabıyla tanıdım. onu okuduğumda bu tarz bir kitap adı beni cezbetmişti elbette, ve bir istanbul masalı'nın tvde fink attığı zamanlardı. bu kitabın okuduktan sonra beni adının çağrışımlarıyla yanılttığını çok iyi anlamıştım, ama kitabı pek anlamamıştım. aradan yıllar geçti, kitapsız kaldığım bir gün bir daha okudum, ve bir daha da unutmadım bu adamı. bir garip cindi zümrüdüanka, uykuda çocuk ölümleri... ama aramızda bu adamın adını ilk defa duyanlar vardı ve ben adı ilk defa duyulan insanlar için iyi bir uygulama alanıydım. özellikle arayıp bulurdum. insan ünsüz olacak. şimdi, demem o ki, caymazgillerin düğüm attığı edebiyatımızda, çok fazla bir şey beklemeden, edebiyat adına bir şeyler hissetmek ve farklı bir koku duymak için bu adamı okuyabilir, en azından deneyebilirsiniz. zaten kitapları incedir, pişman olsanız da pek zaman kaybetmezsiniz. özellikle cafe esperanza'yı okuduktan sonra kesin kararımı vermiş bulunmamla birlikte, rahmetlinin edebiyatı biraz elit kavramlar üzerinden gider, elit de demeyelim de aristokrat bir havası vardır, aristokrat da değil de hakiki bir burjuva kanadındandır, bu bağlamda kendisini pek yanaşamadığım enis batur ve lale müldür edebiyatlarıyla bağdaştırırım. nitekim benzeri bir durum rahmetli mehmet günsür'de de vardır ama günsür tüm bu isimlerden bana en yakın olanıdır. çünkü biraz daha sıraiçi şekilde anlatır, ama teoman gayet sıradışıdır. yoksa siz hâlâ okumadınız mı günsür'ün caique adlı öyküsünü ve diğerlerini. kayıkçı'nın günlüğünü boşuna okuyorsunuz o halde. yani, tanınmamışlardan bahs açmışken, ali teoman ve mehmet günsür rahmetlilere bir bakın derim ben.

22.03.2011


merhaba merhaba!


yazmadan geçen birtakım günler var. o günler, hani yazmadan geçenler, hayattan geçen ta kendileri. . bi mod var da, ona giremiyorum bi türlü. çektiğim şutlar direkte bile patlamıyor. biliyor musunuz, iyi bir şutun direkte patlaması ve geri dönmesi futbolcunun duyacağı gurur ve yaşayacağı ego patlaması için gol olmasından yeğdir, ben bunu bilirim.


dün gece erkenden yatmış bulundum. çünkü gece uyanıp fabrikaya gitmem gerekiyordu. nitekim bunu böyle yaptım, bu şekilde. bu arada masa lambamın ampulu patlamış durduk yere, sinirlendirici. her neyse, erkenden yatarken düşündüm kü, gece kalkmamda kolaylık olsun müziği açık bırakayım, nitekim bunu aynen yerine getirdim. gece bir de uyandım ki ne çalsın, bu şarkı, bir de ne görüyordum ki, bu film, orange road,


12.03.2011

THAT'S AMORE

uçakta ilerlerken aklıma bir şarkı takıldı gördüğüm manzaranın da etkisiyle. mükemmel bir kadın sesi bozukluğu hissedilir aksanıyla mükemmel bir notalar teşebbüsünün ardından bulutların üstünden bıraktım ben kendimi diyordu.

bologna guglielmo marconi havaalanına indim. ben bu adı bir yerden biliyordum, ilkokulda etrafımdaki nesneleri, vd. her şeyi icat eden insanların isimlerini öğrenmeye çalışırken rastlamıştım. unutmam mümkün değildi. ve sayın marconi çok mühim bir cihazın mucidiydi, radyo. var mı ötesi.

adımın yazılı olduğu karta ve onu tutan adama merhaba yaptım. kendimi tanıttım, atladık arabaya ve kırk dakika kadarlık bir seyirden sonra otele bıraktı beni. saat öğleden sonra bir'i gösteriyordu, üç'te almaya gelecekti.

otelde ingilizce bilen kimse yoktu, neyse ki kapıdan geçen anna imdada yetişti. yerleşimi tamamladıktan sonra güneşli etrafa göz gezdirdim, elimde imkansızın şarkısı vardı. bitmesine az kalmıştı ve onu giderken otelde bırakacaktım. kimbilir, di mi ya. ya da kaybolup giderdi belki zıvana niyetine. bazı şeyler imkansızdır bilirsiniz.

fabrika ziyareti ve görüşmelerden sonra tekrar otele bıraktılar beni. otelde yemek servisi yoktu ve sanayi bölgesi içerisindeydi. bir sanayi bölgesinden biraz daha modernine ama yine de fabrikalar diyarına hareket etmiştim, makinalaşmak benim kaderimde mi vardı, trrrrrum trrrrrrum trrrrrum! trak tiki tak! akşama rasgele açık bulduğum ve yemek için girdiğim bir restoranda italyan yemek terimleriyle baş etmeye çalışırken, olmayan ingilizcesiyle yardım etmeye çalışan akdenizli sıcak garson teyzeyle ahbab olduk. sürahiyle servis ettikleri beyaz şarabı yoluma koyduktan sonra devamında bir şeyler içebileceğim bir bar/pub sordum. saat onbire gelmek üzereydi. claudia beni çalıştığı restoranın yakınında bulunan bir disco?ya götürdü. o gün dünya kadınlar günü olması münasebetiyle içeri sadece kadınlar alınıyordu, ve dışarda soğukta bekleyen erkekler sabırsızlanıyordu. benim arkadaşı olduğumu söyleyerek kapıdan diğer erkeklerin haset dolu bakışları altında içeri girmemi sağladı ve restorana döndü. içeri girdiğimde mürettebat haricindeki tek erkek bendim ve o bir rüya olmalıydı, hâlâ emin değilim gerçekliğinden. kocaman bir gece kulübü, kadınlar günü, ve ben. fantastico!

ertesi gün sabah alınma, fabrika ziyareti, iş konuşmaları, pazarlıklar, espressolar, sambucalar, limoncellolar, espriler, sigaralar, makinalar makinalar ekipmanlar.

velhasıl, that's amore aklımdan çıkmadı. gittiğim bir barda çalan gocce di memoria'yı duymak da mesud etdi beni pek fazla. genel italyan müziklerini sevmemekle birlikte

bells will ring ting-a-ling-a-ling, ting-a-ling-a-ling
and you'll sing "vita bella"
hearts will play tippy-tippy-tay, tippy-tippy-tay

dışarı çıktıkça sana yaklaştığımı hissediyorum.

"her b
iri küçük birer italyan kasabası olan parmaklarını öpüyorum"
enis akın - işte geldik (vı)

7.03.2011



MY MY MY DELILAH
WHY WHY WHY DELILAH

ses yükselir. kurduğum şeyleri unuturum. beyaz bir kadın düşlerim. hep beyaz her yeri beyaz. keep breathing. yatıya kalmayı pek istemem. vaktiyle bir eskici varmış, çekinme eskici içeri buyur demiş ona içerdeki sakallı rakı amca. dünyalar güzeli karanfil napcaz senle. beni ben mi sandın yandın aldandın.

-bana bir dövme yaptıralım, ama bana özel bir şey olsun, farklılığımı belirtsin olur mu?
-ama bana özel bir şey hiç yok ki dünya üzerinde
-bana özel bir şey yok mu, saçmalama. lütfen ben fena bir akla sahipsin. dikkat çekici, çıldırtıcı, şaşırtıcı.

GIRL GIRL GIRL GIRL GIRL YOU'LL BE A WOMAN SOON

ses yükseltir. kivi. o kadav o kadav ki bilemezsiniz, o kadav ki, o kadavra ki a merhab. ben sen den kaçt ıkça sıkça çaça ça. name, from, to, flight, class date, time: from time to time. çocuklar bakın gelin burda nölü bir adam var. burda kesat var. burda küçükesat ankara var. burda bir ceset vaaar. ıslak tüm bu sevdalılar. hey hey, san diyorum a, sana sana. düzensiz, aritmik, atipik, irregular bir, ne desem, anizotropik, gayrıkabili rücu bir çek bu, çek çek bitmiyor kodumun dünyasının derdi, derdi bizleri fena gerdi.

MY GIRL MY GIRL MY GIRL, MY GIRL, WHERE DID YOU SLEEP LAST NIGHT

pe ki öyle olsun. de ki öyle olsun. şöy ile bi rayıralım sevdiklerimiZİ t a m ortadan üçe. böyle olur mu. nede nolmasın. nedenenenenenen ama nededendenden. kuzum babası yeni işlere mi girmiş. kuzum babası baksın bakalım ona ne almış. kuzum babası onu öpmemiş mi bugün hiç. kuzum sevgilisi onu çok mu özlemiiiş. böyle olur mu. nededindenneden. bazen tarihe geçeriz biz. fışkırttığımız zekamızla, olan ya da olmayan zekamızla, yaptıklarımız ve yapmadıklarımızla yapamadıklarımız. tarihe geçmeyiyse, reddederiz bazen.

Hâlâ mı Ali – KendiNden alınan intikam

Moloz: merhaba merhaba!
Mıcır: merhab a!
Moloz: favori çikolatan ne?
Mıcır: çoğu.
Moloz: orası istanbul radyosu mu?
Mıcır: sanâne radyosu burası.
Moloz: sen ayşe misin?
Mıcır: ayşe miyim?
Moloz: evet.
Mıcır: ayşe’yimdir o zaman.
Moloz: oya olmadığın muhakkak. olmanı da istemem zaten. emel de değilsin. ışıl da olamazsın, o başka bir.
Mıcır: peki, sen nesin?
Moloz: taş değilim. kaya da değilim. benim de bir kalbim var. inanmıyorsun.
Mıcır: inanmıyoruuum.
Moloz: belediye camiinden anons ettiricem görürsün. göreceksin.
Mıcır: ne diyeceksin.
Moloz: etme bulma dünyası bu eyyuhellzine amenu diyeceğim. karşıdaki handa toplanan nalcılar geçmişlerine yancılar hep bir ağızdan. cuma’dan çıkınca özellikle. köfte ekmek söyleyemeyecekler açlıklarından. çünkü artık orası kullanılmayan bir han. ama orda bir dükkân. işte orada bulacaksın.
Mıcır: ne diyorsun anlaşmıyorum.
Moloz: mustafa kandıralı bile besame mucho’yu çaldıysa bunda bir iş vardır diyorum. sizin evin ordaki telefon kulübesine bıraktığım mesajları alıyor musun?
Mıcır: hayır, boş laf tırıvırı. mesaj bırakacağına jeton bırak.
Moloz: öyle ya. sağlık olsun bazen.
Mıcır: bu kadar sütliman olmana gıcık oluyorum. beni öpmek ister miydin?

[bu aralar tom jones ve delilah'yla çıldırıyoruz]

1.03.2011

tam da bir çılgınlık yapayım diyorudım bu ara ama blogger'ı kapatmışlar, dini bir lider ölmüş, ne? siyasi mi, ne alakası var, ben içerdeyken. bugün işyerimi birbirine kattım. birbirine girdim ben ve amirim. açtı ağzını yummadı bir türlü, ben diyeyim yarım saat, sen de bir saat habire pırrrrrrrrr. hatam yoktu tabii ki bütün memurlar gibi. üstelik de dişi. her dişi kuşun eti yenmez farkındayım. ama ben de bunca üstüne gelinmeyi kaldıramazdım, skerim demedim tabii, erkek olsa derdim muhakkak, "ama siz," diye girdim söze, ve lafı ağzımdan aldı. tam "ama siz," diyorum lafı tekrar tekrar ağzımdan alıyor ve artık geri vermiyor. böyle yapacaksan seninle çalışamayız dedi, ben de yapacağım çünkü ben buna inanıyorum dedim. kurabildiğim tek erkekçe cümle bu oldu. kimden güç alıyorsun, dedi. sustum, ve personel birimimize gidip imzalayıp verdim. boru mu, sektörün geleceği istifa ediyor, hahaha, kolay mı kabul etmek, etmediler tabii. halbuki ne kadar sevinecektim. belki dünyanın bir ucunda beni düşünenler vardı, belki dünyanın bir ucunda beni isteyenler vardı, fırsat bu fırsat olurdu, askerliğimi de yapmıştım, ehliyetimi geri almama daha sekiz ay vardı ama olsundu. belki azat etseler beni, ne kadar da uçabilirdim ben buna, bir kanat çırpar iki dakika süzülmeme yetirirdim onu, tasarruflu kullanırdım kanatlarımı. belki kodumun dünyasının hiçbir ucunda kimse beni istemese de ben gidecek yer bulurdum, yapacak iş. olmadı, olmayacak biliyorum. yediğim laflarla kalacağım. çalışmak bana göre değil dedim kendi kendime, gözlerim filan doldu, aldırmadım. ortaokuldaki rehberlik hocasının yaptığı testte boşuna mı bahçıvanlık çıkmıştı sanki bana uygun meslek. zaten blogger'ı kapattıklarını ilk duyduğumda hayatımda ilk defa artık bu ülkeden gitme zamanının geldiğini anladım, samimiyim ki ilk defa. iki güzel çocuğunun da panjurunun da balkonunun da mına korum deyip.

ben şimdi, birazcıktan içki içeceğim, ve bilirsiniz yazılarımı salim kafayla mutlaka yazarım. sonrasından mesul değilim. ben şimdi. ben, kaç kere ben, perşembe akşam istanbul. salı modena.