ama arkadaşlar iyidir



6.05.2020


Ekim 09, 2008

turntable

akşam oluyordu genç adam. buna dair pek çok şarkı vardı ve hepsi de senin söyleyebileceğinden çok daha iyi bir şekilde söylemişlerdi. şehrin ışıkları bir bir yanıyordu. ve sen, bir vatoz balığı gibi pencerene dayanmış, bu ışıkların merhabalarını aleyküm selamlıyordun. yavaştan evlerden yemek kokuları da yükselecek ve okul çıkışı yurtlarına dönen üniversite öğrencileri bu sıcak yemek kokularına ve evlerin yanan sıcak ışıklarına bakıp içleneceklerdi. kış geliyordu ve yazın kendilerine ara verilen hava durumu bültenleri en çok izlenen programlardan olacaktı, ve bunu yine yüce halkımız başaracaktı. -bayramda hava yağmurluymuş, tüh- ışıklar yanıyordu, en güzeli de bunu şehrin yüksek bir katından karanlık altında izlemekti. hayır, belki de hiç de güzel değildi. öylesine bir şeydi. sabah erkenden, hep aynı yolu kullanarak, hep aynı otobüs veya servis camlarına dayalı şekilde işe giden insanlar, aynen geri döneceklerdi. otobüs duraklarında bir genç otobüs bekliyor gibi yapıp tüm bu gitmece gelmeceyi izleyecekti. işin ilginci deliler de otobüs duraklarını mesken tutardı. sabah aynı insanlara bakıp işyerinde başkaaynı insanlarla çalışan biz insanlar bu durum yüzümüze vurulduğunda mesela hollanda'ya okumaya gitmiş bir arkadaşımızı veya kazakistan'a öğretmenliğe gitmiş cesur bir arkadaşımızı düşünüp kendimizi teselli edecektik. fırından, bakkaldan, pazardan, ordan burdan, bir teselli verip karşılığında bir teselli alacaktık. sabahları her sabah, her sabahları sabah, yani her'in başka biçimlerinde karşılaştığımız insanlardan kaçının bizim gibi düşündüğünü hesap edip, her gün tam önünden geçerken dükkanını açan kuru temizlemeci kızın makyajlı mı makyajsız mı daha güzel olduğunu filan düşünmeyecektik, ya da bilhassa o millipiyangobiletçisi yaşlı adam, o şapkanın o kafada artık gerçekten de saç olduğunu düşünüp sattığı biletlerden birine büyük ikramiye çıksa ne düşünürdüyü kendimize sormadan edemeyecektik. sahi kuru temizleme nasıl bir şeydi, makinası mı vardı, bilmiyorum. sadece bazen iş dönüşü giydiklerimi askıya asarken, eski evimden ve şehrimden tesadüfen kalmış ve buraya getirmiş olduğum askının adına dikkat edince içim bir hoş olacaktı. kısmet kuru temizleme, beşiktaş. hep emrah'ın o ucuza aldığı takım elbiselerin temizlenme seanslarından kalma. sahi nasıl temizlenir kuru. az kuru az pilav az ıslak ya da.
şöyle bir düşündüğümde fark ediyorum ki bundan iki gün önce kendime hayatımın en büyük kıyağını yaptım. bugün de üstüne tatlısını yedim. yıllardır içimde büyüyen bir bitkiyi suladım, ya da dalından meyvesini kopardım, bir güzel yedim. ya da yıllardır içimde yapılan bol kubbeli bir caminin minaresine çıkıp ezan okudum. ya da yıllardır elimde patlak duran bir meşin yuvarlağa hava bastım. ya da yıllardır uçsuzluk nedeniyle yazmayan ince uçlu bir kaleme uç aldım, mürekkep doldurdum, filan. işte, buna benzer ya da benzemez, güzel bir şey yaptım. sonra bunun bir burjuva zevki olduğu hatırlatıldığında çisentiye maruz kalan yeni kurutulmuş tütüne benzeyen sevincim, ıslanıp çürümeye yüz tutsa da, bugün yaptığım ilaveyle çürüyen kısmını attım, tazeledim. süperim. ama işin şu "yıllardır" kısmına tekrar vurgu yapmak istiyorum, bu da bir vurgun. yıllardır sahafları antikacıları dolaşırım ben. bu içimde bir apandisit benim. aldırırsam boşalır rahatlarım belki ama bomboş olurum, aldırmazsam da çaktırmadan rahatsız eder, bazen de böyle patlama anları olur işte, gider parayı bayılır alırım. bakmayın para bayılmak dediğime, çok bir şey değil aslında. on tane orjinal cd parası. yıllardır gezdiğim sahaflarda antikacılarda ikincielcilerde filan gözüme kestirir dururdum, pazartesi günü bu işe noktayı koydum. dual serisinden 412 numarayı aldım, evime koydum. mülkiyetin getirdiği yadsımayı ya da yabancılaşmayı ya da körleşmeyi filan şimdilik düşünmüyorum, ve düşünmek de istemiyorum, tartışılır bir konu bu, bunu diyene tek söyleyebileceğim sen yapabiliyorsan, yani sahip olamamayı becerebiliyorsan sahip olma arkadaşım, ben sahip olmamayı beceremiyorum bazen. neyse, 412 demiştim, internette dolaştığımda böyle bir marka bulamadım, yani dual var elbette ama 412 kodlu ürüne rastlayamadım, o yüzden hâlâ sahte olup olmadığı konusunda şüphelerim var ama çok da sorun değil, antikacı değilim nihayetinde ve maksadım bu cihaza iş gördürmek. alıp da saklamak veya sergilemek de değil. memleketten dede