ama arkadaşlar iyidir



30.12.2014

her yere kar yağmıyor malum. sizlere bundan beş yıl kadar önce bir kibritçi kız masalı anlatmış idim, hatırlamıyorum ayrıntılarını. ama senenin bu dönemlerinde geçen olaylar kişi biraz daha ayık olduğundan daha iyi hatırlanır düşüncesindeyim. mesela ben, senenin diğer hiçbir dönemini hatırlamayabilirim lakin bu birkaç günlük christmas dönemini kafam fevkalade aklımda tutar. maruz kaldığım bunca radyasyon bile bozamadı bunu. tabii bir de şubat 11'de filan aldığım mesajları unutmam. şubat 13'de aldığım mesajları unutmuşsam bile. benim yeğenim doğdu şubat 13'de. bekleyemedi bir gün daha sanki. ne alakası varsa. bugün izmir'in belli bir kesimine kar yağdı. ve çok sevindi insanlar. ben hiçbir şeye sevinmediğim gibi -hayır elbette ki böyle bir gerçek yok- ben de sevindim elbette. bir izmirli gibi sevinmedim belki ama sevindim tabii ki, tabiatı severim nitekim. 'hiking' filan işim olmaz o ayrı mesele. baktım, kartopuna yöneldi insanlar. kızdım onlara, yahu kar yağınca neden kar topuna yönelirsiniz ki koyim dedim, bildiğim en galiz küfürleri savurdum. sevmiyorum arkadaş şiddete meyyal demonstrasyonları. ha bana üç kadeh içirir de yüksek şiddetli müzik dinletirseniz o zaman kendime şiddet uygulayabilirim ama anlayamıyorum insanların diğerlerine acı verme ihtimali dahi olan herhangi bir şeyi şaka adı altında uygulamasını ve buradan kendine bir eğlence çıkarmasını. ya da ben havadan nem mi kapıyorum bilemedim, ama hocaefendinin bi lafı vardır, "benim için havadan nem kapıyor diyorlar, ya yağmur altında ıslanmayanlara ne demeli," diye. şimdi aklıma geldi işte durduk yere. zaten pek çok şey benim aklıma durduk yere gelir. aslında bu yüzden belki de en sevdiğim huyum aklımdır. hissetsen şaşarsın bence. şaş bence. dün değil de ondan önceki gün zorlu bir pazar günüydü benim için. bağışıklık sistemimi biraz fazla sevdim sanırım, ki severken ben de acıttığımı hissettim. her neyse, her zamanki diş macunu kürümü uyguladım bağışıklık sistemime ve ortaya çıkmadan geçirdim uçukları. bu arada yeğenime diş fırçalamayı öğretmeğe çalışıyorlarmış ancak macunu yiyormuş kerata. tadını pek beğenmiş.

geçen sene bu zamanlar ne fikri hür vicdanı hür aklı hür bir adam idim. bu sene bu zamanlar ise bambaşka biriyim. gel de gör beni bambaşka biri. birbirine üsturupluca çarpabilen rakı bardaklarını pek seviyorum. rakının beyazı üzerine kafa yordum bugün biraz üzerinize afiyet. rakının beyaz olmaması halinde bir anlamı bir sembolizmi olmaması üzerine. bir de buna karşılık harama helal karıştırmama bahanesiyle rakıyı sulu içemeyen kesim vardır ama benim için bir anlamı yok. ne demiş müslüm gürses bu hususta, sen kışıma yorgan oldun. hani rakıya koyduğun su da kışın örtündüğün yorgan gibi bir şey. yoksa yakarsın kombiyi cayır cayır, don gömlek yatarsın o ayrı mesele, ama doğal değil işte pampa.

ne diyorduk, geçen sene bu zamanlar, acaip sergüzeşte hazır bir nesne idim. tam bir nesne idim. sonra işler bambaşka bir haller oldu. başıma ne haller geldi. dünyayı bir bambaşka yerinden gördüm. eğretileme yok, dünyayı göğkuşağının üzerinden gördüm, göğkuşağının renkleriylen gördüm, gördüm ben gördüm. dünya bana bambaşbaşka görünüverdi. kendimi yine porsuk kıyısında sigara içerken ya da şöyle deyim bulutlara neyin bakarken yakaladım. ellerimle bulutları işaret ediyordum eskişehir otogarı'nın dibinde. şimdi, ben çocukluğundan ergenliğine kadar hayat bilgisi kitaplarının yeni yıl sayfalarında karlı fotoğraflar görüp de ömründe kar görmemiş bir çocuğun kar merakı kadar, kibritçi kız'ın karlı bir yılbaşı gecesi sokakte elinde kibritleriyle karda sönüşünün acısı kadar, ilk adamakıllı karı ısparta'da ve sonrasında eskişehir'de görmüş, ne var ki hiç karlı bir yeni yıla giriş gecesi yaşamamış biri olarak, ben daha fazla uzatmak istemiyorum. bana b. ve m.'nin yeni yıla giriş gecesinde aldıkları hediyeyi hâlâ saklayamıyorum, çünkü onu gönderdim. bunu sevdiğimden yaptım.

bugün sonra bi ara ben, mahcup insanların alkolik olamayacağına hükmettim. çünkü mahcubiyetin belli bir sınırı var. elbette ki üst düzey mahcubiyetten bahsediyorum. orda alkolizmle alkolik olmama arasında çok ince bir mahcubiyet sınırı var. dünyaya karşı mahcubiyeti had safhada olanlar alkolik oluyorlar. mahcup olan ancak mahcubiyetinden de mahcup olanlar var bir de, onlar işte alkolizmin sınırına dayanıp geri kaçıyorlar. çünkü arada çolukları çocukları anaları babaları var.

şimdi ben size, şimdi'den iyi seneler dileyeceğim. zira yarın yeğenim gelecek. gene birbirimize tip tip bakacağız. aramızdaki soğukluğun bana verdiği üzüntü rüyama sirayet etmiş olmalı ki geçenlerde rüyamda ikimiz de bülbül gibi şakıyorduk. lakin böyle bir dayıdan öyle de bir yeğen beklenir bu başka. neyse, o karıştırsın benim evimdeki nesneleri, döksün kırsın ziyanı yok.

size bir yeni yıl hediyesi almış -burası çok zor değil- ve verebilecek olmağı çok dilerdim. yine de "have yourself a merry little christmas" dinlemeyeceğim asla, nedense beni çok kötü yapıyor zira.


28.12.2014

boş zamanlarımda şiir okurum. boş zamanlarımda şarkı söylerim. merhaba. boş zamanlarımda şiir okur ve sesimi kaydederim. boş zamanlarımda şarkı söyler ve sesimi kaydederim. merhaba. boş zamanlarımda şiir okuyuşumu hiç beğenmem ama yine de devam etmekten geri duramam. boş zamanlarımda şarkı söyleyişimi beğenirim. merhaba. boş zamanlarımda şiir okuyuşumu beğenmiyor olmama rağmen paylaşırım. boş zamanlarımda şarkı söyleyişimi beğeniyor olmama rağmen kimselerle paylaşmam. 

deminlerde yine bu nevi kayıt kuyut işleriyle uğraşırken birden normalinden fazla siren sesi duymağa bağladım. çoğunlukla olduğu gibi ambulansa yordum ama seslerin yoğunluğu bir türlü azalmıyordu. ambulanslar gelip geçerlerdi daha ziyade. sonra arka penceredeki odada oturduğumdan oraya göz gezdirdim ve itfaiyenin geçtiğini gördüm. hmm dedim, herhalde bir araç yetmedi. hâlâ ses kaydedicem diye uğraşıyorum o sıra. sonra baktım ki siren sesleri kesilmek bilmiyor. kaygılanmağa başlayıp içeri koştum. kesin balkonda sigarayı düzgün söndürmedim ve evde yangın çıktı ve haberim yok diye düşündüm çünkü yanık kokuları dumanlar gelmeğe başlamıştı. balkonumun haddiden fazla aydınlık olduğunu görünce saliseler süresince bu vesveseye inanmadım değil. sonra balkona çıktım benden gelen bir şey yok ama sol alttan yükselen kesif duman ve koku ve aşağıdaki kalabalık, itfaiye polis işbirliği ve curcuna. acaba merdivenler ne durumdaydı, aşağı inebilecek miydim, duman ne kadar yeri ne kadar sarmıştı. 

bunları yazabildiğime göre elbette her şey normale döndü nitekim. 

25.12.2014

merhaba ben lokman. ben doktor. ben hekim. merhaba ben lokman hekim'in gör dediği. merhaba ben brut, erkeğin kokusu. merhaba ben snob. merhaba ben jagler. merhaba ben jöle. merhaba ben ben size bir şey diyeyim mi ben. ben tutuldu ellerim. merhaba ben i have been living since i'm x. merhaba ben x. merhaba ben çok bilinmeyenli denklem. merhaba ben matematizmin en keyifli yanıyım. merhana ben insanlığın en güzel günlerini birlikte geçirttiren. merhaba ben hırka. merhaba ben sabah kalkar kalkmaz hırka. merhaba ben ayva. ben limon çekirdeği. ben çekirdeklere methiyelere düzen adam. ben bozca adam. ben kırcali'den. ben yusuf. merhaba ben kapiler etki ile çalışırım. merhaba ben bir düdük yat bir düdük sürün. merhaba ben paspas. merhaba ben pasaport. merhaba schengen. merhaba yengen. merhaba ben hakan bıyık dayı. merhaba ben kulaklık. ben bere. bara bara bara, bere bere bere. merhaba ben iki nokta üstüste. merhaba ben iki nokta üstüsteyi fena halde romantik ve erotik buluyorum, bize bunu işaret ediyor gibiler. merhaba ben bilmece bildirmece. bulmaca buldurmaca. buldurmayan allah buldurmaz zaman zaman. merhaba ben artvin. merhaba ben köstence. ben lufthansa. merhaba ben bilinçaltı. merhaba ben silindir. ben sarnıç diyorum ben sarnıç. ben suçıkan. merhaba ben şirpençe. ben çiçek bozuğu. merhaba ben ta kendisi, çiçek dürbünü. ah bu ben, ben size bir şey desem yarısı boşa gider. merhaba ben terziler geldiler ve gitmek bilmediler. merhaba adisebaba. merhaba çarpışan arabalar. ahha notalar. merhaba ben portelere asılı kalmış hasılı kel adamlar. merhaba ben aklı bir karış havada ölçü birimine aldanmamalı. merhaba ben vapur, bildiğin vapur. merhaba ben cuma. ya da perşembeyi cumaya bağlayan gece o ben. merhaba ben tasa lambası, tasalandığınızda yakınız. merhaba ben yirmidört saat. merhaba ben koskoca bir yıl. merhaba ben en kısa gece, ya da başka bir deyişle başlarsak en uzun gündüz. ben komşular. merhaba ben ev alırım komşu almam. merhaba ben muhsin ben. merhaba ben kılıf. merhaba ben denizaltı. ben fırkateyn. ben mi, ben bulut. merhaba ben, beni anımsa beni unut. merhaba ben şiir okudum, şarkı söyledim, karabiber üfledim. bunlar blogdaki son günlerim.

22.12.2014

ben de zannettimdi ki bana bir şey oldu. halbuki bana hiç bir şey olur muydu. aslında birbuçuk sene önce kadar başladı her şey. bir gün bir şey oldu ve hayatım değişti. bir gün bir şey oldu ve kendimi kabuk değiştirirken yakaladım. bir gün bir şey oldu ve kendimi haydarpaşa numune'lik buldum. bi motorun üstünde hatırlıyorum hastaneye gidişimi. sonra sen git ben bakarım başımın çaresine dedim. gitti ama aradı nasıl oldum diye. o gün hayal meyal 200 tl acil muayene ücreti isteyen apar topar ilk gittiğimiz o osoru hastane yönetimi hele bi elime geçsin, o ayrı. sonra neyse işte aradan günler geçti. ışıklar yetmez oldu bana biliyor musunuz. ışık körü diye bi hastalık var mı acaba, ya da göz bozukluğuna mı delalet eder gözlerin giderek daha çok ışığa ihtiyaç duyması. tavuk karası filan vardı di mi, hayır gece körü değilem. çay filan demledim işte. bostancı sahillerinden bostanlı sahillerine indim. bopsstile. holy mi holy saatler geçirdim lakin içki koymadım ağzıma. kendime yasaklamıştım bunu. zaten ne çektimse kendime koyduğum özgürlüklerden ve yasaklardan çektim, kendimden başka hiç bi meretten çekinmedim, en çok da kendime çekingendim. bunlar biraz da lafın lirizminin gelişi oldu aslına bakarsak, yoksa benim gibi delişmen bir efendi nasıl çekinir beynindeki nasırlardan. nazır olacak adamdım ama bi bıraksalar. bi bıraksalar her şey olabilirdim. adım soyadım arkasına ne getirsen uyacak tipte bir ad soyaddı. rezil de olabilirdim vezir de, ben ikisini de olamadım. insan ikisinden birini muhakkak tercih etmeli. tam rezil olacakken müthiş algılarım sayesinde kurtardım kendimi, tam vezir olacak müthiş vesveselerim sayesinde uzak düştüm kraldan padişahtan fermandan. her neyse, asıl söylemek istediğim şeyi söyleyeyim de sonra arada kaynıyor, aslında sorun biradaymış biliyor musunuz. dün akşam bunu keşfettim. malum efes birasını bozdu ne zamandır, adı kötüye çıktı şekermiş filan. insanlar da bir anda tuborgcu oldu, ki ben babama servis yaptığım tuborg içtiği gençlik yıllarında -benim çocukluk- anlamıştım daha tuborg'un adam gibi bir bira olmadığını. lan yoksa olan o zamanlar mı oldu bana. her doldurduğum bi bardak rakıdan çektiğim yudumlardan mı yokssaa. konuyu dağıtmadan, diyorum ki sıkıntı biradaymış meğer. dün gece oldu ne olduysa. melankolim biraya ve rakıya bağışıklık kazandığından onlarla baş edemez olmuş. hatta karaciğer de aynı şekilde saçmalamış olabilir bu yüzden. iki kadeh viski içeyim de değişiklik olsun dedim. oymuş meğer. gece uyuyasım filan gelmedi hiç. sabah da kalkasım, ama o ayrı mesele. dur bunu anlatmalı müzik geçmişimle beraber birlikte together combined integrated.

20.12.2014

evde uzun suredir bitmesin diye kullanmaga kiyamadigim parfumumden birkac fis ustume boca ettim. dun geceden yarim kalan sarkilarin soyledigi buyuk sozler ve verdigi buyuk dozlar konusuna bu aksam girmege niyetli degildim. kokuyu uzerime sikip montumu giydim, gidecegim yere kadar herhangi bir etkisi olmayacakti biliyordum, olmasini da istemiyordum. uzun zaman aradan sonra aksam tek basima cikmaga niyetlenmistim. tum randevularimi iptal etmistim -burda abarttigimi kabul ediyorum- usumek istemiyordum ama fena halde acik havaya ihtiyacim vardi. gunduzun fena gaza gelip gidip kredi kartimdan bir tv almistim. tv montaj ekibi geldiginde soyle mi yapalim boyle mi yapalim onerilerine karsi, ben yirmi yildir tv izlemiyorum, o yuzden nasil biliyorsaniz oyle yapin, dedim. anteni olmayan bir eve tv baglamak onlar icin pek basit olmustu. peki anten yoksa hicbir sey izleyemiyor muyum sorum karsisinda belki de iclerinden gulmustuler. tv takilinca oylece bakakaldim ona. ama bu yeni nesil tvlerin oyle ozellikleri vardi ki anten olmadan da usb takip ya da internet baglantisi yardimiyla film izleyebiliyordun, ben de zaten bu amacla almamis miydim. disari cikmistim di mi, o igrenc cumartesi aksamlarindan birine daha sahit olmak istemiyordum. o uzak dag otelini aradim, cok para istedi. oysa benim hesapli bir acik havaya ihtiyacim vardi ve gittigimde alkol alacagim kesindi ve bu nedenle kalmam da gerekecekti. gidemedim. cogun gittigim sehir merkezinde cevresine gore birazcik aykiri duran bir meyhaneye girdim bahcesine. yer sorunu olmadi. buyuk umutlar great expectations icerisindeydim. nereye isterseniz oturun dedi garson. bu demek olurdu ki mekan cok tutulan bir yer degil. normalde tek ve erkek basiniza gittiginizde sizi kose bucak bir yere atarlar cok da para sacan biri degilseniz ve alirlarsa tabii.

her neyse, istedigim raki ebatini ve mezeleri soyledim. sacma sapan bi yerdeydi meyhane. cevrenin, mintikanin havasina uyulsun ama biraz da farkli olsun diye kurulmus gibiydi. icerde yedi sekiz kisilik aptal bi grup vardi. ve ben. sonra sigarasiz bolume uc kisilik bir aile girdi. benim yaslarimda bir kadin ve anne babasi. kadin cirkindi, anne babasi da oyle. raki soylediler. sonra ilgim yedi sekiz kisilik sacma gruba kaydi. sonra bir masa bir masa daha derken mekan az kalsin dolacakti ama dolmadi. cumartesi aksami alsancak'ta mekani dolduramamak cok zordur ama bu insanlar basarmisti, ya da hep basariyordu da ben yeni oldugumdan yeni fark ediyordum. kotu bir yer oldugu kesindi. filmlerdeki insanlar olmadigi gibi filmlerdeki meyhaneler de gercekte yoktu. sonra anne babasiyla gelen kizin bana baktigini fark ettim. anneyle baba raki icerken o ne alkollu ne alkolsuz bir sey icmiyordu. mekanin internet sitesinde seckin muzik arsivinden bahsediyordu ve yalan oldugunu garsonlarin yuzlerine vurmama az kalmisti. bu sacma sehirden uzaklasmaga karar vermem icin en basarili neden buydu, hicbir mekanin ruhu yoktu. hangisine sorsan buraliydi, demek ki burali olmakta bir problem vardi ya da bem burali degildim. ya da burali insanlar hep kolloidal bir suspansiyonun icindeki partikuller gibiydi, evet bence oyleydi, tum deflokulantlar ve koagulantlar hep ayarinda verilmisti ve askida seyreden bir omur sozkonusuydu. bunu acmak istemiyorum simdi soven bir tutumla yuzlesmekten kacindigimdan. sonra biraz raki ictim. isinmaga baslamistim ve montumun onunu acmaga yeltendim. montumun onunu acinca oldu her sey, birkac saat once evden cikmadan hafifce kokladigim parfumum simdi icimden burnuma dogru yukselmisti ve gecmiste o parfumu kullandigim gunler de beynime ususmustu. pek unutkan bir insanim, hatta unutkanligim genelde umursamazlik olarak yorulur ancak bu koku benim hic de unutkan olmadigimi bana hatirlatmaga yetmisti, yeterdi, genis zaman, gepgenis zamanlar.

19.12.2014

büyük söz etme derler ya hani. büyük söz etmekten imtina ederim. ama bazı şarkılar büyük sözler etmişler. sahi, ilkokulda kompozisyon dersimizde öğretmen uyarmıştı beni, daha doğrusu ilkokulda kompozisyon dersimiz yoktu da ben kompozisyon yazınca okurdu öğretmenim, o zamanlar hoca filan yok tabii. her ne ise, çok bağlaç kullandığıma dair uyarı almıştım. neymiş de hep uzatıyormuşum cümlelerimi, bunu aradan geçen yirmi yılda hiç düşünmemişdim, fakat şimdi düşündüm ki evet aynı temayülüm devam ediyor. lisedeki kompozsiyon derslerinde de cümlelerimin arasında gereksiz yere osmanlıca kelimeler sokarak anlatım bütünlüğümü bozduğum, okuyanı ittiğim yönünde uyarı almıştım. aynı habis huyuma hâlâ devam ediyor oluşum canın çıkıp huyun çıkmadığına bir delil mi yoksa ta o zamanlardan beri aynı tarza sahip oluşum mu bilemedim. biliyor olsam da pek önemi olmazdı indimde. ne diyorduk, şair abi dedi ki yazarken geyik yapıyormuşum. ben bunun farkındayım da, ya bilerek yapıyorsam. ya da bu benim için bir üslup ise. şahsen bilerek yapıyorsam çok üzülürüm. ama bu bir üslup ve doku meselesi ise çok sevinirim. bilmeden hesaplanmadan yapılan işleri hep tuttum ve sevdim, olumsuz olanları değil elbette, menfiden yana işim yok, müspetten bahsediyorum. her neyse, hâlâ diyeceğim şeye gelemedim. bazı şarkıların ettikleri büyük sözlerden dem vuracaktık. şiirin işidir elbette büyük söz edecek. ama şarkılardan her zaman büyük sözler etmelerini bekleyemeyiz, ya da benim gibi şarkının sözünden ziyade melodisinin kendisine hükmetmesine izin veren dinleyiciler için -izin vermekten ziyade esir olunan- bazı şarkıların ettiği büyük sözler pek çekici olabilior. üniversite üçüncü sınıfta mıydım neydim, seçmeli olarak türk müziği dersi alıyordum, biz mühendislik öğrencilerine sağolunsun buna benzer üç dönemde bir adet olmak üzere sosyal ders alma imkanı tanınıyordu, birinde sosyolojiyi birinde de bunu seçmiştim, diğerindekini hatırlamıyorum. dersi veren hoca müthiş bir hocaydı, hayatımda mektuplaştığım iki hocadan biridir. ilki kimdi biliyor musunuz, demin en yukarıda bahsettim ya ilkokulda ve lisede kompozisyonlarımla ilgili aldığım eleştirilerden, yazdıklarıma aldığım tek olumlu akademik eleştiri ortaokulun ikinci ve üçüncü sınıfına rastlar, o elleri maltepe içmekten sapsarı olmuş, her daim sigara kokan, küllük gibi adam hâlâ hayatta ise tanrı da hâlâ yaşıyorsa, ikisiyle mutlu bir canlı birliktelik dilerim onlara. tamam işte, şey diyorduk, şarkıların sözlere tanıdığı imkanlardan, üniversitede o seçmeli derste aldığım dönem ödevi güfte ile şiir arasındaki ilişki idi. erol sayan'la röportaj yaptım. ses kayıt cihazı bulduk bi tane nazım'la. kimden bulduk nasıl bulduk hatırlamıyorum. annemin kuzeni ahmet abi'den kendisine tam gelmediği için bana verdiği kumaş pantolon hayattaki tek kumaş pantolonumdu ve teamül gereği erol sayan gibi türk müziğinin yaşayan en büyük bestecilerinden birinin yanına gidildiğinde kumaş pantolon giymek elzem gibi gelmişti bana. başıma ne geldiyse ciddiyetimden geldi, millet onu coolluk sandı. hiç de anlatamadım zaten kaşlarımın doğuştan çtaık olduğunu. bak yine, nesye, o ahmet abi'ye uymayan kumaş pantolon bana da uymadı anasını satayım, nasıl gideceğiz şimdi adamın yanına derken, nazım, babasının damatlığının bana uyacağını söyledi. sahi mi, dedim. sahici olmasa söyler miydi. sahici olmayan arkadaşım olmadı ki benim. yakın arkadaşım olmadı diyeyim. yoksa herkes benim arkadaşım ve arkadaşlar iyidir zaten. tamam lan, dedim. getir deneyeyim. nazım böyle önemli günler için memleketinden getirdiği babasının damatlığı olan takım elbiseyi bana verdi. kendisinin boyu uzun olduğundan o duble paça ona uymuyordu. bana cuk diye oturdu. ve erol sayan üstadın yanına gittiğimizde üstümüzdeki en değerli şeyler, ikisi de orijinalinde başkalarına ait olan ses kayıt cihazı ve üstümdeki takım elbiseydi. pek janti olmuştum. üstada sorular hazırlamıştım, zaten nazım'ın güfte kelimesine olan dağarcığı benim kendisine anlattığımdan ibaretti, bense o zamanlar beşiktaş musîki derneği bi tarafta çırağan musîki derneği bi tarafta, yaşlı başlı insanlarla koro kovalıyor, ud dersi aldığım kerim hoca'nın zar zor udu tuttuğu kötürüm parmaklarında medet arıyorum. güftenin tarihini ben yazmışım gibi de bir aşinalık var hatta içimde. hatta aşinayım ben bu aşka, aşıklara. aşiyan'daki aşklara. tra lay lay. gel gelelim nazım, edebiyatla tek ilgisi adını veren nazım hikmet ve onların köyünden olan yaşar kemal. neyse, siyaset yapmayayım şimdi, röportajı elimize yüzümüze bulaştırmadan bitirdik. ses kaydının kriptosunu da ben çözdüm. ve ödevi teslim edip o muhteşem hocanın muhteşem dersinden a ile geçtik. özel özel ve aslıhan eruzun özel'i tanımam da bu ders vesilesiyledir. murat çopur da hatta aynı dönemde öğrencidir. murat'la olan geçmişimiz aslında biraz daha eskiye ve daha farklı bir şehre dayanır ama onu yüzyüze anlatayım da anlatacak bir şeylerim kalsın. neyse, güfteyle şiiri ayırt etmiş idik en son.

güftenin birinde der ki,