ama arkadaşlar iyidir



1.03.2013

31 temmuz 2007 salı, 22:45 -cola reklamına çıktıktan sonra-


öptüler. beni bugün müslüm baba öptü.

sekiz yaşındaydım sanırım. d'm askere gitmişti. anannem yalnız kalmıştı. beni de yanına vermişlerdi. okuldan geldiğim vakitler d'mın kasetlerini karıştırıyordum. bir tane de araba teybi vardı, arabasız da çalışabilen. kimler yoktu ki kasetler arasında: müslüm gürses, ferdi tayfur, orhan gencebay, erol budan, ahmet kaya, cengiz kurdoğlu, arif susam, ümit besen, huri sapan. adını hatırlayamadığım bir sürü isim, kaset kaset. en çok ferdi tayfur ve müslüm gürses. sürekli dinliyordum. o yaşlarda o müzikler. âşık mıydım ki, evet galiba, bir kız vardı sınıfta. ama ilgisi olmamalı sekiz yaşındaki çocuğun içindeki arabesk ruhun bu kıza açılamamasıyla. gaipten gelen seslerdi çünkü o sesler o zamanlar için. bildiğin dinlemekti benimkisi. elimdeki sapanı bile unutup gidiyordum dinlerken. özellikle müslüm gürses ve ferdi tayfur’u. ama müslüm ayrıydı. hepsine dair ayrı öyküler anlatabilirim aynı zamanda yaşanmış. şarkıların isimlerini ve sözlerini de ezberlemeye başlamıştım. hatta okulda orhan adlı arkadaşıma bile anlatıyordum da anlamıyordu, küçüktü daha o, oysa ben büyüktüm, delikanlıydım, düşünsene sekiz yaşında zil zurna âşıksın ve müslüm gürses dinliyorsun. içimde arabesk bir ruh olduğunu söylerler, burada mı atıldı acaba temeli? “bizim gönlümüze hasret düşüren, şu geçit vermeyen dağlar utansın.” ilk bu şarkıya takılmıştım. sonra geldi gerisi. anannem de anlam veremiyordu kafayı duvara dayayıp araba teybinden çıkan seslere baktığımı. görüyordum tüm sesleri ben. nota nota yükseliyorlardı içimden. onlarla geçti zaman. [normal kilitlere sahip olmayan, bastırınca dili yukarı kalkan bir kilit sistemi vardı kapının, arkasında da koca bir müslüm gürses posteri, şimdi o posteri bulsalar da bana, tüm malımı mülkümü bağışlasam… beyazdı müslüm gürses, beyaz bir takım elbise vardı üstünde, siyah kıvırcık saçlar ve beyaz bir elbise, onun tüm resimlerinden hatırımda kalan en büyük sahne budur] d'm döndü askerden. ben de şehrime döndüm. yaşım on oldu.

bir gün motosikletiyle geldi d'm bizim eve. ben de okuldan çıkmıştım çoktan, ödevlerimi de yapmıştım. d'msa sanayideki işinden çıkmıştı, yağlıydı, paslıydı. “gel,” dedi, “seni konsere götüreyim.” çok sevinmiştim. anannem okuma yazma bilmediğinden, ben de o askerdeyken yeni yeni söktüğümden ona anannemin dilinden yazdığım mektuplara birkaç tane de şarkı sözü iliştirirdim müslüm baba’dan. meğer d'm ağlamaklı olurmuş. [“oturup ağladım çocuklar gibi,” der mesela müslüm gürses ‘bir avuç gözyaşı’ adlı şarkısında.] müslüm gürses konserine gidecektik akşama, ama önce d'mın yıkanması paklanması ve günün anlam ve önemine binaen giyinmesi gerekiyordu. yaz mevsimiydi, hatta yalan olmasın belki de onyedi yıl önce bugündü. köydeki delikanlılar önce köy kahvesinde toplandılar, şu saatte buluşmak için sözleştiler, ve bir kamyonet tuttular. atladık kamyonetin kasasına on kişi kadar. hepsinin yüzünü tarif edebilirim isterseniz, hepsinin yüzündeki tarifsiz sevinci, heyecanı, birbirlerine ettikleri tatlı dilli küfürleri. ben hatırlamak istemiyorum, bir tanesi öldü geçen sene, ama siz isterseniz boynum kıldan ince, elimde sigaram şu an külünden yüce. [ben de işi kötüşairliğe vurdum işte naparsınız] onlara göre epey küçüktüm, aşağı yukarı hepsi askerlik çağındaydılar, hepsi ilkokul mezunu, sorsan o zamanlar için benim kadar bile okuma yazma bilmezlerdi [tamirci çırağı şarkısını mesela ben onlardan çok daha önce duyacaktım tamirci çırağı olmadan, ama onlar tamirci çırakları olsalar da o şarkıyı ve hüznünü (ilk dinlerken ve türkü barlara meze olmamışken) hiç bilmeyeceklerdi, çünkü hepsi ta kendileriydi, biz ise avuntudan ibaret hayatlardık, içine tam olarak giremediğimiz ve fakat yüksek duyarlılığımız neticesinde kenarından kıyısından izleyip o hayatları sanata boca etmeye çalışanlardandık] bana baktılar, d'm onlardan büyüktü ya, forsluydu o yüzden, sevilirdi bir de, “benim yeğen,” dedi. gururlandım d'mın yeğeni olmaktan. kamyonetin kasasında köyden şehre gidilen bir an, rüzgâr bile o kadar heyecanlı mı olurdu be danyal? sigaraların dumanları bile o denli ateşsi mi olurdu?

şapkam vardı kafamda. galatasaray şapkası; d'mın, uğruna onu atmam ve çiğnemem için getirdiği türlü beşiktaş şapkalarına bile dönüp bakmadığım şapkam, çizgili, sarı kırmızı. bir taraftan onları dinliyor, bir taraftan da konser denen şeyin, müslüm gürses’in gerçeğinin nasıl bir şey olduğunu hayal ediyordum. derken bizim kamyonet hızlandı ve rüzgâr, ve şapkam uçtu uçtu uçtu. bakakaldım, karanlıkta kayboldu köyün derinliklerine doğru. [bir kadının derinliklerini de o derinliklere benzettim sonradan hep. içinde yitip gittiğin. içinde çocukluğuna dair sevdiğin bir şeyin kaybolup gittiği, sulu gözlerinin tecellisi bir zemin. karanlık, gizemli, derûnî ve şarkkârî bir kayboluş. güzel bir yitip gitmek. kendini tam anlamıyla bir an için kaybetmek.] arabeski de buna benzetirim ya ben, sırf benzetme gereksinimimden. “bak işte, kayboldu senin galatasaray,” dedi ve güldü d'm, diğerleri de güldüler. o zamandan beri kaybettiğim şeyleri tekrar aramam ben, eğer kaybettiğime inanmışsam.

gidiyorduk işte sallantılı bir mevsimde. sancılanıyordum heyecandan; canla cananla ilgili, en azından canhıraş’la, cansiperane’yle, cancağız’la, canına yandığımın dünyası’yla bir bağlantısı olan bir gidişti bu gidiş. ilçe merkezine geldik, meydanda insanlar yavaş yavaş toplanıyordu. d'm ve arkadaşları bira aldılar, bana da gazoz. zaman mı çabuk geçti, gazoz mu çabuk bitti anlamadım, hava kararıverdi ve meydanda bir kamyonun kenarları açılmış kasasında, bildiğin kamyon kasasında bir beyazlık beliriverdi. ışıklar ve sahne, sahne kamyonun kasasıydı. alkışlar, ıslıklar, bağırışlar, çırpınmalar, sahneye çıktı beyaz adam kıvırcık saçlarını da kafasına takarak. dayımın omuzlarındaydım. beyaz ayakkabılar, beyaz takım elbise. beyaz ışıklar. elinde sigara, başladı söylemeye.


sonra büyüdük, adam olduk, üniversitelere gittik. bir şey hep hatırlattı bana hatırlaması çok da acı gelen şeyleri, bazen üç kere öpüp başıma koydum o hatırlatan şeyleri, keyiflendirdi çünkü beni, bazen de yere tükürdüm tekmelemeye çalıştım boğuştum o hatırlatan şeylerle, ama hep hatırlatıldılar, bir söz bir şiir bir göz bir diz, hatırlattılar. müslüm gürses de öyleydi, ben şarap içtim o da şarap içerdi diye. köpeköldüren içtim o da içerdi diye. bazen sabah kalkar kalmaz play’e bastım, o belki söyler diye. ama noldu? kırk yıllık şarapçı, kolacı oldu. ‘sevgi mi nefret mi’ “adını sen koy” deyip, kötü sesimle “itirazım var”ı söyleyerek ayrılıyorum huzurlarınızdan.

itirazım var baba, itirazım var bu yalan dolana.