yadigarı plaklar getirmiştim sırf bunun için, yıllardır da onları çalmak için beklerdim. -bu plaklar aslında çok büyük bir yazının konusu, çünkü ben bunların içindeki şarkılarla karşılaştığımda sanki girift bir romanın bazı ayrıntıları açığa çıktı, veya çözmüş gibi oldum- meğer bu plaklar haddinden fazla çizik olmasın mı, meğer tam sarmaya hazır kasetlerin çıkardığı boğuk seslere benzer sesler çıkarmasınlar mı. bütün sevincim altüst oldu. benim hediyem de öyle yalnız kaldı salonda. büyük bir şevkle para biriktirip oyuncak alan ama eve vardığında bir de bakınca ne gören, oyuncağının paramparça olmuşluğuyla karşılaşan bir çocuğun duygularına benzer bir duygulanma dalgaları yükseldi içimde, yükseltti yükseltti vurdu kıyılarıma, işte sahillerdeki kumlar bu şekilde oluşuyordu ilkokulda, dalgalar hızla kayalara vuruyor ve kayalar ufalanıyordu, bunu andım o gece. öyle bıraktım. bugün de bir vesileyle işten erken çıktım ve şehirdeki tek antikacı bölgesine yürüdüm, üç gündür aklımdaydı bu yürüyüş ama erken çıkamıyordum bir türlü, nihayet bugün, mutlu gelişme, zeki amca'yla tanıştım, ve onbir tane plak aldım kendisinden çok da cüzi olmayan bir fiyata. artık paramı nereye harcayacağım da belli olmuştu, kitaplar bu duruma üzülecekti ama napalım kapitalist dünya, tercih etmek zorundasın bir şeyleri. ve eve gelir gelmez ilk işim onları dinlemek oldu. bazıları çizikti yine de, ki buna bir de 'elbette' notu düşmek lazım herhalde, kırk elli senelik plak çizik olmayacak da ne olacak, ben daha otuz senelik bile değilken bunca çizilmişim. mesela emel sayın'ın 45liğinde sesi biraz boğuk geliyor, erkeğe yakın bir sesle söylüyor gibi, ama müzik aynı, müzikte bir sorun yok, o halde ne gam. bundan sonra az çizilmiş plak buldukça buradayım dostlar. bu vesileyle ne yazılar yazılır biliyor musunuz. ki zeki amca bu işin menbaı gibi duruyor.
bir nesil sanayiye gitti onkusur yaşında. onüç yaşında çırak, onyedisinde kalfa oldu. her akşam karanlıkta, elleri mazot kokulu üstüpleriyle temizlenmiş, sabun niyetine tinerle arındırılmış boyalardan yağlardan azade, dolmuş beklediler, el ettiler köye giden arabalara. onların çocukları var şimdi. türkiye çok değişti millet, türkiye çok değişti, ve kimileri için baharı görmeden yaz geldi geçti. bu hediye meselesinin benim açımdan birçok önemi var. tabakalı yapıya sahip bir insanım. bazı malzemeler de sahip oldukları tabakalara göre sınıflandırılırlar. ben de insanları böyle sınıflandırıyorum. mesela killerin çok tabakalı olanları pek makbul değildir, ama benim gözümde insanların fazla tabakalı olanları evladır. neyse, bu konuya şurdan girecektim, bu pikap alma işinin birçok katmanı var, kaz kazabildiğin kadar, ama maalesef biraz klostrofobim var, fazla inemeyeceğim madene. günümüzde bir şeyi satın almak için para biriktiren, para biriktirebilmek için de tam zamanlı bir işte çalışan ortaokul-lise mezunu yirmiyaş civarı gençlerin son temsilcisi olan kuzenimden aldığım bir feyzdir bu benim. bu nesil, babadan para isteyemez. baba da zaten kolay kolay para vermez. aslında verir, ama onu da bir gece vitrin gözüne bırakır, sen kalkar sabah o mahcup parayı alırsın. ya da anneye bırakır, anneden alırsın. anneden almak mübah, babadan almak mekruhtur. düşün artık, çalmakla olan bağlantısını sen kur, ey kul. bir çocuk onyedi onsekiz yaşında sigaraya biraya ve en masraflısı müziğe merak salar. tabii zaman şimdiki gibi beleşe mp3 kopyalama zamanı değil, kaset alıyorsun, ondan bir önceki nesilde de plak alıyorsun. tabii kasedin de plağın da korsanı var sonuçta, ama o bile bir para. hele bunları çalacak olan alet. hele çaldıkça içilecek olan sigara ve bira. kolay değil babam kolay değil, bir de ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır şarkısı, sen düşün. masraflı iştir sevmek. ödeyemeceksen sevmeyeceksin. [her halukarda birkaç katmana sahip bir cümle kurduk] çalışırsın bu yüzden. ben gencin müzik dinleyenini, sigara ve adam gibi bira içenini severim. ve dünya üzerine özel olarak gönderildiğine inandığım bir insan benim bu kuzen, allah bozmasın diyelim, çalışır ve teyp alır, kasetçalar alır, mp3 çalar alır, ben onun kasetçalarından dinledim en güzel hatasız kul olmaz'ı, başka zamanlarda o kadar güzel söylemiyor orhan gencebay. şimdi ben bu pikap'ı ona gösterdiğimde deli olacak, "hasan abi," diyecek, "para bok, alırsın tabi mına koyiim," diyecek. mercedes sosa şu hikayemi bilse çok sevinecek.
 

Hiç yorum yok: