ama arkadaşlar iyidir



4.08.2018

merhaba marianne,

bugün de geçen haftaki yerimdeyim. bugün de kendimce bir sofra kurdum. geçen haftaki sahil komşularım bugün yoklar, onlar yerine kayalıkların üstünde bugün daha fazla kalabalık mevcut. ayrıca geçen haftaya göre bu haftanın en büyük farkı ay'ın olmaması. ay yok, bugün daha yalnızız. ay olmayınca her taraf daha ıssız, insanlar da daha cüretsiz. geçen hafta aynı gün çeşitli müzik sesleri kahkahalar vs şahlanırken bu saatlerde, bugün sadece dalgaların ve üç beş muhabbetin sesi var. gece elbette benim gibiler için daha ürpertici, zira sağını solunu göremiyorsun ve benim gibi sürekli tetikte olan insanlar için bu hoş değil ama ne buyurmuş dinimiz, hoşlaştırınız.

bugün buraya gelmek konusunda çok kararsız kaldım. yeni yerler keşfetmek istiyor ve buraya bağlı kalmak istemiyordum. koskoca koylarla dolu bu şehrin çevresinde en iyi bildiğim tek yerin burası olmasından kendi adıma utanıyordum fakat yine konformizmime dayanamadım ve kalktım sana geldim. çünkü ne demiştim, burayı ben keşfettim. ay olmadığını bildiğim için buraya geldiğimde kapkaranlıktan dolayı huzursuzlanacağımı da biliyordum ama geldim. olta attım, yeni zıpkınımla diplerde dolaştım, çok balıkçı değilimdir ama bugün hakkaten hiç balıkçı olamadım. zira çocuklarım kendi avladığım balıklarla büyüsünler istiyorum lakin bugün balıklar şanslıydı ben şanssız. yine de balık avlayamadığım için mutsuz değilim hatta tersine onlardan birinin canına istesem de kıymadığım için mutluyum.

geçen haftaki yoğun iyot ve deniz kokusu bu hafta yok. bugün dağın yamacındaki yörüklerin koyunlarının çan sesleri çok bariz ve bu çok hoşuma gidiyor. pervasız müzik sesleri de yok ay sağolsun. yıldızlar daha bi bizle beraber bugün ürpertiyle beraber. bugün içimde denize doğru açılıp geri dönmeme isteği daha bariz. kimin öyküsünde okudum, kuvvetle muhtemel sait faik öyküsüydü, stefanos hrisopulyos'a selam olsun yeri gelmişken. kimsenin öyküsünde de okumamış olabilirim, o öykülerden birini okurken kurmuş da olabilirim, benim gençliğim yaşlarında bir çocuk akşamüzeri denize giriyor ve bir daha dönmüyordu, girerken de bu şekilde bunu bilerek hissederek hissettirerek giriyordu. bunu kuruyorum, çok sinemasal bir sahne, denize giriyorsun ve karaya dönmüyorsun, tam da şu an bulunduğum sahil benzeri bir yerden yapabilirsin bunu, beachten yapacak halin yok ama yine de.o öykü yazıldıysa hatırlamak isterim.

dün gece yatarken buraya gelmenin hayaliyle uyudum. gece rüyamda koca koca dalgalar geldi üzerime, dev dalgalar, beni alıyorlardı.

şimdi çok karanlık biliyor musun. yıldızlar o kadar netler ki. deniz kestaneleri bu kadar yoğun olmasa tam direkt suya girmelik. su, ayaklarımın birbuçuk metre ötesinde. suya girince her şeye her kese bir anda kavuşacakmışım hissi var, herkes suyun içinde, herkes karanlıkta ama suyun içinde ve yüz metre ileride beni bekliyor gibi, gibisi bile fazla.

şu an göğe baktığımda gördüğüm manzarayla büyümüş bir çocuk olarak şu an bu manzaranın bana lüks geliyor olması çok acı değil mi, ben bunu görmek için haftada bir bu abartıyı yaşıyorum. burası benim yerim. sevdiğim bir öykücünün hayat hikayesine merak saldım bu ara, arkasından güzel şeyler söylemişler dönemdaşları, fakat öyle güzel ki, güzel olması da değil mesele, öyle içtenler ki, sanki ben ölmüşüm de benim arkamdan konuşuyorlar gibi, tarif ettikleri ölen insan benmişim gibi. bunu ölenin iyiliğinden dolayı filan demiyorum, mesele sadece tarif. çok benzer tarif edilmişiz, yani benim de kanıtım sağdan soldan hakkımda duyduklarım elbette, yoksa biz daha olmuş değiliz.

tarif, güzel laf değil mi. hatta sanırım bu başlıkla bir şiir yazmıştım, hatta sanırım geçenlerde berk bunu bana atmıştı gecenin bir yarısı, bu şiiri. radio tarifa dinleyeyim o zaman şimdi.

bu işe başladığımda bundan dokuz sene önce, laboratuvarda ispanyol bir teknisyen vardı. benle yaşıt çok tatlı bir adamdı. burda daha önce muhtelif hikayelerini anlatmış olmalıyım. o dönem benim de radio tarifa ve sin palabras şarkısıyla tanıştığım dönem. ona heyecanla palabras kelimesinin anlamını sorduğumda kelimeler demişti bana ingilizce. bu şarkıyı bilmediğini anladığımda o kadar büyük bir hayalkırıklığına uğramıştım ki, hâlâ da arasıra uğrarım düşündükçe, hâlâ da sorsan bu şarkıyı bilmez. ama bu şarkının hürmetine arkadaş olduk jose'yle. yakın arkadaş olduk hatta.

şimdi biraz ispanyol müziği dinleyeyim de enerjim avrupa'daki dostlarıma gitsin. ve şu yörüklerin keçilerinin koyunlarının çan sesleri, ve şu kurumakta olan deniz, de nemişti edip cansever, ben senin ... ... ... çocuğunum.