ama arkadaşlar iyidir



13.08.2013


yazıdaki gençlik nasıl da belli:

pencereden dar geliyor

“Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı. Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler, hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence yerine gidiyordu.” ...

ellerimde mağaralar var. ellerimde mağaralarınkiler gibi yarıklar. sodra dağı’nın eteklerinin plilerinde kurulan bir evimiz vardı, birkaç da bacamız muhakkak. bacalarıyla meşhur bir kasabanın yoz bir çamurunda doğmak ne demektir bunu hepimiz biliyoruz. taraçanın ve verandanın ne anlama geldiğini hâlâ bilmiyorum, veronika ölmek istiyor bunu biliyorum, bazı kelimeleri hiç bilmek istemeyebilir bir insan, bunda mutabık mıyız, sundurmanın ise yağmurdan koruduğunu biliyorum. pergola ve ferforje’yi ise mesleki olarak biliyorum, gayrihtiyari bildiğimiz şeyler de vardır, bunu hepiniz biliyoruz. güzel kelimeler nitekim. ne demiştik, kır evinin verandasında bir rüzgâr gülüne rastladın, ve popüler kültür iliklerine kadar işledi. ellerimde karnıyarıklar var. ellerimde mağaralar. ellerimdeki mağaralardan teröristler yetiştiriyorum, peşmergelerim anaokuluna gidiyor. ben annemin son dostuyum, vere ağlamış. ne demiştik sevgilim, benim de en sevdiğim mısram “baba bana balkon almadın” oluyor durup düşündüğümde. durmadan düşünemiyorum ne yazık ki, durup durup, bir şehri tam kalbinden vurup, ah yine yaptı annesi. albayım albayın al beyinleri var ellerimdeki yetişkinlerin, kırkırmızı. kıskırmızı. kırmızısı kıt bir hayat başka türlü ne bileyim işte, çekilmiyor sanki. chris norman’ın midnight lady şarkısını erotik bulan var mı, ben inanın bulmuyorum, ahaha, ara ki bulasın. ayrıca ellerimdeki çocukların süper bir top sahası var, seksenlerden kalma kıçlarında biten şortları, galasataraylı beşiktaşlı formaları, arkasında on numara, metin ali feyyaz. bir çocuğun ramazanda taraçatıya çıkıp top sesini dinlerken baktığı dağın deliklerinde ne canavarlar büyürdü bilir misiniz hepimiz, o dağın eteklerini çekiştirir dururum hâlâ. anneler oğullarında alıyor soluğu. soluk oluk oluk oğul oğul kokuyor kış geldiğinde, “hoh!” de. aşk sence bir oyun mu, tri lay lay lo.

kış gelirken şeb-i aruz’la başlayan haftayı kibritçi kız haftası ilan ettiğim malumunu ilam etmiş miydim sizlere. ah hayoor, ne yaparsın ki şarkılar illa ki bitmeye programlanmış. repeat after me. kış geldikçe aklıma kibritçi kız geliyor, onu hepiniz tanıyor musunuz, tanımanızı isterdim, lakin bu durum zihin sağlığımız için zararlı, yine de zihne küşayiş verdiğini saklayamam. ve aklıma şükrü enis regü’nün “elma ağacı” şiiri, sizlerle paylaşmak istedim: Yine başladı soğuklar / Boyuna yağıp duruyor yağmur / Esiyor rüzgâr acı acı/Nasıl geçireceksin bu kış / Elma ağacı? / Gölgen de yok ki sana arkadaş olsun. / Tek başına kaldın bu kış kıyamette... / Artık kimse bakmaz oldu yüzüne; / Dallarına tırmanmıyor çocuklar / Kuşlar uğramıyor semtine. / Üzülme, bu günler çabuk geçer / Bir bakarsın bahar geliverir; / Yeniden allanıp süslenirsin. / Bizim için yine çiçek açar, / Meyve verirsin!

maalesef andersen masalları tutuştu ilk ellerime, ve ömer seyfettin, özellikle kaşağı ve diyet. en çok kibritçi kız’a ve kurşun asker’e takıldım -bu yüzden üzerinde balerin olan müzik kutuları da pek içimden gelir bana-. kış geldi. hayat bilgisi kitaplarında tanrım neden insanlar hep yılbaşlarına kar yağarken giriyorlar diye düşünüyorum yirmiyedi senedir. bu ülkenin elleri var, kesik elleri, parmakları. benim de gördüğüm en bıçkın tamlamadır “bu ülke”. cemil meriç’in toprağı bol olsun. ben hep kar bekledim yeni yıllarında. bir de, her defasında dedemi bir daha görebilmek için bir kibrit çaktım. bu yüzden, işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte. en uzun gece’yi de geride bıraktığımız şu günlerde ellerimizde çıralarla yürüyoruz hayali hıdrellezlerde, bu yüzden mi yazdım “işte geldiniz” diye hıdrellez’e, ne demiş mfö ‘bir zamanlar fırtınalar estirirdim’ adlı şarkısında, “ah ne bileyim ben.”

araba arkasından boşa koşan köpekler gibi. siz öyle sanıyorsunuz. senin baban hiç mcdonald’s yavrum. önüne baksana be adam. bir şeyi ne kadar da ucuza aldığını komşusuna anlatan adam. her sabah karısını öperek arabasından uğurlayan banka şefi adam. kravatlı adam. iki keklik seke seke bizim evi yol eyledi. bak yeminle söylüyorum doktor. pike yapışı gibi bir ak babanın. insanity’nin crescendo’su gibi. vecihi çılgın pilotum benim. baba yaşaar. şükran hemşire’nin hangi filmde oynadığını merak edip üstüne bir de bulanlara benden iki bira, üçüncüsü o anki kafama bağlı, google’da yok... gördünüz işte koştum ama yetişemedim. kuş uçurtmadım içimde. sessizliği kapana kıstırdım. kayrak uçurtmalarla allahıma mektup yazdım. küflenmiş posta kutularının kilitleri, korozyona karşı duramadım. ahaha hayatın dolgusu düştü. babalar hep haklı çıkar bizim oralarda. ben uzun şiirleri pek okuyamıyorum sayın edip cansever. dikkat yarış atları! bir evden ayrılmanın vaktinin geldiğini duvarlara astığım güzide sanat mahsullerinin birer birer düşmesinden anlıyorum, size de hatırlatmıştım aylar önce marilyn monroe’nun düştüğünü, bildiğiniz gibi. izlediğim hiçbir filmin sonunu hatırlamıyorum, o yüzden hiçbir şeyi sonlandırmıyorum, sonsuza rehin bırakıyorum.. tam oniki hafta oynadı bu film, kapalı gişe. renkli. bir kitap çıkarırsam adı “renkli” olabilir. siz bir şey anlamayın diye. bunu da anlayın diye anlatıyorum. her anlatılan şey anlaşılması içindir anlamsız olsa da. beni geleceğe kaldırın, mesela, kadehinizi diyorum. siz de bitlendiniz mi ilkokulda, upuzun saçları vardı kızların, muhakkak, şu kızın saçlarını tokalasak da mı saklasak, şu saçları tokalamalı mı tokalamamalı mı. e daha dur daha dur dahadurdaha. güzelim sen sevişir misin benimle rebeka’nın yerine. sevme kızım yanarsın, diye söylerdi annen. i remember everything, bu yüzden the walk adlı şarkıdan hoşlanıyorum, açılıyor açılıyor ama kapanamıyorum. bu uzun kışa giriş gecelerinden birinde, hani kaloriferler. tıkabasa doludur televizyonlar. biz boş zamanlarımızda sigara içiyoruz müdürüm.

balavca deresi geçerdi mahallenin önünden. içinde bilumum pislik. kış geldi mi yağmur yağdı mı dolar taşardı, bildiğin gibi değil. dolar taşardım kış gelince ben de, bildiğim gibi değil. pencereden kar geliyor, derken mahalleminizin ince ılık sesli şarkıcısı, gurbet bana zor geliyor, diye de eklerdi bunu hepiniz bilirdiniz. bildiğiniz gibi değil. pisliğini balavca deresine akıtan bir kireç fabrikası vardı, ilk icadım fabrikanın atıklarından tebeşir imâl etmek olmuştur. imâl usûlleri makina mühendisliği’nin önemli teorik derslerinden biridir.
ikinci palto film günleri başladı şehrimizde. bir şarap için cumartesi’den daha güzel bir isim bulmak ne kadar zorsa bir film festivali için de bu kadar güzel bir isim ancak böyle bulunabilirdi -itinayla cümle düşürürüm-. güzel filmler var, itinayla bozduğum beyin kimyamın redoksunu tamamlayabilirsem, tepkimeleri eşleyebilirsem bir iki filme gitmek istiyorum, tam da karın beklendiği şu günlerde, yeni paltomla birlikte. palto dediğinin yakası kalkık olur arkadaş. çünkü dikkat et, sokak lambasının altından paltomun yakasını kaldırmış ben geçiyorum, balkonunun baktığı sokaktaki boşluğa tebeşirle yazıyorum.