ama arkadaşlar iyidir



29.10.2009

dramım durumumdur. metaforlar sandukasında çalışan işçiler için bana bir sendika lütfen. yılların içki birikimini bir havuza boşalttım, havuzun yüzde yüzü doldu. salıncakları hatırladım hani salınacakları. büyükada'da bir piknik yerine gitti aklım, tuttum beynimin mangalını yaktım. ellerimi yaktım, ellerim kollarım yanık içinde. iki ağaç arasına bir salıncak kurdum, durmadan seni salladım. yarın iş var, özel sektör, hassektör ordan. salıncak diyorum, deniz kenarında şezlonglar şemsiyeler yok o zaman kiralık olanlardan. bir ağaç buluyor şair kendine, ve onun gölgesine bir halı kilim serip oturuyor üstüne, karpuzunu demlensin diye suya sürüyor kenarında denizin. karpuz uyuyor salıntısından güzelim suyun. derken topun suya kaçıyor, birkaç kulaçta yakalamaya çalışıyorum, ben kollarımı attıkça top açılıyor, sonunda kendimi de topu da kurtarıyorum, "des armes" diye şarkı söylüyor ordan manyağın biri. bu dünya manyaklarla dolu, inan ben de manyaktım bundan on ay öncesine kadar, sonra duruldum bir şey oldu, sularım çekildi. suyun bir cm çekilmesi bile çok büyük bir şeydir deniz için, yekün tutar. kendi kendime "mor koyun" türküsünü çalar çalar zıplardım evin içinde, sonra bir şey oldu, biri büyü filan. bana büyü yap sevgilim, evet bir büyük olsun. mor bir oyundu oynanan. shuffle please. ağaçlar arasına bir salıncak kurdum, bütün kestanelerini topladım denizin, sobalar kurdum gelmiş geçmiş bütün kestaneleri için kış mevsimlerinin. yıldız teknik üniversitesi'nin yukarısından aşağı sallanırken -aa bak yine sallanmak filan- kestanelere çarptı kramponlarım. biz işte. birbirimizin kenar süsü, portesi müzik defterlerinin, sol anahtarı şarkıların. köpeklerini gezdiren insanlara acıyorum, içimde çipçirkin bir martı boyuna çığlık atıyor. bir şey boynuma durma çizik atıyor. fotoğrafçı alaeddin'in son çırağını anıyorum bu sırada rahmetle. hemen yan dükkanda topal ünsal'ın ekmek teknesi var, adı orkide çiçekçilik. ünsal, beş sene kadar önce öldü rahmetlik, topal o zamanlar, aynı zamanda eski futbolcu, dur sana hikayesini anlatayım. ünsal 80 zamanının sayılı solcularından bizim orda, ben de fotoğrafçı alaeddin'in son çırağı ilkokul kusur. sabah ünsal'la eş zamanlı açıyoruz dükkanı. ünsal 80 zamanında işkencede ayağının birini topallıyor o zamandan beri. büyük futbolcu olacak ama işkence işte. çiçekçi dükkanı açıyor sonra, aranjmanlar, evlenecek çiftlerin araba süslemeleri, filan. sabahları da allah için ne güzel müziklerle açıyor besmeleyi. aşkın nur yengi'nin yeni kasedi çıkmış o zamanlar. ben mesela herkesin birtakım şeyleri unutamayacağı gibi aşkın nur yengi'yi unutmam bir ömür bu yüzden. sonra ama en çok şeyi seviyorum ben, mfö'den "gel gel yanalım ateş-i aşka" lan diyorum bu ne güzel şarkı taa sene 1990. ustam alaeddin'in karısı sabiha teyze beni imtihan etmek için yere para atıyor, bulursam haber verecek miyim yoksa cebime mi atacağım diye, yer mi deli gönül, bulup bulup ona veriyorum, o da rahmetlik, pencere silerken öldü. ünsal habire her sabah çalıyor, gel gel yanalım ateş-i aşka. ben sevdiğim bütün kızlara bu şarkıyı anlatmaya didindiydim, anladılar mı bilmem. aynı albümde -hani ali desidero'suyla meşhur- edip cansever şiirinden olma "geçiniz" adlı bir eser daha var idi, tavsiye ederim, edip cansever bu, kirvemiz, isim babamız. ünsal arabaları süslüyor o sıra, ben de işten fırsat buldukça alaeddin usta'nın torunlarına özenip televizyonda oynayan bir çizgi filme kaçırıyorum gözlerimi çaktırmadan, spartaküs'lü bir çizgi filmdi hatırlıyorum, bir taraftan da negatifleri basıyorum karanlık mı karanlık odalarda. öğleden sonra karpuz kesiyorum sabiha teyzeyle, ne iş olsa yapıyorum abiler. insanlar habire evleniyor, onları gözlüyorum, vesikalık bir çok insan var ki dünya üzerinde, var yani. hayır o zamanlar bu kadar içmiyorum, ama o zamanlar da dokunsan sarılacak gibiyim, dokunsan sana bir salıncak kurabilirim, şimdi söylesene üçüncü katları arasında binaların, salıncak kurabilir miyim, salınırsam ölebilir miyim. kat üç daire altı, çük gibi apartımanlar. ünsal'a dönüyorum, futbol oynayamıyor tabii ayağı sakat, ama çiçekçilik işini de iyi yapıyor. ben de dünya üzerinde henüz tek kişiyle paylaştığım bir koleksiyona başlıyorum o sıralar. ünsal parayı vuruyor yavaş yavaş, can çektire çektire ve sonunda hayalini yavaş çekimde gerçekleştiriyor, bir halı saha satın alıp işletiyor. hayatın dramaturjik öğesi burada karşımıza çıkıyor sayın seyirciler, solculuktan topallayan bir futbol aşığı son çareyi halı saha açmakta buluyor, sigarasıyla maçları izliyor. ünsal öldü bundan birkaç sene önce, karısı zehirledi filan dediler, ilçeler küçük yerler, dedikodusu bol yerler. alaeddin sağ, sabiha teyze düştü, ben de düştüm, ama düştümse sana bakarken düştüm. gel gel yani yanalım ateş-i aşka. isim babamız demişken edip bey'den bahsetmezsek az düşer gecenin ateşi. bu gemi ne zamandır burda eylemiş kendileri. bir kayık tasavvur edin ve üzerine bir kayıkçı elbet. tam yol alacakken önünü bir gemi kapatmış, ve kayıkçı sallamış salvoyu, ne zamandır burda bu mına koduğumun gemisi diye. gidemiyor kayıkçı işte, istediği kadar çeksin. köşede kocaman mendirek. önünde kocaman gemi. sahi ne zamandır burda bu gemi. sonra da şey düşün ki, sen bir kayıksın o geminin kenarına iliştirilmiş filika niyetine. orda durur durur durursun, elbette durusun, su da duru su. ama işte, gemi bu, bekler nihayetine, demir atmak gibi bir derdi vardır. ve ben bildim bileli demir atarım bir şeylere, bir takım kişilere, bir şehirlere yerlere. o zaman sor bakalım ne zamandır burda bu gemi, yani o an için ait olduğu yere. sonra şöyle bak bir de, evet sen o geminin ta kendisisin, sahi ne zamandır ordasın. şöyle de bir oyunu var ki kelime kardeşlerin, bu gemi ne zamandır hurda, bunu da sizlerin tasarrufuna bırakmayacağım elbette. ha bir de türküsü var, demedim mi ben sana yusuf'um, kayığımız batacak. o halde, metaforlar sandukamızı tıkabasa doyurduğumuz ve salıncağımızı da kurduğumuz halde, sözü şaire bırakalım son tahlilde, günler günlerimize tane tane damlarken, diyorum neden olmasın, siz de geçiniz.

Hiç yorum yok: