Aralık 22, 2008
pencereden kar geliyor
“Bir yılbaşı gecesiydi. Dondurucu, kavurucu bir soğuk vardı.
Yoldan geçenler paltolarının yakasını kaldırmışlar, atkılarına bürünmüşler,
hızlı hızlı yürüyorlardı. Kimi evine geç kalmış, acele ediyor, kimi bir eğlence
yerine gidiyordu.” ...
ellerimde mağaralar var. ellerimde mağaralarınkiler gibi yarıklar.
sodra dağı’nın eteklerinin plilerinde kurulan bir evimiz vardı, birkaç da
bacamız muhakkak. bacalarıyla meşhur bir kasabanın yoz bir çamurunda doğmak ne
demektir bunu hepimiz biliyoruz. taraçanın ve verandanın ne anlama geldiğini
hâlâ bilmiyorum, veronika ölmek istiyor bunu biliyorum, bazı kelimeleri hiç
bilmek istemeyebilir bir insan, bunda mutabık mıyız, sundurmanın ise yağmurdan
koruduğunu biliyorum. pergola ve ferforje’yi ise mesleki olarak biliyorum,
gayrihtiyari bildiğimiz şeyler de vardır, bunu hepiniz biliyoruz. güzel
kelimeler nitekim. ne demiştik, kır evinin verandasında bir rüzgâr gülüne
rastladın, ve popüler kültür iliklerine kadar işledi. ellerimde karnıyarıklar
var. ellerimde mağaralar. ellerimdeki mağaralardan teröristler yetiştiriyorum,
peşmergelerim anaokuluna gidiyor. ben annemin son dostuyum, vere ağlamış. ne
demiştik sevgilim, benim de en sevdiğim mısram “baba bana balkon almadın”
oluyor durup düşündüğümde. durmadan düşünemiyorum ne yazık ki, durup durup, bir
şehri tam kalbinden vurup, ah yine yaptı annesi. albayım albayın al beyinleri
var ellerimdeki yetişkinlerin, kırkırmızı. kıskırmızı. kırmızısı kıt bir hayat
başka türlü ne bileyim işte, çekilmiyor sanki. chris norman’ın midnight lady
şarkısını erotik bulan var mı, ben inanın bulmuyorum, ahaha, ara ki bulasın.
ayrıca ellerimdeki çocukların süper bir top sahası var, seksenlerden kalma
kıçlarında biten şortları, galasataraylı beşiktaşlı formaları, arkasında on
numara, metin ali feyyaz. bir çocuğun ramazanda taraçatıya çıkıp top sesini
dinlerken baktığı dağın deliklerinde ne canavarlar büyürdü bilir misiniz
hepimiz, o dağın eteklerini çekiştirir dururum hâlâ. anneler oğullarında alıyor
soluğu. soluk oluk oluk oğul oğul kokuyor kış geldiğinde, “hoh!” de. aşk sence
bir oyun mu, tri lay lay lo.
kış gelirken şeb-i aruz’la başlayan haftayı kibritçi kız haftası
ilan ettiğim malumunu ilam etmiş miydim sizlere. ah hayoor, ne yaparsın ki
şarkılar illa ki bitmeye programlanmış. repeat after me. kış geldikçe aklıma
kibritçi kız geliyor, onu hepiniz tanıyor musunuz, tanımanızı isterdim, lakin
bu durum zihin sağlığımız için zararlı, yine de zihne küşayiş verdiğini
saklayamam. ve aklıma şükrü enis regü’nün “elma ağacı” şiiri, sizlerle
paylaşmak istedim:
Yine başladı soğuklar / Boyuna yağıp duruyor yağmur / Esiyor
rüzgâr acı acı / Nasıl geçireceksin bu kış / Elma ağacı? / Gölgen de yok ki
sana arkadaş olsun. / Tek başına kaldın bu kış kıyamette... / Artık kimse
bakmaz oldu yüzüne; / Dallarına tırmanmıyor çocuklar / Kuşlar uğramıyor
semtine. / Üzülme, bu günler çabuk geçer / Bir bakarsın bahar geliverir; /
Yeniden allanıp süslenirsin. / Bizim için yine çiçek açar, / Meyve verirsin!
maalesef andersen masalları tutuştu ilk ellerime, ve ömer
seyfettin, özellikle kaşağı ve diyet. en çok kibritçi kız’a ve kurşun asker’e takıldım
-bu yüzden üzerinde balerin olan müzik kutuları da pek içimden gelir bana-. kış
geldi. hayat bilgisi kitaplarında tanrım neden insanlar hep yılbaşlarına kar
yağarken giriyorlar diye düşünüyorum yirmiyedi senedir. bu ülkenin elleri var,
kesik elleri, parmakları. benim de gördüğüm en bıçkın tamlamadır “bu ülke”.
cemil meriç’in toprağı bol olsun. ben hep kar bekledim yeni yıllarında. bir de,
her defasında dedemi bir daha görebilmek için bir kibrit çaktım. bu yüzden,
işte bu yüzden, sırf bu yüzden işte. en uzun gece’yi de geride bıraktığımız şu
günlerde ellerimizde çıralarla yürüyoruz hayali hıdrellezlerde, bu yüzden mi
yazdım “işte geldiniz” diye hıdrellez’e, ne demiş mfö ‘bir zamanlar fırtınalar
estirirdim’ adlı şarkısında, “ah ne bileyim ben.”
araba arkasından boşa koşan köpekler gibi. siz öyle sanıyorsunuz.
senin baban hiç mcdonald’s yavrum. önüne baksana be adam. bir şeyi ne kadar da
ucuza aldığını komşusuna anlatan adam. her sabah karısını öperek arabasından
uğurlayan banka şefi adam. kravatlı adam. iki keklik seke seke bizim evi yol
eyledi. bak yeminle söylüyorum doktor. pike yapışı gibi bir ak babanın.
insanity’nin crescendo’su gibi. vecihi çılgın pilotum benim. baba yaşaar.
şükran hemşire’nin hangi filmde oynadığını merak edip üstüne bir de bulanlara
benden iki bira, üçüncüsü o anki kafama bağlı, google’da yok... gördünüz işte
koştum ama yetişemedim. kuş uçurtmadım içimde. sessizliği kapana kıstırdım.
kayrak uçurtmalarla allahıma mektup yazdım. küflenmiş posta kutularının
kilitleri, korozyona karşı duramadım. ahaha hayatın dolgusu düştü. babalar hep
haklı çıkar bizim oralarda. ben uzun şiirleri pek okuyamıyorum sayın edip
cansever. dikkat yarış atları! bir evden ayrılmanın vaktinin geldiğini
duvarlara astığım güzide sanat mahsullerinin birer birer düşmesinden anlıyorum,
size de hatırlatmıştım aylar önce marilyn monroe’nun düştüğünü, bildiğiniz
gibi. izlediğim hiçbir filmin sonunu hatırlamıyorum, o yüzden hiçbir şeyi
sonlandırmıyorum, sonsuza rehin bırakıyorum.. tam oniki hafta oynadı bu film,
kapalı gişe. renkli. bir kitap çıkarırsam adı “renkli” olabilir. siz bir şey
anlamayın diye. bunu da anlayın diye anlatıyorum. her anlatılan şey anlaşılması
içindir anlamsız olsa da. beni geleceğe kaldırın, mesela, kadehinizi diyorum.
siz de bitlendiniz mi ilkokulda, upuzun saçları vardı kızların, muhakkak, şu
kızın saçlarını tokalasak da mı saklasak, şu saçları tokalamalı mı tokalamamalı
mı. e daha dur daha dur dahadurdaha. güzelim sen sevişir misin benimle
rebeka’nın yerine. sevme kızım yanarsın, diye söylerdi annen. i remember
everything, bu yüzden the walk adlı şarkıdan hoşlanıyorum, açılıyor açılıyor
ama kapanamıyorum. bu uzun kışa giriş gecelerinden birinde, hani kaloriferler.
tıkabasa doludur televizyonlar. biz boş zamanlarımızda sigara içiyoruz müdürüm.
balavca deresi geçerdi mahallenin önünden. içinde bilumum pislik.
kış geldi mi yağmur yağdı mı dolar taşardı, bildiğin gibi değil. dolar taşardım
kış gelince ben de, bildiğim gibi değil. pencereden kar geliyor, derken
mahalleminizin ince ılık sesli şarkıcısı, gurbet bana zor geliyor, diye de
eklerdi bunu hepiniz bilirdiniz. bildiğiniz gibi değil. pisliğini balavca
deresine akıtan bir kireç fabrikası vardı, ilk icadım fabrikanın atıklarından
tebeşir imâl etmek olmuştur. imâl usûlleri makina mühendisliği’nin önemli
teorik derslerinden biridir.
ikinci palto film günleri başladı şehrimizde. bir şarap için
cumartesi’den daha güzel bir isim bulmak ne kadar zorsa bir film festivali için
de bu kadar güzel bir isim ancak böyle bulunabilirdi -itinayla cümle düşürürüm-.
güzel filmler var, itinayla bozduğum beyin kimyamın redoksunu
tamamlayabilirsem, tepkimeleri eşleyebilirsem bir iki filme gitmek istiyorum,
tam da karın beklendiği şu günlerde, yeni paltomla birlikte. palto dediğinin
yakası kalkık olur arkadaş. çünkü dikkat et, sokak lambasının altından paltomun
yakasını kaldırmış ben geçiyorum, balkonunun baktığı sokaktaki boşluğa
tebeşirle “seni seviyorum” yazıyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder