ama arkadaşlar iyidir



13.05.2016

hayat bazen ne kadar barbar

içimde bir his var. böyle bir şarkısı vardır ferdi tayfur'un. yarın ve yarından sonra yakın bir akrabamın düğünü var. heyecanlanıyorum aslında heyecanlanmasına. da bu heyecan daha ziyade fobik bir şey. çok rakı içilecek, rakı akacak bildiğin. ben ne yapacağımı düşünüyorum. pazartesi iş olmasının ve öğleye kadar bile olsa izin alamamış olmamın verdiği kaygı bir yana, eskisi gibi genç olmamanın verdiği saygı bir yana, yine de heyecanlanıyorum. o davulu o zurnayı istediğim gibi çaldırabilecek miyim. ben, çok değil daha tam bir sene öncesine kadar rakıyı su diye içer, sabah da kalkar işe giderdim. şimdi yapamıyorum. yine su diye içebiliyorum ama sabahı olmuyor. ferdi tayfur'un bu hususta da birkaç şarkısı var, biri, "sabahı olmayan gece gibiyim," diyen şarkı. ikincisini söylemeyeceğim şimdi. neyse ki limon var. normal şartlarda, yarın ve yarından sonra ben o rakıyı pınar dediğimiz köyün içinden çaya akıtır, nehre döküldüğü yere de ağzımı dayar içerdim. beni çok seven büyük halamın, kaşlarım kardeşinin kaşlarına gözlerim kardeşinin gözlerine benziyor diye kaşlarımdan öpüşünü düşünür, sonra sktirederdim. neyse, tabii mesele bu değil.
bu aslında bana çok oldu ve pek de gerçekleşmedi. benim hislerim etme yönünde çok kuvvetlidir fakat hiç gerçeği yansıtmaz. yani hep hissederim ama hiç de bi bok olmaz. her defasında da bu defa olacak galiba derim, bu defa farklı derim ama her keresinde zahirin aynı tezahürü. daha önce bizim köyde yaptığımız düğünler birkaç kez bozulma teşebbüsünde bulundu. malum rakı akacak ve köy düğünlerinin en kaydadeğer kriteri düğünün sağlıklı geçmesidir. çok şükür ki bu zamana kadar küçük arbedelerle atlatıldı hep. en sonuncusunda ben yoktum, kardeşim anlattı, hatırlıyorum, o adam, o katil, yine gelmiş elinde tabancayla, ve uzaktan salmış narasını, neyse ki bu defa hazırlıklı yakalanmış bizimkiler ve almışlar aşağı. ateşleyemeden bir güzel üşüşmüşler üzerine ve jandarmanın naptınız bu adama sorgusunda da kendilerini haklı çıkarmışlar. o adam, ailemizi kırk yıldır kana bulayan adam, bu defa yine gelirse ben orada olacağım ve hayat bazen barbarlığı hak edebilir.

demin bir iki türkü dinleyeyim dedimdi. başlamamdan bu yana üç yılı doldurmak üzere olduğum işyerinde geçen hafta yeni bir şey öğrendim. malum, işçilerle çalışıyoruz ve işçinin işini seveni olmaz. hafif de olsa ağır da olsa işçi için iş iştir. rutin olarak belli bir süreyi doldurması gereken bir hareket alanıdır. senin için benim için belki etik bir kaygı alanıdır, hatta kimisi için ekmek yediği kapıdır ama işçi için iş iştir. sirkülasyonu da dahil edersek bu güne kadar binbeş yüz kadar farklı işçiyle birebir çalışan biri olarak, onlara çeşitli işleri yapmaları talimatlarını çeşitli şekillerde ve tabiatın mümkün kılabildiği en adil ve en insani biçimde verdiğine inanan biri olarak, hep aynı sonuçla karşılaştım. ben de bunu beklemez idim ve hâlâ da diretiyorum fakat hep aynı şekilde izlendi izlediklerim. bunun işçi olmayla filan da pek ilgisi yok, bunun insan olmayla ve basit bir metaforik anlatım dahilinde çiğ süt emmiş olmakla alakası var, başka bir şey değil. yeni başlamıştım, herkesin çalışma alanını dolaşıyordum. bir gün, çalıştıkları gürültülü mıntıkada belli belirsiz bir müzik hissettim. müzik kulağım da iyidir hani, seçer süzer ve bulur kulaklarım aradığım tınıyı her zaman. rahatsızlığı da çok rahat hissettirir ya o ayrı menfi boyutu işin. beni görünce sesini kısar gibi yapmışlardı frekansın, "açın bakayım şunu," dedim. açtılar ve o eserleri trt radyolarından başka hiçbir kanal çalmazdı, yirmi yıllık trt radyo hayatım bana onu net bir şekilde öğretmişti, 100.5 mi bu frekans dedim trt radyolarının çaldığı her şeyin detayına düşkün biri olarak. "abi biz frekans anlamayız ama bir bunu dinliyoruz," dediler. çok sevinmiş ve o adamlara ayrı bir yakınlık hissetmiştim. dedim ya ben hep hissederim. geçen hafta, o ekibin içinde üç yıl içinde ilk defa beni o kadar kendimden çıkarıp ortalığı inletmeme sebep olan biri açtı ağzını, "o zamanlarda," dedi, "dursun bi yerden sizin hakkınızdaki her şeyi öğrenmiş, türkü sevdiğinizi öğrenmiş ve bize sizin işe başladığınız ilk bir ay türkü dinletmişti," dedi. "nasıl?" dedim. "hani siz ilk geldiğinizde bize radyoyu sormuştunuz ya, onu dursun özellikle ayarlamıştı," dedi.

sonra dün, yine işletmeyi dolaşıp birileriyle deneme mamuller üzerine konuşurken, bir anda ferdi tayfur'un "sanma sana dönerim" şarkısı yükseldi. normalde, içeride bir amir varken dinlenmesi yasak olan müzikçaların sesini o kadar açmaya asla yeltenmezlerken benim tam da orada bulunduğum sırada, sırf gömlekli biri var diye otomatik olarak teyakkuza geçmişlerken, bir anda o şarkının sesinin o kadar cüretle yükselmesinin sebebini sorgulamak istemedim. sağ elimi kaldırdım havaya ağırca. sol elimle baretimi çıkardım. hayat bazen gerçekten çok barbardı.