ama arkadaşlar iyidir



23.05.2020


Kasım 21, 2008


üç vakit + bonus track

insanın annesinin sabah ona kahvaltı hazırlayıp okula/işe göndermesi güzel bir şey şair, hele bir de içeriden babanın horlamaları yükseliyorsa. ben buna onaltı senedir mesafeli yaklaşıyorum. yılda ortalama bir hafta müsaade ediyorum. sabahları çayı senin doldurmaman diyorum, iç anadolu’ya göre çay döken birisi varsa hayatında, ya da çay koyan, hafif doğu’ya kayarsak çay dolduran birisi, ona şu çok sevdiğim lafı söylerdim: “bu dünyada işim iş ya hacı, ötesini bilemem.” yıllık bir hafta kahvaltılı iznimi kullanıyorum bu ara, yine erken kalkıyorum yine işe gidiyorum ama “hadi oğlum uyan artık,” var. iç anadolu’yu, iç yani anadolu’yu, ege’yi, marmara’yı. coğrafi bölgeler de ayrı bölümlere ayrılıyordu değil mi derslerde, hatta özel de bir adı vardı sanki onun, iç anadolu’nunkilerden biri haymana-taşeli yöresi dersek büyük bir yanlış yapmış oluruz ama benim aklımda bu ikisi yanyana gezer nedense. plato ne güzel, ova ne güzel, yurdumuz ne güzel. rahmetli dedemin babası tekeli yaylası’ndan göçmüş, o zamanlar platolar icat edilmemişmiş, memiş gümüş veya kasetlerin üstünde yazan adıyla memiş günüç de elinde sazıyla türkü söyler dururmuş, tekeli yörüklerindemiş yani hasan dedenin babası hasan büyükdede, babasının memuriyeti nedeniyle mi göçmüşler bilmiyorum, söyleyeceğimi unutuyorum muntazaman.
bugün öğle yemek arası, bazı erkeklerin cuma’ya gittiği vakitte biz arkadaşlarla konu açtık, konu nerden açıldıysa hiçbir şeyi atamadığımı söyledim. evet bu korkunçtu, hiçbir şeyi atamıyordum. ilkokul bir defterimden tut, ortaokul’daki haşet kitabevince basılan ing hazırlık kitaplarından, türkiye gazetesi’nin verdiği nasreddin hodja ile keloğlan ingilizce öğretici kitaplarından, cumhuriyet gazetesinin verdiği cumhuriyet fasiküllerinden, bira şişelerinden, gazetelerin kitap eklerinden, birbuçuk litrelik su şişelerinden, üç litrelik su şişelerinden, üniversite mezuniyeti sonucu istanbul’dan ayrılırken yanlışlıkla bizim öğrenci evimizde kalmış yaşar teyze’nin tabağından, içtiğim ballıca paketlerinden, mehmet’in yazdığı mektuplardan, ortaokulda biriktirmeye başladığım kibrit kutularından, ilkokuldan kalma pullardan, dedem öldükten sonra ahırda bulduğum ondan kalma iskambil kağıtlarından, onlardan şunlardan bunlardan. bunların bazıları hatırat gereği saklanır, çoğu insan yapar bunu, özel bulduğu şeyleri saklar, burası tamam, ama bira şişesine su şişesine poşete koliye yırtıkpırtık ayakkabılara, vs. ne demeli. bozukluk. müdahale olmazsa kesinlikle çöp eve döner evim. annem yılda bir gelip boşaltır sağolsun. orada bulunan arkadaşlardan biri şöyle bir yorum getirdi ve ben sırf bu cümleyi buraya yazmak için bunu bu kadar anlattım: “hayatını çok önemsiyorsun.” ... siz de “hayatı çok önemsiyorsun,” denmesini istemez miydiniz, ‘hayatını’ yerine. bilmem, belki ikisini de yapıyorumdur, c hiçbiri. hatırlamayı çok seviyorum, iyi hatıra kötü hatıra ayrımı yapmayı sevmiyorum ve yapanları ayıplıyorum. her zaman olmasa da taa eskileri çalmayı seviyorum, tatları eski 45’liklere benzeyen. bu yüzden o pikabı da çok sevdim, teşekkür ederim. yeni şiirimi hurda ve hurdacılık’ın demirçelik sektörüne katkıları üzerine yazacağım.
“yaa, ne sandın!” cümlesini hiç kullanmadım hayatım boyunca. çocukken de kullanmadım, izninizle demin kullandığım anı günlüğüme dökmek istiyorum. an dökmek, an koymak, an doldurmak, an demlemek. ne güzel olmadı mı bu imge. imge deyince de -ki hiç sevmem bu kelimeyi- ‘dinini imanını’ tümcesi -tümce demeyi de hiç sevmem- veya ‘tököli imre’ kişisi aklıma gelir. demin murat’ı gördüm, dedim ki ona; “akşam geliyor musun?” akşam gelip gelmeyeceği benim için önem taşıyordu, önemi yol kenarında indirip anlatmama devam etmeliyim, askere gidecek bir arkadaş için kırk kişilik bir grup olarak içkili bir ortamda uğurlama töreni maksatlı toplanılacaktı bu akşam ve ben kalabalıktan dolayı hafif bir tedirginlik duyup rakıya dayayacaktım dudaklarımı. ama yine de önce oturur oturmaz etrafı kolaçan edecek, kendimi sağlama alacak, herhangi bir terör saldırısı durumunda kendimi nasıl savunabileceğimin ince açısal hesaplarını yapacak, kan davalılarından birisi gelirse ortamdaki ilk silahı elime nasıl alabileceğimi kuracak, ortamda sevmediğim adamlardan birinin sözlü tacizine maruz kalırsam ilk olarak hangi sandalyeyi kafasına geçirebileceğimi veya masanın hangi köşegeninden uçarsam ona daha etkili bir yumruk indirebileceğimi aklıma not edecek ve ondan sonra ortamdaki sevdiğim insanlara bakıp gülümseyecektim tim tim tim tim. buna karşın makyavelist miydim ben, bence asla, hayır, olamam. çok daha derindi tüm bunların dibi. çok dipti tüm bunların derini. murat’a dedim ki, “hani,” dedim, “bazı insanlar vardır, kalabalık bir topluluk içinde onlar da varsa kendini iyi hissedersin, konuşmasan bile.” “ben de onlardan biri miyim?” dedi. “evet,” dedim. “evet abi, senle pek muhabbetimiz olmasa da...” diye devam etti. gerisi artık benim için mühim değildi, “manyetik alan gibi bir şey var sanki di mi?” dedi, ben de son noktayı koydum: “yaa, ne sandın!” 




Hiç yorum yok: