ama arkadaşlar iyidir



21.02.2010

maslak'ta bir rüzigâr eser eserdi ki sormayın. nazım'ı uçuracağından korkardım, tabii ben o zamanlar meltem'e nirvana'nın unplugged albümünü ne bahane uydurup da hediye etsem de günler tasarlıyorum. tasarlıyorum tasarlıyorum, ne var ki günlerin biri bir diğerini tutmamakta ısrar etmekte. tabii ben o zamanlar askere gideceğimi filan hiç mi hiç düşünmüyorum. şol varoşun düzüne çıkıp çıkamayacağıma filan kafa mı kafa hiç yormuyorum. yaşım küçük. daha iki kız sevmişim düşünsene. çarşı izni hak getire, haydi allah rast getire, çarşı dediğim de beşiktaş çarşı tabii. nazım ile habire tavla atıyoruz çarşının çay bahçesindeki önü, nazım habire yeniyor beni, küfür mü küfür ediyorum üstüne, çok güzel küfür ederim o ayrı mesele. gözleri maviyle yeşil arasında dalgalanan (yedi mavi, üç yeşil) bir kızcağız var, adını tavlacı güzeli koyuyorum, ona bakıyorum, sizin deyiminizle onu kesiyorum, ama ben buna intersection adını takıyorum, ondan sonra herkes de onu intersection olarak tanıyor ve çağırıyor, hatta annesi bile. yavşak nazım da bu sırada pulların yerini değiştiriyor ama aldırmıyorum elbette, gözlerim tavlacı güzeli'nde. mimar sinan'da okuyor, belli, sanatçı tipi var, çok önyargıcıyım o zamanlar, bildiğin gibi değil, yaşım küçük, ancak tavla oynayıp çay içmeye, akşamına da biraya dadanmaya yetiyor. henüz öğrenmeye başlamışım dünya kaç bucak. sonradan kaçıyorum bucak bucak. kızı takip ediyorum otobüse biniyorum. bu arada, bildirmem lazım otobüslere binmek dokunmuyor bana o zamanlar, sıkıntı panik basmıyor daha, dedim ya yürümeyi yeni öğrenmişim. allah'tan uzağa gitmiyor kız, ortaköy'e doğru alıyor yol. ben de hemen arkasından binip ortaköy'e gidiyor gibi yapıyorum, çok iyi ortaköy'e gidiyor gibi yaparım. çok iyi orta yaparım ama gol yollarında hep bütünleme hep bütünleme, babam çok kızar buna. nazım ardımdan bakakalıyor tabii arkamdan, gelirim birazdan diyorum otobüse koşarken, elimdeki hiç unutmam didem madak'ın grapon kağıtları'nı ona fırlatıyorum. sanmıyorum ki o kitabın birkaç sayfasını karıştırsın yokluğumda. kız iniyor son durakta. ben de iniyorum. önüm arkam sağım solum bakmadan sahilin yolunu tutuyorum, bu kadarı bile ayıp yaptığım şeyin, kendimden utanıyorum. sonra bir daha böyle kötü şeyler yapma emiyorum, tembihliyorum içimdeki tavlacı çapkına. şimdi bana böyle bir şey yaptıracak biri olmaması tabii ki ülkemizin sorunları sıralamasında kendine arka sıralarda yer buluyor. bu ordu harbiden ayrı ve özerk bir cumhuriyet hacı abi. şimdi, bütün bunları neden mi anlattım, elbette neden değil ama yine de söyleyim bilisen, geçen hafta nazım geldi ziyaretime. asker dedin mi insanın ziyaretçisi olmalı, bir de mektup yazanı. tanrım bu kadar mı yaprak dökümü, bu kadar mı acımak, bu kadar mı mai ve siyah, bu kadar mı vurun kahpeye, bu kadar mı sinekli bakkal olur bir insanın yazdıkları. ama o değil de, çarşı izni dönüşü akşam yat içtimasından sonra elimde çekbas koğuşu temizlerkenki hissiyatımı bir bilseniz hüngür hüngür ağlarsın, hatta sorarsınız bile, gülmek için yaratılmış gözlerde yaşlar var niye, diye. ben geçen gün bi kere yaptım, fonda ne çalıyordu hatırlamıyorum, ama funda allah için güzel isim. kızın olsa istemez miydin. allah'ım bana öyle bir çakmış ki ikiz doğmuş içimdeki çocuk. hatta ikizin biri diğerini taşıyormuş yirmidokuz yıldır. hintliler görüp tanrı lan bu demiş. hatta ikizlerin ikisi de birbirinden acaip farklıymış, tek yumurta mıydı çift miydi, herkes karıştırır olmuş bunu bu günlerde. hatta iki ikiz ensest ilişkiye girip bir de üçüz peydahlamasınlar mı! işte o üçüz doğar doğmaz radyodan şarkı istemiş, hem de ne biliyorsun? müslüm gürses'den ömrüme verilen bu ceza niye.

Hiç yorum yok: