ama arkadaşlar iyidir



21.03.2016

güçlü kadın yoktur, güçsüz erkek vardır

psikolojide, yakınlarını kaybetme korkusunun bir adı var mıdır acaba? bence var olmalı, bu, pek çoğunuzun yaşadığı, çeşitli senaryolarla bazen canlandırarak kendini bunalıma sokmasına sebep olan ortak bir durum olduğuna göre. üzerine biraz okumak isterdim.

psikolojide, büyümek istememe hissinin bir adı var mıdır acaba? bence var olmalı, bu, pek çoğunuzun yaşadığı, hatta zaman zaman sizi bunalıma iten ortak bir tutum olduğuna göre. üzerine biraz okumak isterdim.

bu bir teselli meselesi değil aslında. porto teselli adlı bir şarap vardı. hanginiz bunu içmeğe nail oldu acaba. bazı bakımlardan kendimi şanslı hissetmekte haksız sayılmam bence. insanın içtiği şarabın adı bile bazen önem taşır. tabii ki aranızda ömrü boyunca ağzına tek yudum şarap koymamış olanlar da var, onlar için de kendilerini şanslı hissettirecek başka şeyler vardır muhakkak. bazıları da şarabın tadını sevmiyor olabilir, onlar da başka şanslı tatlara vasıl olmuştur mutlaka. bu bir dert meselesi değil aslında.

çok büyük sözler etmek istemiyorum. zira hayatım boyunca büyük konuşmadım, dersem büyük konuşmuş olur muyum. psikolojide, her şeyi makul/mümkün/olabilir görmenin ve kabullenmenin bir adı var mıdır acaba? olsaymıştı iyiymişti, kendimi yalnız hissetmekten alıkordu beni.

son onaltı yıldır, bayrağı, dili ve anayasasının değiştirilemez hükümleri konusunda taraf olmadığım, aidiyet hissetmediğim, içinde bulunduğumuz bu coğrafyada bu günlerde olup bitenler hususunda ses çıkarmıyor oluşum bunları önemsemediğim ya da makul görüşüm nedeniyle değildir. zira beni bunların kaynağının kim/neden olduğundan ziyade orada savunmasız ölen insanların yakınlarının çektiği acılar ilgilendiriyor. ilginç değil mi, bunları yapan da insan, bundan zarar gören de insan. bu da benim, insanoğlu çiğ süt emmiştir, mottomu doğruluyor. bu, benim diğer mottolarımı da doğruluyor. bu yüzden aklına güvendiğim ya da görüşlerine güvenmek istediğim çeşitli yazarların yazdıklarını okuyor okuyor, onlara laflar hazırlıyor, sonra ama susuyorum. susmayı tercih ediyorum. çünkü hepsi insan ve diğer insanlar hakkında atılıyor tutuluyor. bu çok gurur kırıcı değil mi, çok gerçekçi değil mi. bu ülkeden gitmek istememin sebebi de ölümden korkmak ya da başka ülkelerde bunların olmayacağını düşünmek değildir, bu ülkeden gitmek istememin sebebi bunların herhangi bir yerde başıma gelebileceğinin bilincinde olmakla birlikte, insanın daha insan gibi olduğu, eşyanın daha eşya, ağacın daha ağaç olduğu coğrafyalar bulmaktır. ama insanoğlu çiğ süt emmiştir, mottosunu unutmadan. ve aşağıdakini unutmadan.

1- Andolsun o incire, o zeytine,
2- Sinin (Sina) dağına 
3- ve bu güvenli beldeye ki, 
4- Biz insanı en güzel biçimde yarattık. 
5- Sonra da çevirdik aşağıların aşağısına kaktık. 

evet şimdi de şarapçı sarı mustafa'nın yıllarca gün yüzü göstermediği, kurduğu sofralarını tekmelediği, bir zamanlar o da güzel olan, pamuk gibi olan eşi elmas hanım'ı hakkın rahmetine uğurladık. bir gece uyudu ve, "yattım allah kaldır allah, sağıma soluma döndür allah" duası kabul olundu mu gören yok, yattığı yatakta nefessiz ve sessiz bulundu elmas hanım. yetmişdokuz yıllık hayatı boyunca ona kimse "hanım" diyerek hitap etmedi. hiç terör saldırısına bulaşmadı. inekleriyle, sarıkız'ıyla, altın'ıyla, ineklere verdiği isimlerle uğraştı durdu. kimse onun kadar içten küfür etmedi ineklere. kimse onun kadar erken kalkmadı sabahları. ondan başka kimseye kaymak nine diye lakap takılmadı belki de. torunu televizyon izlesin diye elinde üç pilliyle zifiri karanlıkta komşuya gitmeği gözü kesmedi kimsenin ondan başka. farelerin tıkırtısından köygöçürenlerin gölgelerinden korumadı kimse onun gibi torununu. bifa parmak bisküvileri çayına bandırıp bandırıp vermedi kimse onun gibi torununa. üzeri işlemeli kupaları, sebze sattığı salı pazarları, torununun en sevdiği hediye renkli gözlükler, sapan yapsın da aldığı serum lastikleri.

buna benzer binlerce şey yazacak değilim. buna benzer binlerce şey yazabilirim. çocukluğumun son güçlü kalesi de düştü. o da gitti, dedi kardeşim ona sarılırken.

ananneler, babaanneler, dedeler, normal aile hayatında çocukların en büyük desteği oluyor malum. onlar da kendi çocuklarına göstermedikleri müsamahayı torunlarına gösteriyor. bir baba, kendi babalığında gayet despot bir adamken yıllar sonra torun sahibi olduğunda bambaşka bir adama dönüşebiliyor. aynı şey bir zamanın annesi, sonranın ninesi kadınlar için de geçerli. belki de bu yüzden çocukların en sevgilileri onlar oluyor. ve gittiklerinde de bu yüzden boşluk büyük oluyor. normal seyrinde sıralı ölümlere doğumlara gebe olan bir hayatta bir üst ebeveynlerin ölümü çocukluğun bittiğine dair en büyük kilit acı oluyor. yine de edilen dualarda, allah sıralı ölüm versin, diye bir teselli peydah oluyor. bu sözün hakkını vermek lazımsa da ömrünün çoğunluğunu çeşitli maddi manevi çilelerle geçirmiş bir kadının tam da maddi manevi feraha taze erişmişken gözlerini kapayıp uzaklaşması, ama ne demiştik, tanrı uludur tanrı uludur.

henüz acısı içime tam yayılamadı. çünkü attım kendimi aşağı. normale yükseldiğimde, öyle bir yayılacak ki damarlarıma, fena çarpacak.