ama arkadaşlar iyidir



5.08.2010

ne alaka



hiç bırakmayacak gibi sarılmak. bazılarımız onun soyadı benim adımın arkasına nasıl olur diye, ya da, benim soyadım onun adının arkasına nasıl olur diye, düşündük mü, mutabık mıyız burda. halbuki. üç sesli kanarya bir kapı zili sesidir, onu tanrımız bize gönderdi, istersek telefon melodimiz de olabilir ama bence bunlara ne hacet. ölenle ölünmediğini pekala aklıma kazıdık, lakin ölenle bir tarihin yerin dibine girmesi hususunu açıklığa kavuşturamadım henüz, çalışmalarım devam ediyor. meyvelerin durdukça yumuşamalarından hiç hoşlanmıyorum, mesela erik, dursana ağaçta durduğun gibi sert ve dik, hımm yine sapıttık konudan, benim dışım fesat, içimde bir şey yok. julyen kelimesini bana m. öğretti bizzat doğrayarak, ama sonra unuttum ben öğrendiklerimi. şimdi babaannesi ve dedesi olmayan gençlerle aynı koşullardayız. büyüklerimiz derler ya hep evleneceğiniz insanın ailesi sizin ailenizle uyumlu olmalı diye, bunu düşünür dururum ben ne gerek var monakoyum diye. ama bir de şöyle düşünmek lazım, doğacak çocuklarımızın ebeveyn sevgisinin yanında bir de üstebeveyn sevgisine ihtiyacı var. düşünsene deden veya babaannen veya ananneni, en azından birini ne kadar sevdiğini. benim dedem olmadı mesela, o yüzden bayramlarda sevgisiz büyüdüm, heeeyt. kolumdaki 0.5 yarası senin yüzünden. tabakam dedemin yadigarı. kimin şiiriydi du. epeydir şiirle aramız bozuk, dozajında tutuyorum bu bozukluğu, tamir etmenin biliyorsunuz modası geçti, şimdi kullan boz ve at zamanı. eskiden öyle miydi doktor, bi pantolonda beşbin yamayla dolaşırdık biz, bisikletlerimin tekerleği patladığında kendim yama yapardım ben, i am talented about bicycles. ben bi fabrikada çalışıyorum mühendisçi olarak. rakının yanında bira sahiden iyi gidiyor. gidiyor gidiyor. winamp shuffle çok dangalak ve münasebetsiz bu akşam, asabımı bozuyor, kısayol b'ye basmak zorunda kalıyorum sürekli maximize ederek, huff. humming one of your songs. özlemedim mi diyeyim yani şimdi, yalan mı edeyim. sinek görür görmez birden kendini havada bulan ve çırpılan ellere hastayım. ellerimi mazur görmeni diliyorum onlarla buluştuğunda, merhaba, ne kadar banyo yaparsam yapayım geçmeyebiliyor tırnaklarımdaki boya lekeleri, üzgünüm leyla. tuzlu ve buzlu badem kadar kıyak bir kadın biliyor muyum ben. aman ben de ne biliyorsam beynamaz beynamaz. haftasonu için sabırsızlanıyorum, kesin mesai çıkacak bu yüzden. çamaşırlar da birikir, özellikle çamaşır makinesi kullanmayı tercih etmeyen bir insansan bu birikintiye hasta olursun, daha önce de demiştim ya bulaşıkların da ilginç bir birikme stratejisi vardır. ama bulaşık makinası boşaltmak kadar ve yıkanmış çamaşırları makinadan çıkarıp asmak kadar ve kuruyan çamaşırları katlamak kadar üşengeçlik gerektiren birkaç daha örnek verilebilir iş mutlaka vardır. ezelde -dizi değil lan öbürü- de vardı bu, hatırlarım, bi kore gazisiyle konuşsak bu konuya dair örneklerini alabiliriz rahatlıkla. günde bin kere gerinsem boyum uzar macaba, yanında kısa kalmaktan da korkmuyorum aslında, varsın küçük enişte desinler, kütük enişte diyemezler nasılsa. bana işyerinde dişi bi iş arkadaşım geçenlerde kibar odun dedi, tam da beni tarif ediyordu hassaten. çocukluğumuzun ekollerinden cevat prekazi demiş ki, "... romantik futbol oynuyordu." işte budur, cümle kuracaksan böylesi, konuşacaksan böyle cümle kuracaksın, ya da kuramıyorsan benim gibi susacaksın, içinde biriken pası da bu şekilde yazarak atabilirsin, örneği çok, illa verdirtme bana şimdi. elmaların bi anlamı olmalı, herkes tutturmuş bi nar, bok var. bi kenarı sağlam ama diğer tarafı çürük meyvelerin sağlam taraflarını mutlaka yerim ben, -bir kadından da bunu beklerim- manav çocuğu değiliz nihayetinde, seçerek alsak da gözden kaçırdığımız oluyor, ya da zamanla her şey zaten çürüyor. var mı öyle ayvayı soyayım derken yarısını kabuğuyla çöpe göndermek, allah alla.

gelicem birazdan, şimdi fotoğraflara bakmalıyım. 21:37

Hiç yorum yok: