ama arkadaşlar iyidir



28.02.2016

düşündüm de bana kimse seni sonsuza dek seveceğim demedi. david bowie bile demedi. cocoon bile demedi. kylie minogue da demedi. çünkü ben hep kötü bir şeyler yaptım. sonra sonsuza dek sevmek bitti. ben yapmasam halbuki, biteceği yok idi.

6.02.2016

kitap okumanın bir şeye benzediği zamanlardı. bir şeye benzemek derken iyi bir şeye benzemekten bahsediyorum. benzemek derken benzemekten bahsetmiyorum. bir şeye benzemek derken övgüyle bahsediyorum. yazıklar olsun demenin beddua sayıldığı zamanlardı. islamcı bir arkadaşıma bence islamiyetin beddua içermemesi gerektiğini iddia ettiğimde benim tgrt kıssalarıyla yutturulmuş bir islamiyet anlayışım olduğunu söyledi, sinirlendim sonra onu sildim yeryüzünden. yeryüzünde ağaçlar var. islamiyet kelimesi ile portakal arasında bence melodik bir bağlantı var, sen inanmayacaksın ama kesin var, kafamı kessinler ki var. kaloriferler yandı ve kış geldi. şimendifer görmemiş olmanın hayatımızdaki bütün boşlukların müsebbibi olabileceği gibi geçici bir sanrı geçti aklımdan, saçmalamış olduğumun farkında olmakla birlikte yeğenime almış olduğum minyatür treni yutmak için uğraştığımı itiraf etmeliyim. hayır o zaman mide gurultularım bir anlam kazanacaktı da o yüzden, midemden tren kampanaları yükselecekti. parka oturdum ondan sonra. zaten ne sik varsa parklarda, hayır ne işim varsa oralarda bu havalarda, konfor ve rahatlık ve battaniye neyime yetmiyorsa. kemençe kemençe kemençe bunu birkaç kez daha tekrarlarsam kendimi karadeniz'de hisseder miyim diye çok düşündüm, ben denedim ve başardığımı düşünüyorum. bunu herkes yapmalı. sigarayı bırakalı daha birkaç gün olmuştu, hayal kurdum biraz, yarın çekilecek bir ikramiyeye ait bilet vardı aklımda. bana çıkıyordu ve kimseciklere bana çıktığını söylemeden ömrümün geri kalan son onüç yılını o gizemle geçiriyordum. istediğim radyoları satın alıyor, istediğim ayakkabıları satın alıyor ve kimselere ortabüyüklükteki ikramiyenin bana çıktığını çaktırmadan geri kalan onüç senemi yaşıyordum. sigarayı bıraktığıma emin olmama epey zaman vardı ki daha, evin içinde ağzımda hiç sönmeyecek bir sigarayla dolaştığımı ve sigaranın hiç koku yaratmadığını kurdum. sahi kokusuz ama dumanı bol bir sigarayı nasıl icat etmemiş olabilirlerdi bu devirde, teknoloji bu kadar gelişmişken. sağlığa zararsız bir sigara keşfetmemiş olmalarının günahını da artık kimler paylaşacaksa. bugünlerde çok uykum var. halbuki benim pek uykum olmazdı ya da ben yine kendimle mi uğraşırdım. renkli kalemler, renksiz kağıtlar. kafan ne renk? kemençe kemençe kemençe deyip ne işlerin var idi sis dağı başlarında, nedir başıma gelen gencecik yaşlarımda türküsünü söylemağa vardım sonra. sonra vardım baktım demir kapı sürgülü örgülü görgülü. hayır bazı insanların ömürlerinin çok uzamaması gerektiğini düşünüyorum. yani adam on senedir aynı şekilde yaşıyor, buna bir çözüm getirmeli bence tanrı, gerekirse inisiyatif kullanmalı. yani adamın aldığı nefesin yediği ekmeğin filan bir tazmin hakkı doğuyor olmalı bi yerden sonra.
travmam şov

bütün yakınlarımız bizi yanlış tanıdı. uzatmamın lüzumu yoktu aslında. gitti de gitti. geçen ankaralı çocuğun birinden bir radyo aldım; radyo means ırado. çocuğun radyo teşhir ettiği bütün fotoğrafların arkasında bir orhan gencebay. gitti de gitti de bir orhan gencebay şarkısı. ona bakarsan seni buldum ya da bir orhan gencebay şarkısı.

on yıl geriden geldiğimin ben de farkındaydım aslında ama bir oyun gibiydi her şey. büyüyemiyorum bir türlü. eskiden sel beni aradığında bu kız ne zaman büyüyecek diye düşünür dururdum, ben şimdi kendimi öyle hissediyorum. on yıl önce nerdeysem hâlâ aynı yerdeyim. bir adım dahi atmamışım, yüzüm kızarmış, saçım dökülmüş, kilo almışım ama zerre kımıldamamışım. hâlâ bir şarkının peşinden kilometreler gidecek çocukluğa sahibimmişti. hâlâ hatasız kul olmaz'ın en iyi versiyonunun hangisi olduğunu ararken yakalıyorum kendimi durdukyere. belki on yıl önce kuzenim hasan evindeki ses sisteminden yan evdeki bana hatasız kul olmaz'ı dinletirken o versiyondan aldığım tadı başka hiçbir versiyonundan almadığımı hatırlayıp onu bulmak için saatler harcayabiliyorum. rina adlı dandik filmi sırf akşam güneşi adlı şarkının daha iyi bir versiyonunu bulabilir miyim diye izlediğimi hiç unutmuyorum. neden onların sesi gibi bir sesim olmadığını düşünüp hayıflanıyorum. övündüğüm taklit yeteneğimin o üçlünün hiçbirinin sesini taklit edebilecek kadar usta olmadığına üzülüyorum. alkolü antidepresanı sigarayı aynı anda bırakıyor, kendimi bir anda akademik bir şeyler yapmağa çabalarken yakalıyor, sonra gurbet adlı şarkının popstar'da anlatılan hikayesini bilmemkaçıncı kez dinleyip ordaki turan oluyor, ölüyor ve ölüyor ve ardından şarkıyı dinleyip dinleyip diriliyorum. sadece bir orhan gencebay şarkısını sevdim ve ona o mükemmelliği öğrettim diye bana aşık olan kadını anıyorum. hemen haftasonu için plan yapıp, şarkılarının en sevdiğim versiyonlarını bir cd'ye çekip hava da müsaade ederse, bir otuzbeşlik alıp yeşillik ve su akan bir yere çekip orda son ses dinleyip içeyim diyorum. ama basslarını tam duyabilmem lazım, buna göre hoparlör için de elektrik tesisatı lazım deyip buna üzülebiliyorum, ama bulurum deyip umutlanabiliyorum, allah'a hava müsaadeli içiş için dua ediyorum. otuzbeşlik yetmeli, yetmezse diye her zamanki gibi tedarikli olurum ama otuzbeşlik yetmeli. bugünlerde tam otuzbeşlik bir insanım. yirmibeş yaşında hatta onbeş yaşında gibi davranan bir otuzbeşlik. şimdi kulaklıkları takıp bu şarkıları dibine kadar dinlersem bu defa başım dönecek yine diyorum. üzülüyorum. denizin ta dibinden hatçam evet evet yine demirden bir gülle düşüyor kalbimin üstüne. pek az şey bana bunları düşünmek ya da yapmak kadar heyecan veriyor. evet bu yaşta bunları bu şekilde yapmaktan, üstelik bu gerçekleri yazıyor olmaktan utanmıyor değilim ama bütün yakınlarım beni yanlış tanımasın isterim. bu şarkıları, diğer şarkıları, hepsini, bağırmazsam çözülemeyeceğim. çözülmem gerekiyor. beynim kulaklarım belki de bu yüzden zonkluyor. mr'dan umutluydum aslında, o içimdeki bassları fark eder diyordum, ama geçen süre içinde beynimde çaldığı gürültüden bile şarkı yaptım. bana su boyu lazım. zamansız bir intihar saplanıyor içime. otuzbeş yaşında insan intihar eder mi amına koyim diyorum, bak yine çocuksun, bak yine sik kafalısın, bak yine. ama benim kadar kimse arşa yükselemez ki haşa bunları dinlerken. çevremdeki kimse yapamadı mesela. herkes döndü yarıyolda, herkes bıraktı siktirolup gitti normal hayatına. ben bırakmadım, bırakamadım. bak üç gündür sigara içmiyorum, beş gündür de içki içmiyorum ama buna rağmen hâlâ kulaklarım en küçük tınıyı kalp kapakçıklarımın üstündeki kılcallara varasıya hissediyorum. yarın pişman olacağım bunları okuduğumda ama ziyanı yok. önemli olan sürdürülebilirlik, sustainable growth.
bugün saat 10.00'da alsancak kordon'da kimi unuttum? ismail abi'Yi mi? kendime bir eğretilemede bulunmuştum da haberim mi yoktu acaba. kahvaltı da cabası. çaylar soğumuştur.