ama arkadaşlar iyidir



9.07.2012

yaz geliyor. yazın çok sıcak olması gibi bir adeti var ve biz her yaz buna kurulmuş gibi sıcaktan şikayetçi oluyoruz, halbuki yazın sıcak mı olurmuş, hayret, hiç yapmazdı yaz böyle. sinekler sofralara üşüşüyor. sivrisinekleri sevmiyoruz, öldürüyor. yeni nesil sinek öldürücüler üzerine çalışıyor birtakım firmaların ar-ge birimleri, her şey insanın rahatı ve doğallıktan uzaklaştırılması için. sinkov, kovuyoruz. üç tane eşantiyon çakmak hediye ediyor arkadaşım, ömür boyu yetecek gibi duruyorlar masanın üzerinde, fakat bir gün de bakmış olacağım ki evin içinde yakıcı malzeme aranıyor, gündüzün biteceği belli çakmağın yenisini almayı akıl edemediğim için kendime kızıyor olacağım. mevsimler prömiyerler. çok sevdiğimiz bir fincan muhakkak oluyor ve biz kırılmaması için üstüne titrerken bankodan düşüp tuzla buz olması an bile olmayabiliyor, sonra bir bakmışız ki o acıyı unutup başka acılara dalmışız. kahve filan içiyoruz. alkol tüketiyoruz. puff, çok sıcak diyoruz. özellikle menapoz dönemindeki kadınlara hayat çok sıcak geliyor, annemizden başka menapoza girmiş kadın tanımamış olmamıza rağmen böyle bir genelleme yapmakta sakınca görmüyoruz. yaşlarımız yirmiiki ila otuzbeş arasında değişiyor. bir sivrisineğin işini bitirip donunu toplamış halde vaziyetini tam da kolumuzun üstüne bıraktığı sancı ile anlayıp kıvamsız bir refleksle elimizi şaplatmamız bir oluyor, ne var ki o alacağını almış oluyor. emel sayın çok güzel söylüyor: "olmuyor". trt'nin radyo spikerlerinin ses tonlarının yapay mı yoksa gerçekten de harika mı olduğu konusunda kafamızda çeşitli şüpheler oluşuyor. yazılar mektuplar şiirler, kelimeler karşımızda ezilip büzülüyor. bundan bilmemkaç kadar yıl önce hediye aldığımız kitabın içindeki kızın hatıra olası saç teline bakıp, o zaman saçları ne de uzunmuş, diyor kadehimizi uzun saçlı kadınların saçlarına kaldırıyoruz. konsomatrislerin ortamdaki tüm masaları dolaşıp herkesle tek tek hoşgeldiniz diyerek merhabalaşmaları takılıyor aklımıza. hoşbulduk, diyoruz, hoşbulduk. geribildirim var mı diye bakınıyoruz habire yazdıklarımıza. halbuki yaşadıklarımızın geri bildirimi geri beslemesi geri vitesi olmuyor. halbulduk diyoruz, halbulduk.

tam da sigaranın yarısında tuvaletimiz geliyor, günde nerden baksan bir iki sigara böyle heba oluyor. çöp kutuları dolup dolup boşalıyor. içime boşal diyor, içime boşal, gözlerini kısıyor. her yerde atık atık atık. büyük bir hevesle aldığımız, yani sayelerinde yeni bir hayata başlayacağımızı umarak aldığımız sebzeler meyveler iki gün sonra bozuluyor. birtakım firmaların ar-ge birimleri buzdolaplarındaki birikimimizi bozulmadan daha uzun süre saklamamızı sağlayacak bir şeyler üretmeye çabalıyor. takdirle karşılıyoruz. başımıza gelenleri, onca piçliği takdirle karşılıyoruz, carl gustav jung'un bu konuda elbet birkaç sözü bulunuyor. twitter'da aktivist hareketleri retweet ediyoruz, hatta yetmiyor kendimiz planlıyoruz, bizim de elbet dünyaya hitaben özlü sözlerimiz oluyor. susmuyoruz, sustukça sıraya kaynak yapacaklar, sıra bize elbet gelecek. yine de bazı şehirlerdeki öğrenci evlerinde hâlâ buzdolabı alacak parası olmayan çocuklar peynirleri balkonda saklıyor, sonra büyüyecek mühendis filan olacaklar, kars gravyeri mi alsam kıbrıs hellim'i mi alsam, mozzarella (motsarella) filan. nutella'nın bu kadar yaygın olmadığı, sadece sarelle'nin bilindiği milattan önceki dönemlere gidiyor aklımız, annemizin yaptığı şokella'lara, o evde yapılmış olmasının getirdiği beğenmemezlik, ev baklavasını da bir türlü sevemiyoruz. lakin bunları düşünürken adagio filan çalıyor.

biraz zaman akıttıktan sonra bir bakıyoruz ki anlatımlarımız, düz cümlelerimiz içinde bulunduğumuz kum saatini aktar dönder (döndür) yapmaktan başka bir halta yaramıyor ve biz bu müthiş kaostan çıkmak için dizeleri kırıyor, plastikliğe yöneliyor, ordan burdan eksiltme yapıyor, biniyoruz bir alamet-i'e. biçimsiz insanlar olarak biçmeye devam ediyoruz.

devam ediyoruz ve bu işte bir iş var.