ama arkadaşlar iyidir



13.03.2010

nükleerle yaşamaya da hazır olabilirim icabında.

krepti yahu geçen hafta hatırlayamadığım şeyin adı, hani sen yapardın, ya da şöyle diyeyim yapacak gibi yapardın.

ankara'nın havası kapalı bugün çarşı iznimde.

üç tane şeyin ikisini hatırlıyorum ve bu çarşı izni bahsini üçüncü olarak hatırlayacağım bundan sonra. birincisi küçükken, hani ortada yazlıklar filan yok, bizim evimiz deniz kıyısına yaklaşık otuz kilometre, dolayısıyla her istediğinde ve arabasız gidilmez, baba bey mesela cuma akşamından müjdeyi verirdi, kendisi ve anne hanım ertesi gün hafta tatiline girdiklerinden, bizim de okulumuz olmadığından, "yarın denize gideceğiz!" "oleeeyyyeyeyeyey" hemen akşamdan kolluklar, şambrel, yiyecekler, oltalar filan hazırlanırdı. o gece uyku tutmazdı, çünkü deniz o menem bir şeydi. ikincisi ise ortaokulda iki veya bilemedin üç haftada bir memlekete aile ziyaretine gidileceği cuma akşamüstüne doğru perşembe akşamdan yapılan benzeri hazırlıktı. perşembe akşamı valizler hazırlanır, cuma günü hiçbir ders dinlenmez ve cuma akşamı güle oynaya yola çıkılırdı. üçüncüsü, vatani hizmet icra edilirken çarşı izninin sözgelimi cumartesi olduğu öğrenildiğinde cuma akşamı içe dolan duygular bütünü idi... bu bütünü oluşturan parçaların hiçbirinin ilk ikidekiyle ilgisi yok ama benzerlik kurma ihtiyacı güttüm. neden mi yaptım bunu, çünkü benzesin istedim o heyecana. ama malum içerisinde bulunduğumuz şartlar insanın her nevi kişisel iktidarını öldürüyor. aslında çok çok benzese de benzemiyor.

herkes çift yaratılırmış, o yüzden: merhaba. günaydın sevgilim. nasılsın sevgilim?

i love you diyen güllerden bulamadım ankara'da. hahaha. eğer bir ev aleti olsaydım ne mi olurdum? biliyorum çok fazla alternatifim olmazdı ama ilk akıllara gelen ziyan şey uzaktan kumandalı buzdolabı. evet evet, lunaparklarda çemberi sigaraya rastgetirebildiğiniz an bir adet sigara pakediyle birlikte beni size hediye olarak verebilirlerdi: uzaktan kumandalı buzdolabı. ne dersiniz hoş olmaz mıydı?

bütün gün elimde olca portakal kabuğu kamufle ederek dolaşmak istiyorum. insanlar baksın nerden geliyor bu koku ama bulamasın. ya da sevgilimin memelerine portakal kabuğu sürüp... oha. o değil de, şöyle yetenekli bir arkadaşım olsun, sözgelimi iyi fotoğraf çeksin, beni fotoğraflasın, aa ne kadar fotojeniksin filan desinler, fotokritiğe ne bileyim deviantarta filan attachlesin beni, ordaki güzel kızlar güzel erkekler gibi sırıtabileyim, masum masum mahsun mahsun bakabileyim, sigarayla dünyanın en kral pozlarını verebileyim filan, di mi kadir, ya da modacı felan olsun, giydirip insan içine salsın beni, çok fit bir vücut sahibi olmuş olayım, skinny trousers acaip taşıyim üstümde, adonis kası denen seks objesinimi sergileyeyim göbekten ziyade, herkes sırtımdaki dövmenin görünmeyen tarafını merak etsin.

naber lan deli?

yalan mı söyledim yani baharda yine geleceğimi söylerken? dediğimi yaparım. bana salak ve gerizekalı dediğin takdirde senden ayrılacağım dediysem ayrılırım. seni hep seveceğim dediysem -bunu kimseye demedim di mi- hep severim. diyenlere inanmam, dillere sakız etmem. fallı sakızların fallarını okumadan, yorumlamadan katiyen atmam. canım çay çeker bazen, senden rica edebilirim. üşenmek gibi bir huyum hiç olmamıştır. pekala kendi suyumu kendim koyabilirim ama senin getirdiğin su daha lezzetli oluyor yemin olsun. hem, üşenenin çocuğu olmazmış. bütün memelerini çok fena sevebilir, fena halde sırılsıklam aşık olabilirim. erkin koray'ın en sevdiğim şarkılarından biri "sarhoş gibiyim" olabilir. birazdan mesela içinde bulunduğum internet cafeden çıkıp ankara'yı turlayabilirim. tek başıma yapabileceğim şey sınırlı ve tedirgin olduğu için, -tek başına dolaşmak da yasak kodumun askerliğinde- aklımda olan şeyleri yaparım, mesela önce kitapçılara uğrar içimi bozarım. bir kitap bir dergi alıp rahatsız olmadan oturabileceğim bir kafe keşfederim, önce haftanın tatlısını yerim. bu aralar nöbetler sıklaştı, çok enerji kaybediyorum, tazelenmiş olurum. sonra da okumaya başlarım, karşıma yalnız başına güzel bir kız gelirse onunla bakamaklar yaşarım. not filan alamam. zihnim durdu.

çorapları katlama şekliyle ilişkili aslında bir insanla anlaşmanın biçimi. içe doğru katlayıp yuvarlak top mu yapıyor mesela, ya da normal bir dikdörtgen katlar gibi mi yapıyor. bu konuda çoğunluğun yuvarlaktan yana olduğunu tahmin edebiliyorum. hem top oynaması güzel oluyor, ama alt kattaki komşuları rahatsız etmeden ve ayağını yere vurmaktan imtina ederek. bo derek.

kendime özel bir ray ayırttım doğarken. oradan sapmadan ilerliyorum, makas içimde.

77 Pazar, öğleden sonra. Mıcır'ın odasının girişinde sağ tarafta büyük sıkışmışlığıyla bulunan kitaplığında, kendine özel bir raf ayrılmış eski ve dengesiz plakçalarının cızırtılı hoparlör sisteminden yükselen ses Dean Martin'e aitti. Söylediği şarkıysa, "That's Amore"ydi. Mıcır'ın hoyrat ve müsrif kulakları için birebir olan sistemden çıkan ve karla karışık yağmurla karışık dolu kadar pis olan müziği dinleyen Hakan konuşuyordu: "Her şey cahil ve herkes dahil! Artık ööyle. Kimse aptal değil. Ve her şey toptan. Dünya artık bir tatil köyü. Dünya bir katil köyü. Hayatın yeni kuralı bu. Hayatın yeni yazılıturalı oyunu bu. Herkes her şeyi biliyor. Her şey herkesi siliyor. Sadece ben bilmiyorum çünkü ben her şeyden hariç ve herkesten aptalım. Sadece ben dilimliyorum çünkü ben herkesten hariç ve her şeyden şapşalım."77

o halde bu şapşal için bu haftasonu bir-iki kez nouvelle vague dudaklarından "in a manner of speaking" dinleyin.

Hiç yorum yok: