ama arkadaşlar iyidir



11.01.2014

merhaba marianne,

yine -belki göğe değil ama- tavana bakmağa başladımsa bir şey var demektir. bir şey olmayan ne var ki di mi, saçmalıyorum bence, saçmalamayan ne var ki di mi, olmayan da ne varsa artık, kesimlikle kesimlikle. böyle akşamlarda atla ilk geçen araca gel denilse, soluğu arjantin'de alabilecek gibiyim, ne demiş şarkıcı ayrıca, sevecekmiş gibisin.

benim, çok hızlı bir a içerim.

okuldan döndükten sonra kuzenimle inekleri otlamaya götürürdük biz bahar aylarında marianne. kuzenim çocuk kadın güçsüzlüğünde olduğundan ben çekerdim işin asıl töhmetini. kaçmazlardı da sağolsunlar. öğretmen evleri dediğimiz bi mahallenin çimenleri çok yeşildi ve manidardı. bazı çimenler çok manidar oluyor, bazı karlar da öyle, üzerine yatıp aa gökyüzüne ne zamandır bakmamışım dedirtiyor insanı. ama allah var hiç oğlak gütmedim, büyükbaşlarla uğraştım genellikle. babam bilir inek sağmayı, annem bilmez, ki annemin annesi türkiye'nin kocası tarafından ilk kendi başına bırakılmış kadınlarındandır, kocası rakı içip orda burda dere kenarlarında su arklarında sızıp kalmaktan başka bir şey bilmediğinden sabaha karşı tütün kırmağa da sebze meyve toplayıp pazarda satmağa götürmeğe de sabah erkenden inek sağmağa da kendisi karar vermiş bir kadındır, akşam hazırladığı sofranın tuzu eksik diye bir tekmeyle savrulması da cabası. geçen hafta memlekete gittim marianne. memleket ne kadar da taşralı bir kelime değil mi, insan hicap duyuyor kullanırken. gurbet demek gibi bir şey, halbuki sıla öyle mi, sıla daha afili daha cabbar, gurbet daha edilgen daha kaybeden daha zavallı. memleket de öyle. ama yer mi anadolu çocuğu marianne, neden cevap vermiyorsun bana. geçiyorum hep bunları. geçen hafta tam da bugün, cumartesi yani, bundan yedi ay öncesine kadar cumartesinin pek önemi yok idi benim için, şimdilerde öğreniyorum haftaiçi çalışıp haftasonu dinlenmeği, de mesele bu değil, -sana yazdıklarımı seninle konuşurmuşum gibi oku lütfen- geçen cumartesi gündüzünde babamla bahçeyi sulamağa, ağaçları arlamağa gittik, -bu demek midir ki insanlar gibi ağaçlar da arsız olabiliyor, aynen öyle marianne- işimiz erken bitti, tam da bahçede dayıma rastladım, nabıyosun dedim, kuş vurmağa çıktım dedi omzundaki tüfeği göstererek. ben kuş vurmağı dayımdan öğrendim, iyi avcılığı dayımdan öğrendim ama ben avlanmıyorum artık, dayım işin bitince uğra eve dedi. zaten anannemi görmeğe gidecektim uğrayacaktım muhakkak. babam, beni eve bırak nereye gideceksen git dedi, aynen dediği gibi yapıp köye geri döndüm dayımın yanına. avcum kaşınıyordu, avcum kaşındığında anlarım ki gündüz rakısı içeceğim. bu adamlar haftanın bir iki günü içenler marianne, o yüzden o haftanın içecekleri günü geldiğinde heyecanlanıyorlar, gözleri parlıyor, bana da aynısı oldu. vardığımda dayım ve yanında onun dayısı, bahçe ocağını yakmışlardı, yengem salatayı yapıp bardakları hazırlayıp içeri sobanın yanına çekilmişti. anannemse oğlunun ve kardeşinin yanında oturuyordu öğleden sonrasında, şimdi de torunu iştirak etmişti bu toplanmağa. nene, dedim her zaman yaptığım gibi. bi yudum almadın mı hiç. almadım oğlum dedi, dedenin aldığı yudumlar bana da yetti. başladık operasyona. dayım, onun dayısı ve ben, ben de dayıyım biliyorsun marianne, yeğenimin babası içki içmez ama korkarım yeğenimi bana benzetirim ben de. gerçi babam da dayı ve babam yeğenini kendine benzetmedi hiç, içmez kuzenim, ama ben onu çok severim bilirsin, bilir misin. her neyse marianne, neler anlatacaktım konu nerelere vardı. şehre taşındığımdan bu yana akşamları ambulans sesleri eksik olmuyor, polis sirenleri de öyle, ya da itfaiye sirenleri mi acaba bunlar. bi ara sana askerdeyken sabahları tüm kışlada çalan müziğin orijinal adını bulabilirsem dinleteyim, herkesin bildiği malumane bir şey ama ismini bilmiyorum işte. şimdi saat aslında çok erken ama ben biraz müziğe dahlolayım. sonra tekrar yazarım.