ama arkadaşlar iyidir



10.04.2010

ne olduysa o dal berberin yüzünden oldu.

o puslu bahar sabahında her zamanki gibi bet sesli koğuşçunun "koğuuuş, kalk" diye bağırmasıyla irkildim. önce küfrettim, hatta koğuşun köşe tarafından yükselen "ses tellerine soktuğum" şeklindeki küfür uyanmamda pay oynamadı değil. saatime baktım, 05:57'yi göstermekle meşguldü. üzerime başucumda duran içliğimi giydim ve yavaşça ranzamdan aşağı indim, ne de olsa uyurken ranzadan aşağı kapaklanalı çok olmamıştı ve hatırası dizlerimde taptaze sızlıyordu. yanımda yatan malatyalı'yı, -malatyalı demek yanlış olur onun için, çünkü o malatya'nın ta kendisi, kayısısıyla battal gazi'siyle- malatya'yı uyardım kalkması için. yatağımı yaptım bir çırpıda, o aptalca bulduğum katlama biçimine iki dk. kadar zaman harcadım sanırım. bir adet esnedim.

özellikle yıkamadığım, rengi artık elaya çalan, imalat rengi beyaz olan havlumu ve traş takımımı alıp yüzler tuvaletine yürüdüm. oraya yüzler tuvaleti adını takmamın sebebi, her girdiğimde içerde ortalama yüz kişinin bulunması, ve sigara içildiği anda bin kişilik beyaz yakalı mevcudu olan bir ağır sanayi fabrikasını andırması idi. üzerine kkk yazan terliklerimi sürüyüp tuvalete girdiğimde bir baktım ki bir lavaboya üç kişi düşüyor, buna da şükür deyip ağzımdan çıkan sözlere engel olamadım: "anoouv, boranın bazarı mı le bögün?" artık ben de onlardan biri olmuştum, buna emindim, onlar da benlerden biri olmuştu. herkes işte senlerden benlerden onlardan biri, karışmış durumdaydık iyice. girift bir mozaik, mozaik diyordun al sana mozaik. kimi pisuardan damlamasına aldırmadan terliklerine işediğini bile bile devam eder, kimi tuvaletten garip garip sesler yükseltir, kimi yüzünü keser, kimi bir traş bıçağını vücudunun her yerine kullanır, kimi bir havlunun kirlenme stratejisini bir türlü anlayamayıp hayata hep şu soruyla bakar: ben bu havluyu sadece ellerimi yüzümü sabunlayıp yıkadıktan sonra kullanıyorsam bunun kirlenmesindeki mantık nedir? evet bu soruyla içtimaya çıkar, bu soruyla mıntıka yapar, bu soruyla nöbete gider.

bunların ardından günlük mıntıka alanım olan komutan odasını, yazıhaneyi süpürüp paspasladım, komutanımın botlarını boyadım, bir de astsubay/subay tuvaletini temizledim, her yer pırıl pırıl oldu. biraz aceleci, telaşlı, biraz ivedik bir insan olduğumdan işlerimi hemen bitirmiştim. kimsenin mıntıka alanında olmadığından el atılmayan ve giderek çamur deryası halini alan merdivenlere de el atayım dedim vakit varken, bizim de askeriyeye faydamız olsun mantığıyla. tam ben elimde paspasla, kakılmış misali, balerina cif'ten hallice, kapıcı cafer'in ıslıkla mırıldandığı türkü eşliğinde temizliğimi yaparken tabur komutanı gelmesin mi, hemen selam verdim tabii, ardından yüksek sesli bir tekmil. "sen burayı temizledin mi yani şimdi?" dedi. "evet komutanım!" diye, kenan ışık'a göz kırparcasına (ıyy) emin bir şekilde cevap verdim. sonra benden paspası istedi, ve benim temizledim diye geçtiğim bölgedeki hangi pezevengin döktüğünü bilmediğim bir çay lekesine takıldı, "sen burdan geçtin öyle mi?" dedi yeni bir soru ve s.kicem imasıyla. sesimi çıkaramadım. hata verdim. boşluk verdim. about blank filan gibi bir şey oldu. bir süre sesime ulaşılamadı. çünkü elinde paspasla lekeyi gerçekten de çıkarmıştı ben içimden diskonun tel örgülerini dolaşırken. "saçın sakalın birbirine girmiş" diye bağırdı, "git saç traşı ol" şeklinde kibarca ekledi.

işte bu andan sonrasına rastlar fransız berberle tanışmam. fransız berber dememin sebebi türkçeyi bildiğin fransızca aksanıyla konuşması, hatta öyle ki paris'in değme monsieur'ü mademoiselle'i halt etmiş yanında. alt dudak yirmidört saat sarkık, kaşlar üçyüzaltmışbeş gün çatık. ne advanced türkçem ne de çat pat fransızcam ikimizin anlaşmasına yetmedi, elimle öyle bir makas işareti yaptım ki değme hokkabaza değme pantomimiciye değme tuluat ustasına taş çıkartırım. önüne oturdum beni traş etsin diye. daha önceden kasap berber olarak anıldığını da duymuştum ama içimdeki umut ateşi yok mu umut ateşi, hay ben o ateşin üstüne işeyeyim, düşündüm ki adamla anlaşmak gerekir, diğerleri dertlerini anlatamadıklarından saçlarını düzgün kesmemiştir, tatlı dil yılanı bile deliğinden çıkarır, önemli olan iletişim kurmayı bilmektir, filan geveledim içimden kendi kendime. bir de tabur komutanı beni de seni de sker dedim mi yiyorsa kesmesin şeklinde zoraki bir alternatif vardı ve saçımın son teline kadar bunu kullanmak istemiyordum ama beni mecbur bıraktı pezevenk.

anladım ki onu o köhne rutubetli berberhaneye iten, elinde makasıyla usturasıyla başbaşa bırakan toplumun suçu yok, tüm kabahat o sarkık dudaklarda ve çatık kaşlarda ve tabii aşağı fransa ve yukarı mezopotamya karışımı aksanda. aldı makinayi eline, acımadı imanıma dinime, bir ayda mikron mikron uzattığım saçlarıma dah etti geçti.

bir de böyle durumlarda berberlerin rakip sahaya hep ortadan saldırmasını garipsemişimdir, hani nasılsa gol olacak düşüncesiyle mi hareket ediyorlar bilmiyorum ama insan bir oyun kurar, ne bileyim illa dripling yapmaya depar atmaya ne gerek var, biraz sistemli oynamayı tercih ederim berber olsam. ne de olsa önümde tarla gibi kafa. ondan sonra biraz ordan biraz burdan derken, yüzlerce yıl önceden kalma roma'nın korkulu rüyası büyük hun imparatoru attila'nın askerlerinden tutun da kavimler göçünde götüm götüm bozlak söyleye söyleye sefer eden ostragot askerlerine kadar, çeçenyalı direnişçilerden maya askerlerine kadar, almanya'nın bavyera'sının suyunu içmiş dazlak kafalı askerlerinden tutun rus ordusunun heykel yapılı sivri ve sarı kafalı erbaşlarına kadar hiçbir askerin kafasına benzemedi kafam. arada bir yerde kaldı. biri ona benzemişsin biri buna benzemişsin dedi ama aynı benzetmeyi yapan maalesef olmadı, halbuki ikiyi bulsa lafı bu kadar uzatmayıp ona benzedim deyip geçecektim ne güzel. ama fransız berber yaptı işte yapacağını. saçlarımın üstünü hallaç pamuğuna, yan taraflarını fırından yeni çıkmış fayansa, arkasını da yeni filizlenmiş bir çam ağacına benzetip, elindeki makinayı lavaboya attı. bu, tıraşın bittiği anlamına geliyordu. ayna yoktu tabii, malum askeriyedeyiz ve imkanlar kısıtlı, eline sağlık deyip hemen yukarı koştum -su da yoktu, seninki de soru mu- ve tanrım, aynaya bakmamla ne göreyim, bu ne ızdırap, berberler elinden çektiğim bu kaçıncı kahır. kafam hiçbir şeye benzemiyordu. bu saçla tabur komutanının karşısına çıkarsam ortada ne berberhane kalırdı ne de kel kafam. topluca uçardık.

hemen gidip başka bölüğün berberini yakaladım, allem ettim kallem ettim, rüşveti yarım paket winston baks'a kadar çıkardım, kabul ettiremedim, en sonunda on tane kısa winston'a hallettim? o da yukarı türkiye'nin yaylalarından kopup gelmişti, yapicün edicün şeklinde ettiği hitaplar bu hipotezimi zorlasa da anne tarafının rotasını orta türkiye'ye çevirdiğini müjdeledi bana. kasap'ın kafama ettiğini düzeltmesi için iki numara makineyle her tarafı düzlemesi gerektiğini söyledi, bu da yasaktı aslında askeri saç nizamına göre. ama sonra yine kendimden geçip ekledim, "yapacağ bir şay yoğh gardaş" ve aldı eline makinayı. dışarda olsa ben onu beş winston'a hallederdim ama işte napalım, askeriye her zaman düşünüldüğü gibi ucuz değil.

ne demişler, benzin alırsan shell'den, akıl alırsan kelden.

uff, kafam üşüyor.

Hiç yorum yok: