ama arkadaşlar iyidir



19.12.2014

büyük söz etme derler ya hani. büyük söz etmekten imtina ederim. ama bazı şarkılar büyük sözler etmişler. sahi, ilkokulda kompozisyon dersimizde öğretmen uyarmıştı beni, daha doğrusu ilkokulda kompozisyon dersimiz yoktu da ben kompozisyon yazınca okurdu öğretmenim, o zamanlar hoca filan yok tabii. her ne ise, çok bağlaç kullandığıma dair uyarı almıştım. neymiş de hep uzatıyormuşum cümlelerimi, bunu aradan geçen yirmi yılda hiç düşünmemişdim, fakat şimdi düşündüm ki evet aynı temayülüm devam ediyor. lisedeki kompozsiyon derslerinde de cümlelerimin arasında gereksiz yere osmanlıca kelimeler sokarak anlatım bütünlüğümü bozduğum, okuyanı ittiğim yönünde uyarı almıştım. aynı habis huyuma hâlâ devam ediyor oluşum canın çıkıp huyun çıkmadığına bir delil mi yoksa ta o zamanlardan beri aynı tarza sahip oluşum mu bilemedim. biliyor olsam da pek önemi olmazdı indimde. ne diyorduk, şair abi dedi ki yazarken geyik yapıyormuşum. ben bunun farkındayım da, ya bilerek yapıyorsam. ya da bu benim için bir üslup ise. şahsen bilerek yapıyorsam çok üzülürüm. ama bu bir üslup ve doku meselesi ise çok sevinirim. bilmeden hesaplanmadan yapılan işleri hep tuttum ve sevdim, olumsuz olanları değil elbette, menfiden yana işim yok, müspetten bahsediyorum. her neyse, hâlâ diyeceğim şeye gelemedim. bazı şarkıların ettikleri büyük sözlerden dem vuracaktık. şiirin işidir elbette büyük söz edecek. ama şarkılardan her zaman büyük sözler etmelerini bekleyemeyiz, ya da benim gibi şarkının sözünden ziyade melodisinin kendisine hükmetmesine izin veren dinleyiciler için -izin vermekten ziyade esir olunan- bazı şarkıların ettiği büyük sözler pek çekici olabilior. üniversite üçüncü sınıfta mıydım neydim, seçmeli olarak türk müziği dersi alıyordum, biz mühendislik öğrencilerine sağolunsun buna benzer üç dönemde bir adet olmak üzere sosyal ders alma imkanı tanınıyordu, birinde sosyolojiyi birinde de bunu seçmiştim, diğerindekini hatırlamıyorum. dersi veren hoca müthiş bir hocaydı, hayatımda mektuplaştığım iki hocadan biridir. ilki kimdi biliyor musunuz, demin en yukarıda bahsettim ya ilkokulda ve lisede kompozisyonlarımla ilgili aldığım eleştirilerden, yazdıklarıma aldığım tek olumlu akademik eleştiri ortaokulun ikinci ve üçüncü sınıfına rastlar, o elleri maltepe içmekten sapsarı olmuş, her daim sigara kokan, küllük gibi adam hâlâ hayatta ise tanrı da hâlâ yaşıyorsa, ikisiyle mutlu bir canlı birliktelik dilerim onlara. tamam işte, şey diyorduk, şarkıların sözlere tanıdığı imkanlardan, üniversitede o seçmeli derste aldığım dönem ödevi güfte ile şiir arasındaki ilişki idi. erol sayan'la röportaj yaptım. ses kayıt cihazı bulduk bi tane nazım'la. kimden bulduk nasıl bulduk hatırlamıyorum. annemin kuzeni ahmet abi'den kendisine tam gelmediği için bana verdiği kumaş pantolon hayattaki tek kumaş pantolonumdu ve teamül gereği erol sayan gibi türk müziğinin yaşayan en büyük bestecilerinden birinin yanına gidildiğinde kumaş pantolon giymek elzem gibi gelmişti bana. başıma ne geldiyse ciddiyetimden geldi, millet onu coolluk sandı. hiç de anlatamadım zaten kaşlarımın doğuştan çtaık olduğunu. bak yine, nesye, o ahmet abi'ye uymayan kumaş pantolon bana da uymadı anasını satayım, nasıl gideceğiz şimdi adamın yanına derken, nazım, babasının damatlığının bana uyacağını söyledi. sahi mi, dedim. sahici olmasa söyler miydi. sahici olmayan arkadaşım olmadı ki benim. yakın arkadaşım olmadı diyeyim. yoksa herkes benim arkadaşım ve arkadaşlar iyidir zaten. tamam lan, dedim. getir deneyeyim. nazım böyle önemli günler için memleketinden getirdiği babasının damatlığı olan takım elbiseyi bana verdi. kendisinin boyu uzun olduğundan o duble paça ona uymuyordu. bana cuk diye oturdu. ve erol sayan üstadın yanına gittiğimizde üstümüzdeki en değerli şeyler, ikisi de orijinalinde başkalarına ait olan ses kayıt cihazı ve üstümdeki takım elbiseydi. pek janti olmuştum. üstada sorular hazırlamıştım, zaten nazım'ın güfte kelimesine olan dağarcığı benim kendisine anlattığımdan ibaretti, bense o zamanlar beşiktaş musîki derneği bi tarafta çırağan musîki derneği bi tarafta, yaşlı başlı insanlarla koro kovalıyor, ud dersi aldığım kerim hoca'nın zar zor udu tuttuğu kötürüm parmaklarında medet arıyorum. güftenin tarihini ben yazmışım gibi de bir aşinalık var hatta içimde. hatta aşinayım ben bu aşka, aşıklara. aşiyan'daki aşklara. tra lay lay. gel gelelim nazım, edebiyatla tek ilgisi adını veren nazım hikmet ve onların köyünden olan yaşar kemal. neyse, siyaset yapmayayım şimdi, röportajı elimize yüzümüze bulaştırmadan bitirdik. ses kaydının kriptosunu da ben çözdüm. ve ödevi teslim edip o muhteşem hocanın muhteşem dersinden a ile geçtik. özel özel ve aslıhan eruzun özel'i tanımam da bu ders vesilesiyledir. murat çopur da hatta aynı dönemde öğrencidir. murat'la olan geçmişimiz aslında biraz daha eskiye ve daha farklı bir şehre dayanır ama onu yüzyüze anlatayım da anlatacak bir şeylerim kalsın. neyse, güfteyle şiiri ayırt etmiş idik en son.

güftenin birinde der ki,