ama arkadaşlar iyidir



1.08.2010

benim de artık rahmetli diye anacağım bir babannem var. yarın işbaşı olması gibi. ben geldim şimdi, yollarda arabalar uzunlarını yakmış yolları süpürüyorlardı. bazı çocuklar yeni bebek doğarken bazı yaşlılar terk-i diyar ediyorlardı ben yoldayken. tahtalı köyü boyluyorlardı. herkes beni bekliyordu cenazenin kalkması için. avluda toplanmışlardı. otobüsten indim. yürüdüm biraz eve. halamların ordan girdim içeri. kalabalıktı. bütün mahalleli oradaydı, köydeki akrabalar da gelmişti. [içmesem bunları anlatamazdım asla] tek eksik bendim. yıkanmadan önce bakmak ve son kez görmek istersem diye bekletmişlerdi evinde. ben bakmadım, bakmam da. babam ayağa kalktı görür görmez. ben o sırada hâlâ inanmakla inanmamak arasında direniyordum. ben ona sarılır sarılmaz ağlamaya başladı, ki pek rastlanan bir hadise değildir. onu öylesiye çökmüş görmemiştim hiç. allahım sabır ver diye kıvranıyordu. gözlerim doldu ama o an sırası değildi benim için. ben o an teskin edici konumdaydım, sonra gelecekti benim sıram. halamın matemi duyuluyordu, beni görünce daha fena oldu halam. çünkü babaannemin en sevdiği torunu ve onu tek seven torunu bendim. ve bizzat mezarının içine girdim, alttan kavradım onu, bıraktım toprakla başbaşa. oğlu ve torunu girsin dediler. allah belamı versin.

ters köşe yaptı babaannem. alayımızı kontrpiyede bıraktı. kimse böyle bir şey yapmasını beklemiyordu ondan. zaten bi kere, yalan söylüyorum, babaannem değildi o benim, nenemdi düpedüz, şimdi burda şehircilik oynamanın manası yok, nasıl babamın annesi değil de anasıysa. kimse sevmedi nenemi, dedem dahil. onun da kimseye kendini sevdirmek gibi derdi olmadı hiç. ben sevdim ama ya. harbi sevdim. kimse sallamadı onu. ben bile sallamadım, "oğlum ölmeden senin mürüvvetini görseydim, elini çabuk tut" dedi, "acele etme," dedim, çünkü inanmadım öleceğine, gideceğine. harbi harbi gitti. sikti attı. o kadar iş buyurmayı severdi ki hiçbir torunu geçmek istemezdi kapısının önünden, hafiye gibi geçerlerdi ya da. ben göğsümü gere gere, ekmek almaya göndereceğini bile bile, sofra bezini dökmeye göndereceğini bile bile, küpten su doldurtacağını bile bile, bulaşık yıkatacağını bile bile, göz damlası burun damlası yaptıracağını bile bile, takvim yapraklarını kopartacağını bile bile, geçerdim kapısının önünden, hepsini de yapardım. çünkü o bana anlatırdı.

sosyolojiye bu yüzden merak salmışımdır ki, yaşlılara eskiden hürmet edilmesinin sebebi geçmişin ancak onlar sayesinde öğrenilmesidir. yaşlılar olmazsa, yazılı kaynaklar kısıtlı olduğundan, görsel kaynaklar neredeyse hiç olmadığından, geçmiş öğrenilemezmiş. geçmiş, yani tarih sadece yaşlılardan öğrenilebilirmiş, o yüzden de yaşlılar el üstünde tutulurmuş. şimdi böyle bir şeye gerek kalmamış tabii internet çağında. benim kafam biraz geriden geldiği için ben yaşlılara hâlâ hürmet eder ve onların anlattıklarını dinlemeye devam ederim. benim dedem hakkında herhangi bir yazılı kaynak yoktu ve ben dedemi görmedim, dedemin adı sadece sahip olduğu tarlaların tapu senetlerinde ve kore gazileri arasında geçerdi, babaannem anlattı bana asıl önemli şeyleri. babamın aşkları yazılı kaynaklarda geçmezdi, sadece nenem anlattı bana bildiklerimi. yörüklerin sırtlarında çocukla nasıl hasır dokudukları yazılı kaynakların pek umrunda olmazdı, bir ellerinde bir çocuk sırtlarına sarılı diğeri nasıl pamuk topladıkları pek filmlerde geçmezdi, yedi çocuğun beşini sağlık sorunları yüzünden en büyüğü üç yaşına bile varmadan nasıl kaybettiklerini adnan menderes pek umursamazdı, bunları bana babaannem öğretti.

bundan sonra yine kimse kapısının önünden geçmeyecek. kardeşim, ona iyi bakamadığı için suçluluk hisseden babama teselli vermeye çalışıyordu, artık ölümün etkisini atmış görünüyorduk üzerimizden. ailenin büyüğü olan benim yorumumu sordu babam, dedim ki, allah sanırım nenemi gördü. nenemin ne kendine ne sizlere faydası olmadığını gördü. o yüzden de onu aldı. kimse, hiçbir torunu kapısının önünden geçmek istemezdi, birinize ziyarete geldiğinde hiçbiriniz iyi ki geldi demezdiniz, uykusu gelse de gitse diye beklerdiniz. şimdi hepiniz ağlıyorsunuz. ve hiçbiriniz öleceğine inanmıyordunuz. hepiniz ona, dedeme ettiklerini çekeceğini, daha çok yaşayacağını ve acı çekeceğini söylüyordunuz. ve o şimdi, hepinizi koydu gitti, ben bile beklemiyordum bunu nenemden. ama kimse sanırım -haklı da olsa haksız da olsa- onun kadar hor görülmemiştir ve allah ona acıyıp onu aldı, bir anda çekip aldı hem de.

bundan sonrası var bir de. seksen yıldır var olan ve bunun neredeyse son otuz yılına şahadet etmiş olduğum birinin artık olmayacağına alışmak, inanmak. öylesi orijinal birinin gerçekten yaşamış olduğuna artık kimseyi ikna edemeyecek olmak, bizzat gösteremeyecek olmak, bunlar zor.

hangi arkadaşım beni ziyarete gelirse gelsin mutlaka onun yanına götürürdüm. hem değişik insanlar görüp biraz ferahlasın diye, hem de arkadaşlarım böyle yerel birinin ağzından çıkanları duysun diye. sıkılırdı çünkü son on yıldır. fazla uzak yerlere gidip gelemezdi, kiloluydu, hızlı hareket edemezdi, bacakları tutmazdı, halsizdi, komşular da illallah demişti onun ziyaretlerinden, çünkü gidecek başka yeri yoktu. onunsa konuşmaya anlatmaya ihtiyacı vardı. o ömrü boşa yaşamadığını hissetmesi gerekiyordu ölümün yaklaştığını duyumsamamak için. onu dinleyen yoktu. ben hariç. ben üç dört beş altı bira alıp onu yanıbaşıma alır, ve anlattırırdım. ne anlatırsa dinlerdim. kolay kolay kimseyi dinlemem ama onu dinlerdim. uzattırırdım sorular sorarak. anlatırdı o da.

şimdi küçüklüğümde yaptığım yaramazlıkları anlattırabileceğim kimse kalmadı. kimseye birinci ağızdan; annemler işteyken yaz sıcağında onu uyutup evden kaçarak kuş vurmaya gittiğimi; o bir an dışarıda çamaşır yıkarken mahallenin bütün çocuklarını eve toplayıp tüm sucukları çiğ çiğ yediğimizi; o bir an ineklerle uğraşırken mahallenin bütün çocuklarını eve toplayıp yatakları yüklüğü altüst ettiğimizi; bir hıdrellez gecesi kireç çukuruna kaçtığım için babamın şerrinden sığınmak adına onunla koyun koyuna yattığımızı, nene beni babana söyleme diye yalvardığımı; neleri neleri.

yok, bildiğin yok.

ben uzun zamandır etrafa zarar vermemiştim.

Hiç yorum yok: