ama arkadaşlar iyidir



1.07.2011

bu şapkada hiç mi tavşan kalmamış?

ah kalamıştan. kayığı salınca aşağı, ımm, şeyden, neydi o moda yokuşu'ndan. yağmur başladı birden. biz karınca taneleri nereye kaçacağımızı şaşırmış bulduk kendimizi. sonra, güney mi güney amerika'dan etraflarında kız çocuklarının sarılı olduğu bir ayna buldum ben. ameriko vespuçi'ye selam saldım, sattı bana motosikletini. aldık biz o motosikleti tuttuk macaristan'a yola çıktık. birden sığacık iskelesi'nde bulduk kendimizi, rüzgar mı rüzgar bir rüzgar vardı. onun etekleri benim iskeletime sığınmıştı. sonra donunu ve sutyenini yıkayıp güneşe astı, güneş bir beğendi bir beğendi bunu sormayın, güneşin erkeklik uzvu kendine geldi uzunca araddan sonra. dördüncü kattan aşağı baktığımızda o kırmızı vosvos hep aynı yerdeydi, sami amcası'nın vosvosu, o da her kimse. sami dinine mi inanıyorduk yoksa mayalardan mı geliyorduk. denizin kıyısına biraz kaya çaldık, tuttu allahıma. bizim durduğumuz yerde öyle bitkiler bitti ki, sanırsın orman, sanırsın aile çay bahçesi. yine de bu benim ortaya saçmama engel olamadı küçüklerimi. memesinin üstünde ben mi vardı, ben mi vardımm, hiç mi yanlış hatırlamam ben, hiç mi hatırlamam hiçbir hem de şeyi. vakit bulursan, ımm, şeyy, arasıra beni özle.

yanında olmadığım günler, benim için, arasta'ya çıkıp halk arasına tedbirsiz bir kıyafetle karışıp iç sıkıntımı esnafla konuşarak gidermeye çalıştığım günlere benziyor. esnaf arasında terziler ve kuyumcular yoğunlukta, terziler habire sökükleri dikiyorlar, kuyumcular da altın işliyorlar. ne var ki içtiğim çay üstüne çay yetmiyor dilimde bıraktığın tadın eksikliğini yamamaya, onbinlerce şeker ya da çikolata damlacığı vız geliyor tadına kıyaslamaya. yamalı pantolları pek severdim çuçukluğumda, sanki seni beklemeye kendimi o zamandan alıştırmışım, gibi geliyor. o çamurdan evleri de sen içine giresin, ocağını tüttüresin diye bina etmişim, ellerim boşuna yarılmamış, zihnim boşuna yorulmamış sevgilim. hayat sürprizli prizlerle doluydu sevgilim ve tıpkı bilmeceli gibi sadece bir fiş bir duya uyacaktı ve onu bulamasam masal çokkötü sonlanacaktı, ama ben buldum ve şimdi o yoldan gidiyorum.

seni nasıl sevdiğimde ışığı bir dakka aç kapa.

sahi ben bunları neremden uyduruyorum. sonra aldım birkaç tane mektup yolladım isveç'ten aşağlara. bir barbar bir barbara gel beraber demiş birader-i-can beraberim. brothers in arms. kötü, ve tüm bunlar hayat. ırmaktan geçerken o taşın altındaki balçık hareket etmeseydi pekala paçalarım ıslanmayabilirdi ya da dereyi gördüm sanıp pekala paçalarımı sıvamış gibi yapabilirdim. ama bunların hepsi kurallı. sen kuralsız mısın, yüklemsiz misin, yüksüz müsün. hamile kadınlara yüklü derler bizim oralarda. bizim oralar da ne uzak yaptı be hacı, sahi. burnum de ne kanama yaptı, başım desen, hiç ağrı mı yapardı. buncadan.

defterin üstüne bir şey dökülmüş, hayır damlamamış, boca olmuş. sayfalarında birtakım köpükler yapmış. onyüzbin galoncuk yapmış. bu ne ya. confusion filan diyor bu şarkı. ben hiçbir şeyi dinleyemem, arada bir kelimelere takılırım sadece, ordan da muhakkak bir soruluk düşünce çıkar. sorarım. bugün bir başlık attım iş saatinde, halbuki iş saatlerinde kendime cümle kurmayı yasaklamıştım, nitekim onu da yarım bıraktım. attığım başlığa gelirsek, kafa gibi bir şeydi, attığım kafaya gelirsek aynen şöyle diyordu: porselen düşünce. kemiklerin yakılmasından sonra ortaya çıkan külden kaliteli bir porselen elde ediyor çinliler, bunu pekala biz niye yapamayalım. insan kemiklerini yaksak nasıl bir hammadde çıkar bunu merak da etmiyor de değilim. ama minimize aykırı bu. halbuki, bugün attığım başlığın arkasını getirebilseydim seninle şahika'da üç beş bira atmış kadar, ne bileyim, kadıköy'de etrafında böceklerin kol gezdiği bir otelde kalmış kadar, ne bileyim, alsancak'ta denize ayaklarımızı salıp sabahlara şarkı söyleyip oturmuş kadar, ne bileyim, orda bizimkilerle birlikte kahvaltı yapmış kadar, ne bileyim, seni çok kıskanmış kadar hissedebilirdim kendimi.

lakin, ne var ki, porselen düşüncenin gerisini getiremedim. tıpkı bu.

Hiç yorum yok: