ama arkadaşlar iyidir



31.01.2010

aylin diye bir isim geçiyordu okumaya çalıştığım kitabın sayfalarında. aşkla ilgili bir öykü arıyordum, aşk; kavuşmuş ama anlaşamamış iki kişi, atıyorum biri sevmiş diğeri sevmemiş, falan felan filan. gündelik hayatın hayhuyu, varoluş bunalımı, sosyal mesaj, bunların hiçbirini okumak istemiyordum. elbette ahmet'in aylin'e olan platonik aşkının ıZdırabını ve müntehir ahvalini de okumak istemiyordum; ne bileyim, ahmet'le aylin bir yerde tanışsınlar, bu yer tercihen kitapçı kafe bar olsun, pekala internet üzerinden de olabilir. tanıştıkları ilk gece yatağa ayrı ayrı kendi evlerinde girdiklerinde çoraplarını çıkarmayı ve dişlerini fırçalamayı ihmal etmeden, mümkünse aylin gözlerindeki hafif makyajı da pamukla tonikle temizlesin; bismillah diyerek sırtüstü yatsınlar, ve gözlerini tavana diktiklerinde ahmet aylin'i, aylin ahmet'i düşünsün, ne kadar da tatlıydı desin ikisi de, -tatlı kelimesi cinsiyetsiz bir kelime bence-; flamingo gibi kız desin, impala gibi, karaca gibi kız desin, aylin'in ne diyeceğini bilemiyorum ama onun ağzı da torba olmasın ki büzelim, o da güzel bir şeyler söylesin içinden, ahmet'i düşünerek uykuya dalsın. ahmet de bu sırada boş durmasın, aylin'in sağ tarafına dönüp sağ elini sünnete riayet edecek şekilde sağ yanağının altına koyarak ve dizlerini karnına çekerek uyuduğunu düşünsün. birlikte uyuduklarını hayal edip aylin'e arkadan sarılsın, kasığı aylin'in poposuna değsin. aylin ordan, "popoma bi şey batıyoo," desin. midesinde larvalar kelebeklensin.

buna benzer, insanda hayal kurmayı özendirecek, aşkı imrendirecek bir öykü okumak istiyordum. sadece isimlere ve bazı kelimelere bakarak sayfaları karıştırdım. evet düpedüz 'aylin' yazıyordu. yirmidokuz yaşındaydım ve bu güne kadar birebir sohbet ettiğim aylin adında bir arkadaşım olmamıştı. adı geçen sayfalarda ahmet'ten henüz haber yoktu, kelimeleri de eledim bir taraftan, mesela içinde transformatör geçen ya da başlığı "telefon parası" olan bir öyküyü okuyacak ruh haline sahip değildim. pekala bunlar da fevkalade bir aşk hikayesine zemin oluşturabilirdi ama tam elli gündür kitap yüzü, aşk yüzü, kadın yüzü görmemiştim ve böyle zamanlarda aşkı arar oluyorum ben. üstelik 'badi' adını verdikleri ranza arkadaşımın sevgilisi asker doğan herhangi bir türk gencine yapılabilecek en kötü şeylerden biri olan askerdeyken terk etmek eylemini gerçekleştirmişken, benim aşk denen naneye karşı olumlu duygular beslemem ve bunun için de aşkla ilgili bir öykü okumam gerekiyordu. bundan önceki öyküde hatırlarsınız, rıza askere gitmeden önce müzeyyen'i terk etmişti sırf kendisine güven vermediği için. müzeyyen'in tek dediği, "hahah, ben seni zaten terk etmiştim!" olmuştu da rıza o an ne kadar da yerinde bir karar aldığını anlamıştı, acı dediğin şey zaten tespihin ikizinden başka bir şeydi, af tazeleyin otuzbir hakeza.

en son ahmet'le aylin kendi kendi evlerinde birbirlerini düşünerek uykuya dalmışlardı. işte bu okumayı aradığım öykü için büthiş bir girişti, nerde tanışmış olurlarsa olsun, kafe bar kitapçı tercihen, internet de olabilir pekala. bir de yazar, öyküsünü mümkün olduğunda sündürerek ama roman tadında asla değil, heyecanı ve çayı taze tutarak, sigarayı kültablasında unutturacak kadar, telefonu sessize aldıracak kadar derin -burda zaten telefon yasak- gibi okutmalıydı bana. aylin hayallerimdeki kız olmalıydı, adı tercihen türküde geçen bir isim olabilirdi ama çok da sorun değildi ve ahmet de o an oradaki ben olmalıydım. tabii ki yazardan o an ahmet'e vatani görevini yaptırmasını beklemiyordum, o kadarı hem özel hayatıma tecavüze hem de müneccimliğe girerdi. ama pekala yarın elli günden sonra ilk kez çıkacağım çarşı iznimde çok özlediğim kitapçıları, çiçekçileri, akvaryumcuları gezerken ben de kendime böyle bir tanışmayı çok görmese miydim; yoksa kısa saçlarımdan, soğuk yanığı yüzümden, bir aydır sivil eşya deposunda sivil çantasında duran artık kırışık giysilerimden ve bilhassa kolumdaki casio saatten, "ayy, asker bu, kaçalım sapıktır deyip kaçarlar mıydı, not da bırakırlar mıydı arkalarından, "o şimdi asker canı neler ister" diye. "ama ben kısa dönemim, zaten bizi orduda da kimse sevmiyor şeklinde calimero moduna girer miydim ben de, ben de yapar mıydım bu ayrımcılığın daniskasını. bilmem...

ertesi gün ahmet elbette aylin'i arabasıyla okuluna bırakmadı, henüz çok erkendi bunun için. araba alacak kadar parası yoktu çünkü. aylin'le tekrar rastlaşmayı umarak aynı saatte dün karşılaştıkları web sitesine girdi. yok böyle bir şey, teknolojinin öykülere bu kadar girmesine henüz hazır değilim; benim okuyucumun da hazır olmadığını düşünüyorum.

ertesi gün ahmet çok hasta oldu. çünkü dün aylin'le ayrıldıktan sonra aylin'in bindiği dolmuşun arkasından sıkışık akşam trafiğinin de yardımıyla beş kilometreyi yirmiyedi dakikada aldı. eve döndüğünde annesi sırtına havlu koydu koymasına ama mikroorganizmalar onu tarumar etmeyi o minik beyinlerine koymuştu bir kere.

ertesi gün aylin'i eski sevgilisi aradı ve tekrar görüşmeyi, yaptıklarını affettireceğini, bundan sonra kulu kölesi olacağını, köpek gibi pişman olduğunu söyledi. aylin'in yelkenleri bir süre naz yapsalar da suyu sevdiklerinden - 'hidrofilik' - yumuşak iniş yaptılar. zaten ahmet'le yeni tanışmışlardı, onu tanıyacak, edecek, filan, bir sürü zaman alacaktı. hazır serdar geri dönmüşken bunu değerlendirebilirdi.

ertesi gün annesi ahmet'e aradığı gelini bulduğunu söyledi. kız eve bir geldi ki gerçekten cillop gibi, 'ama anne' bile diyemedi bu güzellik karşısında. kız da hakkaten on numaraydı; yemek desen yemek, ev işi desen ev işi, güzellik desen selma güneri halt etmiş, henüz bilmiyordu ama sevişmesi öpüşmesi koklaşması da alice harikalar diyarındaydı, e o zaman.

bu yazı tam gaz devam ediyordu ki şerefsiz bir komutan kaldırdı yerimden, darısı bir dahaki çarşı izninin başına. mektuplara açığım bu arada, isteyene adres verilir, er mektubu görülecektir.

Hiç yorum yok: