ama arkadaşlar iyidir



8.10.2009

hata

bazen durduk yere teşekkür edesim geliyor bilmem size de oluyor mu. bazen akşamın yemekten sonraki bölümüne sezen aksu'yla girişmek istiyorum nedenli. çoğunlukla müslüm gürses adını duyunca aklıma iki adet bira da hücum ediyor. kaç yıl geçti aradan'ın 45'lik versiyonunun girişini çoğunlukla çok beğeniyorum. bazen çoğunluğun beğenisine kendimi kaptırdığım için herhangi bir rahatsızlık hissetmiyorum. öğretmenler gününe çıkarsam bu sene de akşam dokuz sularında ilkokul öğretmenimi arayıp hocam-öğretmenim çelişkisine düşeceğim ama sonunda hocam'da karar kılacağım. kurban bayramına çıkarsam da iki tek namaz kılıp caminin sabah serini ve yeşil havasını içime çekip insanlığı düşüneceğim, ayaklarımın ne kadar da üşüdüğünü anlayınca vaize geri döneceğim hemen allah'a bir tek özür eda edip. aralık'ın onikisine çıkarsam uzak bir yere gideceğim bir süreliğine, geri dönme ihtimalim yüksek. insan üşümeye ayaklarından başlar. dur sana bir şiir yazayım ister misin: ayaklarından başlar bir insanı sevmek. tepeden tırnağa değil de, tırnaktan tepeye. olmadı, devam edelim: ayaklardan yorulunur başlanmaya, ve ayaklarda son bulur yorgunluk. olmadı: en çok ayakları üşür insanın. altı ay oldu sevgilin ayağına dokunmadı. olmadı: bir bitki olsam ayaklarımdan içecektim belki de birayı. olmadı gördüğün gibi. ama benim pes etmemek gibi bir huyum olduğunu da bilmeni isterim. ben de isterdim tabii ki uzun ince ve kemikli ellerim olsun, ki gördüklerinde "sen iyi resim çizersin" desinler. "hayır!" diyeyim ben de, "asla çizemem, ama sana helvacıoğlu flüt çalmayı öğretebilirim, sakız da ısmarlarım sana yanımda cak cak çiğnemeyeceksen, cocostar kinder sürpriz filan," [vir gülü fark ettin mi] [çok sevdiğim bir şairin kızının adını gül koyduğunu öğrendiğimde o kadar sevindim ki az bulunur bir sevinç değeri taşıyor idi benim çün.] evet, söyle şimdi bu gönül ne dinlesin? ne dinlese beğenirsin? [çaktırmamalıyım]

yanda görmüş olduğunuz ve de görmeye devam etmenizi umduğum fotoğrafların sizce ortak paydası nedir? paydaları eşitleyebildiniz mi? ne kaldı bu klişenin üstünde? hayır canikom. "sevdiği filmleri koymuş, hem de isimlerini vermeden, ahahah, bunun isimsizini bulamamış, araya da bir albüm kapağı gibi bir şey sıkıştırmış," mı dediniz yoksa? ya da şöyle, "hımm bunlar güzel olmuş, ama çok klasik, aa bu nerden acaba, bu herif daha birkaç gün içinde her anlattığında bir anlam olduğu gibi bir şeyler yazmamış mıydı, bana bir şey mi ifade etmeye çalışıyor," bence böyle demiş olamazsınız. hem bakın ne kadar da interaktif bir blog yazarıyım, anket yapar ve kendim cevaplarım, artist değil miyim yorumlara da kaparım. hayır balam mesele öyle değil. belki de şöyle dediniz: "hımm, bu fotoğraflara bakmaya alttan başlasam tipik romantik bir insanla karşılaştığımı zannedebilirdim, bir kız bir erkekli fotoğrafları koymuş, kimilerini şu şu şu filmlerden almış, ayhh fazla geldi bana bu romantizm diyebilirdim ama bu iki erkekli görüntüler de gelince bu teorim ifrata kaçtı, biseksüel filan mı yoksa, bu blogger'lardan da her şey beklenir." ipucu vereyim mi balam: iki. bu fotoğrafların hatta hayatın ortaklığı bu şiirden çıkacaktır: iki, misal vereyim mi edi ile büdü, laurel ile hardy, kuzen larry ile balki.

bu arada izmir güzel şehir, tavsiye ederim. ayrıca bak teşekkür edesim geldi.

bugün çok yoğun geçti epey geçenki günler gibi. yazı yazmaya kafam yok ama madem tekrar açtık blogu diye yazıyorum. içkiyi biraz fazla kaçırıyorum son günlerde, ama bu altıbuçukta kalkmama engel olamıyor. yoruldum yani bugün ama ben aldırmayabiliyorum, ne güzel. odamda resmin olsa kaldırmayabiliyorum. sevdiğin şarkıyı çaldırmayabiliyorum. o değil de, bunların alıştırma turları olduğunu beni tanıyan pek kıymetli blog okuyucularım bilirler, yoksa inanmalısınız ki bu kadar ben'e ben de alışkın değilem. bugünün ne kadar da yoğun geçtiğini nasıl mı anladım. öğle arası yemekten sonra, sabah çıkan bir arızanın yarattığı moral bozukluğu nedeniyle biraz morale ihtiyacım vardı, özkan'a sordum onda yokmuş, engin'de de yokmuş, nurcan hanım'da da taze bitmiş. ben de gittim kantine ve bir adet söylemesi ayıp ayıntapfıstıklı çikolata ısmarladım kendime, o sırada bir telefon ve hemen gel arıza büyüdü dediler, çikolatayı popo cebime koydum. akşam odama geldiğimde pantolonumu çıkarırken biri bağırdı, "çıkar artık ulan beni arızalı herif." bir de baktım ki bizim çikolata çorba olmuş. sonra dedim ki kendime bugün yoğun geçmiş hakkaten.

altı ay yazmamazlığımın acısını çıkarmak istiyorum ama beynimde öyle bir kimyasal dengesizlik farkı var ki tam yazacakken alıp beni şarkı seçmeye götürüyor. musîkiye bayılıyorum. aklımda bir şarkı var ve bunu herkesle paylaşmamak adına buraya yazamıyorum. noktalamaya konuşurken pek dikkat edemiyorum, küfür sarfiyatımın arttığını hissettim son günlerde, "küfür yok," diyorum kendime. ama mesela 'le vent nous portera'yı bir türlü eskitemiyorum. bazı insanlar bazı şarkıları eskitemezler bilirsiniz. sahi başka neleri bilirsiniz, ya da nasıl bilirdiniz. uzun yıllar aradan sonra sigaramı değiştirdim, demek ki tekrar değişikliklere açık bir insan oldum, ama hâlâ pek prezentabl sayılmam. bugünlerde italya'yla bol bol telefon görüşmeleri yapıyorum hoşuma gidiyor. sahi, italya gezimin üstünde durmuş muydum. ahaha, merak etmeyin facebook'a boy boy fotoğraflarımı koymadım colosseum'un önünde, ama çektim tabii. benim de bir adet lomo'm olsun istiyorum. tabii ki kızlar beni sevsin diye değil, ben kendimi daha çok seveyim diye. 'charlotte sometimes'ın girişi beni hâlâ mest edebiliyorsa mesela. eskişehir'deki son terk ettiğim evimde çok güzel hoparlörlerim vardı ve bir 'faith' bir de hemen ardından 'the holy hour' dinler dinler dururdum, bak şimdi nasıl da hatırladım. bugünlerde çok unutuyorum, ama bazı acıları da zihnimde rölantiye alıyorum. bazı insanlara olan kızgınlıklarımı aldığım gibi, rölantide çalışınca müziğimin yüksek sesi sayesinde onları duymayabiliyorum. bazen de her şeyi unutmaktan ölesiye korkuyorum. eskiden çok sevdiğim bir şarkıyı çok uzun zamandır dinlemediğimi fark ettiğimde oluyor en çok da bu. bakın bu yazımda hiç şiirsel cümle kurmamaya özellikle dikkat ettim ve elimden geldiğince uzun tutmaya gayret ediyorum, edeceğim, çünkü ne kadar uzunsa o kadar okunmazlığı artar ya da hızlı okuma tekniklerine açıklığı artar. rakı bardağını ne kadar da güzel tuttuğumu hiç söylediler mi size, ya da çay bardağını tutuşumdaki hakikilikten bahsettiler mi. vallahi ben demedim. lakin şunu hatırlıyorum, iki hafta önce eskişehir'e sevdiğim iki arkadaşın düğününe gittim, gelin arabasının şoförlüğünü yaptım :) akşam nikahtan sonra meyhanede yaptığımız açılımın son karesinde kendimi elimde mikrofonla ardı arkası gelmeyen istekleri icra ederken gördüm. bence de, gülünce gözlerinin içi gülüyor.

bugün doğan kız çocuğu için karaca adını öneriyorum, ne dersin. mandalinalar çıkmış bile ama seni olduğu gibi her şeyi mevsiminde seviyor bu deli gonül, yiyemem ki şimdi mesela kirazı. kiraz, sahi ya, kirazdı değil mi kızın adı. babam rakıdan sonra bira içmemi son derece sakıncalı buluyor, iddia ederim k, kendisi 'sakıncalı' kelimesini hayatında bir kez olsun kullanmış değildir. benim de henüz kullanmamış olduğum çağdaş türkçemize ait ne kelimeler vardır kimbilir, ama özellikle eski insanlarda belli oluyor bu. eski demişken dün işyerinde bir sohbet dönmüştü annelerin yemekleri ne kadar da yağlı yaptıklarına dair. yağ yoksa tad da yoktu annelere göre, sanırım bizimkine göre de öyle. "yağsız tuzsuz" diye bir deyim var mıydı ben mi türettim yoksa şimdi. yemek yapan kadınlar siz ne düşünüyorsunuz. isteyerek seve seve özene bezene yemek yapan tüm insanlığa cinsiyet ayrımı gözetmeksizin hayranım. bu konuda hassasım. büyük bölümü yurtta geçen hayatımın büyük bölümünde okul çıkışı yurda dönerken evlerden taze yapılmış yemek kokuları yükselirdi ve işte ben orada acıkırdım tam da, tam da ışıkları yanmaya başlardı üstelik evlerin, işte ben orada biraz üzülürdüm üzerinize mutluluk, bundandır gamım.

numarası onbeş olan bir evin adresi var hayalimde, beni onbeş yaşıma döndürecekmiş gibi. sanki orada sıcak yemekler pişermiş, yemeğin üstüne kahve içilirmiş, balkona çıkıldığı takdirde sigaraya karışılmazmış, türkü filan dinlenirmiş gibi. oraya mektup yazmak istiyorum ama geri dönmesinden korkuyorum.

ben de benim hatalarımdan biriyim.

Hiç yorum yok: