ama arkadaşlar iyidir



2.01.2017

Merhaba, ben son. Merhaba be be ben sonlu eleman. Ben hep dedim zaten benden mühendis olmaz diye ama hayat benim sözümü hiç dinlemedi. Çünkü hayat büyük-küçük sözü dinlemez ve bildiğini okur. Benim oğlum bina okur döner döner bi daha okur. Aşk adamı vurur döner döner vurur, vurdukça dönersin, döndükçe vurulursun, hem şarabı içeceksin hem de başın dönmeyecek, nerde öyle bolluk. Geçenlerde beni içmeğe davet eden bir gence Deli Yürek'deki Yılan Hikayesi'ni anlattım, bunu neden anlattınız ki şimdi, dedi, bunu ben karşı cinsle olan ikili ilişkiler yönünden okumluyorum, dedim, böyle demedim tabii de yazılışı böyle, söylenişim bu minvaldeydi.

Elbette hayata tamam benden mühendis olmaz da benden ne olurdu konusunda belki bir alternatif sunabilseydim sözümü rikkatle dinlerdi. Fakat ben de o yaşlarda bir alternatif sunacak seviyede değildim, yerin dibindeydim, sonra rakımımı rakıyla buldum ne var ki iş işten çok geç eylemişti. Benden her şey olmasıydı belki de sorun, ya da çok kadın hiç kadındır oğlum demesi gibi bir bar filozofunun Teoman'a bir şarkısında, ya da az yemek çok yemektir, çok yemek bok yemektir; ya da efradını cami ağyarını mani bir tutum; ya da ne ifrat ne nefrit halinde bir baharat oluşum hep. Sorun şu ki ben taşamadım, taşmayı bilemedim, dolayısıyle yaşamadım. Hep aynı sıvı dolu kupona yatırdım kendimi bundan ötürü, orası malumunuz. Ya da bunlara benzer bir ömür boyu sürecek bir yığın safsata, utanıyorum, mahcubum. Durulmak da bilmiyorum işin kötüsü. Habire kendimle bir kabare halindeyim. İshak Kuşu Kabare'ye hoşgeldiniz.

Bu yeni yıl yazısını yazmayacaktım aslında. Ebru'nun gidişiyle yüzleşemedim hâlâ, fotoğraflarına bakamıyorum, fotoğraflarımıza bakamıyorum. Baktığım zaman burnumdan oluk oluk kan fırlayacak gibi, kafama bıçaklar saplanacak gibi oluyorum. Bu şahsi meseleler yetmemiş gibi ülkenin tarumar hali, birilerinin birilerine birilerine birilerinin hali, yüreğim kaldırmıyor, sonra Ezgi, sonra Eskişehir, sonra tüm şehirler, her şey birbirine girdi. Yetmedi, bitti mi, hayır bitmedi, yılın son günlerinde o kodumun bildiğini okuyan hayatı, henüz dört yaşına varmak üzere olan yeğenimi de alacak gibi yapıp bizleri hastane koridorlarında günlerce süründürmesin mi, bu yüzden bu yılın akıbetine varlığına yokluğuna kendime dünyama, zavallılığa.

Zavallı bir adam vardı burda hatırlar mısınız, bilmemne ilinin Zaval nahiyesinde doğmuştu diye yazmıştım. Ben bile hatırlamıyorum ki ne yazdığımı, sen nerden bileceksin, kim bilecek kim bulacak. Bu yıl ya da başka yıllar hakkında yazmayacaktım, lakin bir borcum da vardı İzmir'e. Sonrasında da Eskişehir ve Isparta borçlarımı ödeyeceğim, ve Muğla, ama son ikisi burda değil, o zamanlar burası yoktu çünkü. Yeni yıl filan demeyecektim hiç, sözüm bitmişti de nitekim.

Dün pazardı, hazır evdeyken yemek yapayım dedim. Pazardan pırasa ve ıspanak aldım nedense. Pırasa otuzüç otuzdört yaşına kadar yediğim bir sebze değildi, bir iki senelik bir geçmişi var sadece. Ispanak ise hayatım boyunca yemek halini yemediğim bir sebzeydi. Neden bilmiyorum gittim bu ikisini aldım. Neden mi aldım. Çünkü sen çölüme yağmur olmuştun.

Tarif filan karıştırdıktan sonra yıkamağa başladım, yıkamak konusunda iyiyim, bazı konularda da takıntılıyım, senin bardağından su içer kaşığınla yer dudağından öperim orda sorun yok, ama yıkamak temizlemek sözkonusu olunca bazen ağartırım, kendim yeterince karartılmış değil miyem ay balam, niye beyazlatmayam. Geçer oldum yar geçer oldum ben bu candan geçer oldum. Pırasaları ve rasgele aldığım ıspanakları sirkeli suda bolca beklettim. Pırasa deyince değil ama ıspanak deyince bir ağlamak geldi oturdu içime. Sonra radyoda çok acılı türküler çıktı, ya da ben kendim mi çaldım söyledim, ama hayır radyonundu tüm suç, yılın ilk günüydü, Arşivden Seçmeler diye bir program başlamıştı çok iyi hatırlıyorum. Hatta programın jingle mı intro mu neyse adı, girizgâhı Nida Tüfekçi'den Dersini Almış da Ediyor Ezber'le idi. Hatırlat da ölmez de zengin olursam, Nida ve Neriman Altındağ Tüfekçi çiftinin bir büstünü diktireceğim memleketime, benim oralı olduğum yerden değiller biliyorum ama ben onların ikili halde karıkoca şarkı söyleyişlerini çok uzun süre memleket belledim bu fetretle geçen ömrümde. Pırasaları sirkeli sudan çıkardım ve aklıma içinde yemek yapan adamın çağrışımlarını bulunduran şiirim geldi, tamam ben yazdım ama yine de ona benim şiirim demek istemiyorum aslında, hani içinde bu hayat dibini tuttu diyen şiir, sen bilmezsin ey kâri. Kimbilir.

Ispanakları da çıkardım sirkeli sudan, o sırada radyodan çok çekindiğim bir ses yükselmek üzreydi. Ispanakları doğramağa yeltendiğimde aklıma anannem geldi, benim yaz dönemlerinde eşlik ettiğim Salı pazarlarında ıspanakları bağlayıp bağını biricik paralara sattığı geldi, paralarını içine doldurduğu çıkını geldi. Hiç görmediğim dedemin o paraları Salı akşamları Tabakhane'de -karılarla değil, arkadaşlarıyla- iç edişi geldi. Sonra anannem ıspanakları pırasaları satıp kazandığı paranın çok az bir kısmıyla bana renkli plastik gözlüklerden aldı, her hafta başka bir renkte gözlük. Bu hafta sıra mavideydi yine. Çok sevinçliydim, serum lastiği de alsak ya, dedim. Alırız kokum, dedi. Köye dönmeden önce yarım metre serum lastiği de aldık. Çok güzel bir sapan yapacaktım bu sefer. Kahpe dünyanın ta ciğerine fırlatacaktım o taşları, yooo, Yankee Zulu gibi mi, hayır. Hakan gibi. Film gibi değil mi Sadık, evet film gibi. Sütçü Sadık'ın bizi Salı Pazarı'na getirip götüren kamyonetinin kasasından indik, doğruca ceviz ağacına koştum, harika bir Y bulmak için, Yankee'nin Y'si.

Radyodan çekindiğim ses yükselmeğe başlayacaktı sanki. İçimi ezecekti bu sankinin sesi.
Anannemi de bu yıl kaybetmiştik. Yine burda bu şehirde ameliyat. Dedem de evinden ikiyüz km uzaktaki bu şehirde öldü. Ebru da. Tüm harflerimi kaybetmeğe başladığımı hissediyorum, bu yüzden. Bu şehirden korkuyorum, miadımı doldurdum, gidemiyorum.

Soğanı kavurdum, salçayı koydum, ıspanakları koydum. Sonra radyodan o ses yükseldi, Emel Taşçıoğlu'nun sesi. Söyleyemem ki ne dedi.