ama arkadaşlar iyidir



6.04.2012

Nisan 1

Martılar ağlardı damlarımızda, biz seninle duruşurduk. Biz seninle ne de güzel duruşacaktık.


Bozca Adam bugünle birlikte tam iki haftadır ardı ardına iki gece aynı yastığa baş koymadı, bitseydi artık bu yerleşik hedefli göçebelik, bu balkonsuzluk, durmadı. “Bir şehrin balkonu olmadı mı, o şehirden korkacaksın,” derdi Bozca Adam. Bir kadının balkonuna çıkmayı, orda ne bilelim reçel filan. Kuş yuvam, der miydi ona sevgilisine Bozca Adam. Niye izin vermiyorsun yoluna kuş konmasına? Ormandan geliyordu, dağdan gelecekti bir kız döne döne, dağdan bir kız gelecekti döne döne, dağdan bir kız döne döne.

Bozca Adam takla attı.

Bozca Adam hababam koyuyordu.
Bozca Adam, o günün akşamı o gün kalacağı misafirhanenin odasında bulunan tv’yi açtığında, Durdurun Dünyayı adlı film oynuyordu. Sonra mübaşir adını çağırdı tanık sandalyesine, dünyayı durdurdu bir dönümlük. Bir dönümlük arazi almayı tasarladı dururken.

Bozca Adam, o günün pazar olan dününde baba bey’iyle birlikte tarlalara açıldı nisanın tam da birini kutlamak üzere. Tarla kuşları ötüyordu, öyle bir ses az bulunurdu gerçekten. O kuşun resmi adının tarla kuşu olduğunu öğrendiğinde tam yirmiiki yaşındaydı, yirmiiki yaş onun gözünde tüm insanlığın en özel yaşıydı, yazıyla yirmiiki. Yazıyla yirmiikisinde tanıştığından mıdır, belki. Kırmızı bir burnu vardı bozca adamın, yüzü çiçek bozuğu gibi bir ucubelikle kaplıydı. Sonra o sıralarda, muhtelif tiyatrolarda Tarla Kuşuydu Juliet adlı oyun oynanıyordu, izlemeye gitmedi, adı yeterince güzeldi. Tarlabaşı’nda Tarla Kuşuydu Juliet, diye bir oyun yazdı. Tarlakuşu kuş olup uçmuştu çoktan, ne bilelim belki rio de janeiro’ya, belki kızılay’da kolej mevkiine, belki sığacık’a, belki guatemala’ya, belki kumbaracı yokuşu’na. Belki solo le pido a dios. Aklına judy ve uzun bacak da geldi, gelmez olur mu hiç.

“Davut, hadi şu turplardan bi pişirimlik topla, bak taze taze.” diyen taze sesini duydu baba bey’inin. Babası ona Davut derdi, küçüklüğünde bitirim bi çocuktu, delikanlıydı. Kavgalara karışırdı. Bir gün babası ona kavga etmenin iyi bir şey olmadığını anlatmaya çalıştığında, babasına savunma olarak Davut’un kavga ederek güçsüzleri koruduğunu söylemişti, babası Davut’un kim olduğunu sorduğunda, bir filmde Cüneyt Arkın’ın oynadığı karakterin adı olduğunu ve hikayesini anlatmıştı. O gün bugündür adı Davut kalmıştı, Davut aşağı, Davut yukarı.

Sonra turp otlarından toplamaya başladı. Halkça hardal otu, ve adını bilmediği bir sürü muhteşem bitki. Gördüğü dikenin bi tanesinin kabuklarını soyarak içini yedi. Bunu dünya üzerinde bilen kaç kişiydi, o dikenin içinin yenebileceğini bilen kaç kişiydi. Bir dikeni tanımak böyle bir şeydi. Herkes gibi o an kendini dikene benzetti. Hatta uzatıp, kirpi gibisin çocuk / her tarafın diken / kim elini uzatsa / delik deşik dizelerini hatırladı Attila İlhan’ın, saçlarına dokundu, bildiğin kirpi gibiydi. Toprağa gözü daldı. Doğaya kaçmak deyişini bir türlü anlayamıyordu. Adı üzerinde Bozca Adam, zaten doğduğu günden beri doğayla iç içeydi. Gözü her yana pervasızca ve sereserpe uzanmış papatyalara takıldı, papatyaların kokusunu tarif edebilecek kaç kişi vardı, yok artıktı. Her bitkinin üzerinde birtakım böcekler vardı, ama en dikkat çekicileri elbet uğur böcekleriydi, sahi uğur böceklerinin resmi bir adı var mıydı, nüfusa ne diye kayıtlıydı. Coccinella.

O araziye pamuk ekerlerdi. Sonra pamuk hem para yapmamaya hem de çapasıydı suyuydu zahmetli olmaya başladığından, yonca ya da fiy ekimine girmişlerdi. Film ekimi vardı di mi, bu da bozca adamların fiy ekimi işte, aynı kapıya çıkar. Dolayısıyla, dolayısıyla, ?, küçüklüğünde dahi olsa pamuk toplamış olmak, çekirdeklerini düşünüp o gri pamuk bitkisinin nasıl olup da o bembeyaz ecza ürününe dönüştüğünü kurmak bir yana, pamuk balyalarının üzerinde zıplayıp aralarında kuzenleriyle saklambaç oynamışlığından dolayı kendini şanslı saymıyordu, çünkü bu gayet doğaldı, çünkü şimdi de kuzenlerinin çocukları yerine getiriyordu bu eylemi.

Bozca Adam bir süreliğine dünyayı başıboş bıraktı. Dünyanın balkonuna sigara içmeye çıktı. Sahi, sevdiği bir kadının balkonuna konmak. Kadın bu, kuş misali.

Baba bey’i, sanki Bozca Adam’ın karaciğerinin başına geleceklerden haberdarmış gibi tarlanın her yanına enginar dikmişti, enginarlar baş baş meyve vermişti, birazı da muhakkak kendi karaciğeri içindi. Akciğerin halk dilindeki adının kızılciğer olmasından mütevellit, halkı haklı buldu bozca adam. Babasının küçükken, tarlanın hemen kenarından akan kanalda suya girdiğini düşündü kendisi suya girerken. Babası, içine doğduğu çadırı tarif ederken, gözleri dolmuştu, birkaç gündür de oraların özellikle rüyasına girdiğini eklemişti, dedesi rahmetliyle birlikte. Bozca Adam, evde ve hastanede doğmuş olanlar şeklinde insanları ikiye ayırırdı. O zamanlar fakirlik bu şekilde kıyaslanırdı, ve çocuklar ne kadar zengin olduklarıyla değil de ne kadar fakir olduklarıyla övünürlerdi. Her ne kadar kendisi için bu dünyanın son şahitlerinden olan babaannesi geçtiği yıl halka gözlerini yummuş olsa da, evet olsa da, bu büyük bir buruk. Bi büyük lütfen.

Önünden geçen bir yavru fiy bitkisinden düdük yaptı Bozca Adam. Kadınları bunun için seviyordu aslında. Bunu onlardan en sevdiğine öğretme hayaliyle yaşamaya devam ettiriyorlardı ya onu, yoksa ne diye yaşayaydı. Ya da geç kalmış bir ekinin ucundaki kara boyayı göstermek, ya da o otlardan saat yapmayı, ya da yapışkan otlara uzanıp üzerinden atamamayı. Yoksa papatyadan tac yapmayı herkes bilirdi. Ayrıca çiçeklerin dalında güzel olduğuna da inanmıyordu Bozca Adam. Çiçek elde güzeldi, çiçek saçta güzeldi, çiçek nerede olursa olsun güzeldi, soldu mu tazelenirdi.

Güneşin haşin adaleti yüzünü iyice kızartmaya yüz tuttuğundan bir Akdeniz bitki örtüsünün altına sığındı, başını kaldırıp baktığında gördü kuş yuvasını. Ilgın Ağacı’nda kelimenin sakin ve tam anlamıyla derme çatma bir kuş yuvası. Kadın ve onun kuş yuvası, dünyanın teması, bir dünyanın başka bir dünyaya teması.

Hiç yorum yok: