ama arkadaşlar iyidir



4.04.2011

bazı şarkıların hiçbir özel an taşımamalarına rağmen özel çağrışımları vardır, bilinir. örnek vermem gerekiyor değil mi bu durumda. vereyim gitsin. mevsimsel geçişler, geçilemeyen bir mevsim kişiyi etkiler bilirsiniz, bu durumla özellikle kıştan bahara geçişlerde daha sıklıkla karşılaşılır. iyi pazarlar felan dilenir bu durumda. siz de mi şu gökyüzünde yağmmur üstüne yağmmur yemiş gibi duran obur bulutlara bakar bakar da yağsat da rahatlasak diye mi düşünüyordunuz diye sorarsınız pazardan elinde fileleriyle dönenene. dağdan bir kız gelecek döne döne. dağdan kız gelmeyecek artık. dağdaki kızdan, ovadaki kızdan, platodaki kızdan topluca vazgeçtik. plazadaki kız gelir belki, o da bi sigara içip bilgisayarının başına döner. okuldaki kızın zaten topu topu bir teneffüslük vakti vardır, geçiyorum.

misal, otis redding yorumuyla sittin on the dock of the bay. ya da percy sledge yorumuyla when a man loves a woman. bugün çok klasik bir içim var, sorun değil. şimdi sizlerle şöyle bir öbek paylaşmanın sırası, perperık-a söe, okumamak size kalmış. şarkılar diyorduk, o kadar gidesim var ki, gidesim filan yok aslında. saatlerce hiç mayışmadan hiç sırnaşmadan içip sahile denize bakasım var gecelerce, başka hiçbir şey istemiyorum. nefret ettiğim şeylerden biri olan üşümek'i yaşamayacağım ne de olsa, hava fena değil. uyumak'ı da yapmayacağım. denize bakacağım sadece, gecelerce. zararı yok sabah yine işe gideyim, inan ki hiç koymaz. yeter ki akşama yine sahilde saatlerce sabaha dek oturup içebileceğimi bileyim. inan ki yıpranmam, bilakis ömrüm uzar. geçen yaz ben bunu birkaç kez yaptım, yalnız değildim o ayrı mesele, ama işe uykusuz gittiğim iki gün üstüste boyunca tattığım o çalışma şevki hiç olmadı bende. gören de akşam eve ekmek götürecek sanırdı. but my hand was made strong, by the 'and of the almighty. bunu asla unutmamalıyım. bunu da i find it very, very easy to be true / i find myself alone when each day is through / yes, i'll admit i'm a fool for you / because you're mine / i walk the line.

unutmamam gereken ve unutmayacağım ne çok şey var düny. başka bir yerden baktığımızda unutmamamız gereken ve unutmamak için not almamız gereken ne çok şey var dünya. şahsen ben olsam şunu da unutmaz ve buraya not düşerdim: every breath you take / every move you make / every bond you break / every step you take / i'll be watching you. ama gerçi bunun anısı var, o zamanlar bodrum sınırlarında bir otelde yamaklık yapıyor ve yeni öğrendiğim ingilizcemi test ediyorum. bu şarkıyı çalıyor animatör, bunun puff daddy versiyonunu, bu nasıl güzel bir şeymiş diyorum, mesaimden saatler çalıyor bu şarkı, dinledikçe seviniyorum, havuz kenarında oynaşan yabancı asıllı kızlar daha bir güzel geliyor gözüme, ıslanıyorum, hayır ondan değil, havuzdan sıçrayan sudan. habire bulaşık yıkarken ingilizcemi ilerletemiyorum. ama head of english olduğum dönemler işte. bak bu durumda şöyle diyor: all the leaves are brown and the sky is gray / i've been for a walk on a winter's day. yoksa siz hâlâ chunking express'i izlemediniz mi, forrest gump'ı sormuyorum bile farkındaysanız.

ben iyiyim. iyiliğine duacıyım. soranlara selam gönderiyorum bol bol. if i didn't tell her, i could leave today. bu şarkımızda daha ziyade yol yazılarına, -baharın da teşvikiyle,- yol vermek istedik, nitekim bu yol ayrımıyla devam etmekte herhangi bir sakınca görmüyorum. freedom's just another word, for nothing left to lose / nothing ain't worth nothing but it's free / feeling good was easy lord when bobby sang the blues / feeling good was good enough for me. bugün klasiklerden izlediğimizin bilmem farkında değil misiniz. yoksa siz hâlâ beni bir şey mi sandınız. yoksa siz evlenelim dediğimde beni ciddiye mi almadınız.

bak şimdi karşıma çıktı diye söylemiyorum ama böyle bir durumu yaşamış olsam, yaşamış olmaklığımla övünmezdim değil: love will tear us apart. ne var ki yanına bile yaklaşılmadı, açık seçik sizle takılmadı, ah. müziğin sesini giderek yükseltmeye başlamıştım ve kağıttan kapılardan dolayı komşularıma rahatsızlık arz etmemek için, -talep etmedikleri üzere,- iki sene önce bu zamanlar m. ile ankara hızlı tren seyahatimizden kalma trenden çarptığım kulaklıklarımı takındım ve öyle dinlemeye karar verdim. saygıdeğer izleyiciler, değerli hayat katılımcıları, gooser edebiyatı yaptığımı yadsımamakla birlikte kaz gelecek yerde tavukları hiçe sayacağımı da bilmenizi temenni ederim. seksenlerin disko şarkılarını, misal new order, bizarre low triangle, çok alamet-i farika bulurum. ben bir seksenler gecesi yapsam, önce doğumgünümde tutulmayan ağlama kaydımla devreye girer, soluğu prince'den when doves cry'la felan alırdım sanırım.

italya ziyaretimde bir şişe sambuca edinmiştim. bilenler bilir, mersin'e dahi gitsem, ya da nereye gidersem gideyim ilk işim akşamında şehrin işlek? barlarından birine gidip içki içmek olurum. bu huyumdan italya'nın roma, modena ve bologna bölgelerinde de vazgeçmedim. hatta hiç unutmam bir keresinde gebze'ye gitmişim, ve akşama kalacak kadar vaktim olmamış, gittiğim eğitimi ekip gündüzünde işlek bir bara girip hereke'ye selam durmuşum. işte hani bazen her şey bir anda, ama buraya dikkat çekiyorum ki, "bir anda" boş gelir ya size, o zaman her şeyi boşverirsiniz, işte ben ne zamandır bu sambucayı özel bir birliktelik için bekletiyordum, fakat bugün öyle bir an geldi ki, çakarım dedim özel anına, içeyim işte ne var. bunun için bu yazıyı bitirmeye sabırsızlanıyorum, bilirsiniz içince yazamam.

ayrıca ben seni terk filan etmedim. terk olmuştum ve bana masaj yapmanı istemediğimi istedim senden. mektubu yazacağın adres belli mi, orda kimse oturmuyor -yıllardır,- bildiğim kadarıyla.

Hiç yorum yok: