ama arkadaşlar iyidir



19.04.2015

simdi bunu buraya unutmayayim diye ekliyorum. gecenin bir yarisi. gecenin bir korunde ucak var donus icin. sacmasapan bir donus olacak yine hic tasvip etmedigim gibi. ama olacak el mahkum ayak mahkum. patricia, antonio ve ben. biz uc kisi olduk. ve biz uc kisi oldugumuzda illa ki akcaburgazli yekta. sonra marti sesleri vardi guluslerde. cagrisim bi yana marti seslerine lutfen soz yok ses yok. martinimi cektirmeyin bana. seagull dedim, biz seamouse diyoruz dedi, gulduk. biliyor musun, gulunce gozlerimin ici guluyor.
iyi bir yonetmen olsam su hallerimi filme ceker iyi bir film yapardim, ama degilim, hatta yakinindan bile gecmedim. fotograf makinalari benim kadar iyi bakmadigindan onlara deginmiyorum bile.

geyik'in bende yeri baskadir, ister geyik diyelim, ister impala ister karaca. ki belki bilinir karaca ismini ne kadar sevdigim. kucukken bir kismimi halam buyuttu benim annem calistigindan, onlarin tuvaletinde aynanin hemen ustunde bir tablo vardi. bu tabloda kacmak uzere yeltenmis bir geyik ve tufegini ona dogrultmus bir avcinin fotografi vardi. o fotograf kendimi bildim bileli icimde urpermeyle karisik bir hosluk yaratmistir. o avciyi benzettigim insanlar bir yana o geyigi benzettigim insanlar bir yana. halamlar bundan yillar once evlerini tadilat ettirdiginde o tablo ortadan kayboldu ama benden kaybolmadi o goruntu. bugun de porto sokaklarinda gezerken avcisi olmayan bir geyikli tabloya rastladim. seramik karo uzerine kotu resmedilmis bir goruntuye sahipti ve gorur gormez aldim onu. eve dondugumde asacagim evdeki binlerce duvardan birine. sirf evime gelen kucuk bir cocugun zihninde omur boyu urpertiyle karisik kalsin diye.

sonra tutsun onu baglasin cesitli ezgilerle geyikli gecelerle filan.

17.04.2015

en son, "hayatimin geri kalanini boyle gecirebilirim sanirim," deyisimin uzerinden henuz cok gecmemisti ki bir yenisini demek daha nasip oldu bu gune. yolculuklar dahil besbucuk gun surecek olan gezimin uc gununu is gezisi olusturuyordu, otelin anket metninde neden orada oldugumu soran soruya bu yuzden "business" bosluguna carmih atarak cevap verdim. son iki gunumu gecirecegim otelin ayni minvaldeki sorusuna ise "leisure" diyecektim. size bunlardan bu sekilde bahsediyor olmamin sebebi aslinda horlama'nin ingilizcesini nasil ogrendigimi anlatmaktir oldugundan burdan gireyim dedim. belki fark ettiniz belki etmediniz ama tum yazdiklarima girdigim bir yer muhakkak vardir. her neysa,

ben bu ranzalara boyla cok baktim biliyor musunuz. su an sizlere sekiz yatakli yani dort ranzali bir hostel odasinin bir ranzaaltindan sesleniyorum ve, "sanirim hayatimin geri kalanini boyle gecirebilirim," dedigim yer tam da burasi. lafimi degistiriyorum, durma ranzaya bakalim. yurtdisindaki seyahatlerime ne kadar onem verdigimi bilenler bilir ve bu defasi da ayni, digerlerinden daha mi guzeldi dersen, hayir en az onlar kadar guzeldi derim. birlikte geldigim genel mudurumu isimiz bittikten sonra ilk ucakla gonderim kendimi serbest bolgede dolasima cikardim. hava sartlari uzucu degildi. mevsim normal bir mevsimdi ve kendi basima kendime ayirttigim yokus sonundaki hostele dogru cekcekli valizimle yola koyuldum. benim gibi yokuslardan nefret eden biri icin bu sehirde de yokuslar beni bulmustu ama cumleme ben de anlam veremedim, ziyani da yok zaten. ranzamda yatarken disaridan da marti sesleri eslik ediyordu yatisima. "abi," dedi yan ranzadaki cocuk, "insan, odasina marti sesleri dolarken olmek istemez mi sence" (brother, humanbeing wants to die when his ears are introduced to the seagull´s voice during he is resting by the nature itself, doesn´t he?) obur ranzadaki atladi ordan, "hacilar, marti sesini bosverin de ben olsam can sesini duyunca olmek isterdim ve nitekim." (hajjis, don´t give a shit to the voice of seagull, i would like to hear the bells ring if i were to die and indeed.) ust ranzadaki kiz bos durur mu, "babos, o degil de burasi porto, ben diyorum fado, siz diyorsunuz la fa la sol la fa la sol." (daddy, here is porto, where the braves are blended, i am saying fado, you are telling kayahan, is it worthy of the god) bu noktadan sonra uluslararasi diyalogumuza son vermenin zamaninin coktan gelip gectigini anladik ve susmaga karar verdik elbette.

yani demem o ki, ben bu ranzalara cok baktim. hayir demin az kalsin ust kattaki kizin memelerini goruyordum diye degil de, bu ranzalarin altinda herhangi bir centik ya da yazi ya da baska bir ask darbesi yok. benim baktigim tum ranzalarda ise koca koca romanlar, anekdotlar, menkibeler kaziliydi. anyway. benim de kazimisligim vakidir evvelde. devlet malina zarar vermekten iceri atilsak ne bileyim bu bir mesele bile olmamali aslinda. yani bir devlet buyugunun ranzanin altina yapilan kazintilarini anlayabilecegi benim aklima bile gelmiyor yine de, sirf bu yuzden bir devlet buyugu olmak isteyebilirdim.

her neyse, dun o toplantilarda siki pazarliklara imza atan, maden ocaklarinda dunyanin ve andalusia´nin zihninde kuse kagida haritasini cikaran, win-win koalisyonuna ortak olan negotiation ustasi adam gitti ve yerine bildigin lúmpen kokulu, cohen uzantili adam geldi ve yerel birasindan yudumlar almaga basladi.

sonra dun gece barda tanistigim ya da tanistim mi tanismadim mi emin olamadigim kadin geldi gozlerimin onune. "did you get the tantric message i have sent you," dedi. "message or massage?" demis bulundum gayrihtiyari. -burdakiler gayrihtiyari kelimesini hic duymamislardi ve oldukca ilginc buldular.- "please!" dedi i´sini uzatarak, "get away of your sexual feeling, believe in the tantric healing." diye ekledi. bir harf bile nelere kâdirdi tanrim.

yahu daha neler neler yazacaktim da su sag kolumun uyusuyor olmasi yok mu, bu vasco de gama´nin memleketinde bile rahat birakmadi beni. bir de "gaia" diye meshur bir yerlesim adi var burda, aklima tiamat´in gaia sarkisi gelmedi degil hani o metalci gunlerimden kalma.

bundan onceki son, hayatimin geri kalanini -elbette insanlardan bagimsiz olan hayatimin geri kalan gunlerini gecirebilecegim gunlerden bahsediyorum, aksi halde insanlara bagimli olan ve hayatimin geri kalanini boyle gecirebilirim dedirten gunleri kalem disi tuttum simdi- boyle gecirebilirim sanirim dedigim gunlerden son olan, altay´in mekaninda, sag yanimda ertugrul bey, sol karsimda polis murat, onun yaninda yani karsimda aziz, simdi ne oldugunu hatirlayamadigim bir sarki caliyordu fonda, ucuncu kadehi bitirmek uzereydim, o an dedim iste, o an onu oyle hissetdim.

bugun de boyle gelisti a dostlar. porto´nun rio douro´sundan bahsedemeden bana ayirdigim gecici sure doldu. halbuki ispanya´nin soria koyunde baslayip porto´dan gecen ve atlantik okyanusuna dokulen bu nehrin bendeki hikayesi bambaskadir azizler. onu da bilahare anlatacagim.

gecen gun kardesimle beraberdik, sagolsunlar beni ziyarete geldiler yegenimle. kucagimda yegenim, kardesim ve esi asansorle benim eve cikiyorduk. porto´ya gidecegimi soylemistim onlara tam da asansorde. "abi bu cocuk kac yasinda?" dedi, "iki." dedim. "sen ilk asansore kac yasinda bindin?" dedi, "oniki." dedim.

4.04.2015

bu soyle bir sey, hani piercing takiyorsun ama onu benden ve yazin herhangi bir plajda gordugun herhangi bir insandan baskasi bilmiyor gibi. ya da sirtinda bir yerde bir dovme var da onu benden ve yazin herhangi bir plajda herhangi bir insandan baska kimse bilmiyor gibi. oyle gizli, oylesine degil oyle gizli.


  • istanbul'a yeni gittigim zamanlardi. hep de nedense istanbul'a yeni gittigim zamanlar oluyorsa. son gittigim zamanlara girmege takadim yok belki ondandir, hele bi zaman asimina ugrasin ondan sonra. babamin zorla buldugu hemsehrilerim bana sehri tanitiyordu, henuz sabit kaldigim birbyer yoktu. haftasonlari onlara gidiyordum ve beni keyifle ama kendi rahatliklarindan odun vermeden agirlamalarini izliyordum. evin en buyuk ablasi depeche mode seviyordu, hatta omrumde dave gahan'in bu kadar hayrani kimseyle bir daha tanismadim, ama su cok guzeldi ki ben depeche mode'la onun sayesinde ve ondan habersiz tanismistim. ona evin evde kalmis kizi gozuyle bakiliyordu. babasini ve onu evin diger geri kalan uclusu dislamisti, ikisi basbasa ve kendileriyle ve birarada takiliyorlardi, diger ucu ise benle. anne tam bir hemsehrimdi, tam bizim oraliydi, bu yuzden kizdirsa da bana sordugu sorular icten ice hosuma gidiyordu. sicak birkac cumleye ihtiyacim vardi ve onlar buna sahipti. ne okul ne de yurt arkadaslarimda vardi bu sicaklik. senin gozlerin ne guzelmis dedi ben oraya gelip gitmege basladiktan bir ay sonra. evin ortanca ve kucuk kiziydi ama yine de benden uc yas buyuktu. hem ortanca hem kucuk olmasinin sebebi ikiz olmasiydi bilmem anlatabildim. ben de ayni okulda okumaga hazirlandigimiz evin ikizin diger yarisi erkekle vakit gecirmege calisiyordum daha ziyade ama yine de gozlerin mozlerin filan demese iyiydi. gap, armani, tommy filan bi seyler konusuluyordu anlamiyordum, ya da irsi olarak anlamak istemiyordum. o sira bi kitap okuyordum ama adi aklimda degil. o sira sordu iste bana, kayahan sever miydim. hayir sevmezdim. gizlerim guzeldi.
t. dev gibi bir oglandi. universiteden arkadasimdi. arabasi vardi. o zamanlar hem ogrenci hem arabali olmak az sey degildi. incecik kucucuk bir kiza asikti. bir gun bana hadi icmege gidelim dedi ders cikisi. gittik gittik sariyer taraflarina bi yere. ikiser bira aldik. ve ikinci birayi actiginda kayahan'dan yaz bi yere guzelim yok olamaz guzelim sensiz hayat guzelim var olamaz diyen sarkiyi acti. ve bildigin kahirlanmisti. ben omrumde hic ilk birada kahirlanmamistim, hem de bir kayahan sarkisi esliginde. sonra o kadar cok dinledim ki o sarkiyi. bunu da hep kendi kendime yaptim. t de oyle benden sonra. kiz ona yuz vermedi. 206 gti araba degilmis, o yuzden.

sagimda turkan soray fotografi. solumda filiz akin. az ileride izmirlilikten konmus ataturk'un her zamanki artist pozlarindan biri, bunu saymayalim. bi kenarda hale soygazi. kimi kime benzetmiyorum ki. burayi sevmemin ilk sebebi bu, ikincisi de emel sayin diliyle konusmasi.