ama arkadaşlar iyidir



9.01.2011

altı günlük bitmez tükenmez bir mesai sarhoşluğunun ardından, üzerinize afiyet biraz soğuk almışlığımdan dışarı da çıkamadığımdan, bloga uğramayayım da napayım. film de izlemek istemiyorum. müzik varsa yoksa müzik. ve dua, işyerinde bir sorun çıkmasın da çağırmasınlar. sizlerle bir oyun mu oynasak, ya da çoğunlukla gibi kendi kendime mi oynasam.

evet izmir'i tek başıma elime yüzüme bulaştırdım, içinden çıkamadım, yardım istedim sadece, olmadı.

şarkılara mı baksak biraz winamp'ın insafına göre. klavyedeki "b" tuşu shuffle modundaki winamp'ta sıradaki şarkıya geçer, "z" tuşu ise bir önceki şarkıyı tekrar çalar, bunu bilmek epey iyi bir şeydir. en azından ben çok faydalandım.

stevie wonder, superstition: funky bir ritm. fena değil pazar günü.

the cure, close to me: iyidir iyi. bu grubun baslarını herkes gibi ben de çok seviyorum. hoparlörlerim de tazeyken, the holy hour dinlemeden geçmeyeyim en iyisi. bu arada bu faith albümü bindokuzyüzsensenbir'de çıkmıştı diye hatırlıyorum. ben doğduğum yıl. ne demiş müslüm gürses, yağmurlu bir günde doğdum anamdan, gökler ağlıyordu ben doğdum diye. evet evet bu albüm yağmurlu bir havaya ve lise yıllarında geri vokallerinde öpüşülen izbe kafelerin kasvetlerine pek uygun, ki benim lise yıllarımda böyle bir hayatım olmadı, kafe köşelerinde öpüşmekten ziyade yollarda öpüşmeyi kesinlikle tercih ederim laf aramızda. müslüm gürses demişken bir hileyle ona geçebiliriz.

müslüm gürses, hangimiz sevmedik: görece hareketli olan bu şarkı, kafası özellikle keyifliyken daha bir keyif verir insana. sarhoşken araba kullanma isteği doğurur içinde. sarhoşken araba kullanmak konusunda iki kez ceza aldım, bunun hoş olmadığının farkındayım, napayım dünyadan çıkış yollarını sarhoşken daha içim rahat arıyorum ve ama duvara karşı'da depeche mode'un i feel you'suyla açılan sarhoş ve arabalı sahnesini unutamıyorum. o halde buna geçelim.

depeche mode, i feel you: bu şarkının placebo coverı da vardı, tam da brian molko havasında bir şarkı gerçekten de, ama orijinalinin yeri ayrı elbette. shuffle please;

thao with the get down stay down, bag of hammers: ne biçim bir ismi var bu grubun, bir albümüyle arşivimde yer eden bu grubun aynı albümden en beğendiğim şarkısıdır bu, indie kavramıyla tekrar tanıştırıyor bizi.

ilhan irem, dua: oha, biraz sert bir geçiş oldu yerli müziğe. ama iyi şarkıdır, hem de epey iyi. ilhan irem deyince de aklıma boşver arkadaş filmi gelir. tarık akan ve güzelliğinin doruklarında bir selma güneri seyrederiz bu filmde. fonda hep ilhan irem'in plaktan çalındığı özellikle gözlenen boşver arkadaş şarkısı. böylesi tek şarkı üstüne bina edilmiş filmleri de ayrı bir severim eğer o şarkı güzelse. ama bu filmde selma güneri'nin bulunması, benim için filmin defalarca izlenirliğini, özellikle de tarık akan'ın boşver arkadaş çaldığı bir sahnede onu tokatlayarak yaptığına pişman ettiği sahnesiyle arttırıyor. selma güneri'nin varisi olarak, yani pek çok kimsenin güzel bulmadığı, güzel bulanlara şaşırdığı bir kadın olarak, ama benim güzellik anlayışıma tam da uyduğu için, şimdilerde ceren moray'ı gösteriyorum. pek çok kişinin ismini bile bilmemesi önemli ve kendiliğinden bir kriter elbette. selma güneri deyince kadir inanır'la oynadığı gaddar ve özellikle askerin dönüşü adlı filmleri de unutmamak lazım. askerin dönüşü'nü izlememiş biri eksiktir bana kalırsa, tamamlarız o ayrı mesele.

metro, son gidişim: kesmeşeker'lerin murat çekem ve mercury'lerin kramp'ların fink attığı tarihlerden bir doksanlar grubu, yumuşak, alımlı, basit bir müzik. avucumda gökyüzü adlı albümde yer alan bu şarkı ve hemen öncesindeki siyah kadın adlı şarkılar, yok yok bu albümün tümü başarılı. platonik bir pazar günü albümü, bahara daha varken.

george mcrae, rock your baby: evet bu soul klasiği, taa yetmişli yılların ilklerinden kalma. iliklerin alkolle sıvılandırılmasına teşne, keyifli, dansa yönelik bir şarkı, nitekim hatırlayacaklar olacaklardır ne güzel günlere gebe olduğunu bu şarkının. plağı da vardı bende.

taksim trio, gitti de gitti: of, müthiş bir orhan gencebay bestesi olan bu şarkı, bu grubun enstrümantal yorumuyla bir kez daha canlanmış, aslına rücu etmiş. çarpıcı bir yorum, özellikle girişteki elektrobağlamanın kalın tonları ve hüsnü'nün klarneti, aradaki kanun solo da grubun "biz bir şey yapmadık, şarkı zaten iyiydi," demeye getirdiklerinin delili gibi.

l'ham de foc, historia curta d'un vent: yerel esintiler, özellikle semah usüllü bağlama esintileri taşıyan bu şarkı ve bu grubun yaptığı diğer şarkılar, oturup soluklanmalık.

saban bajramovic, pena: evet güzel bir tercih sevgili winamp. bu şarkı söylerken ağzından sigara dumanları ve katranlar çıkaran çingene amcamız, bizim şarapçı sülo'ya çok benzettiğimden midir nedir, severim. roman milli marşı olan djelem djelem yorumu ise önceki yorumcular dinlenince epey ilginç gelir insana.

placebo, commercial for levi: black market music albümündeki versiyonu kesinlikle akustik versiyonundan daha tercih edilesidir benim için, plase don't die, evet bence de.

keb' mo', am i wrong: benim anladığım bağlamda blues yapmayan, john lee hooker sınıfında kabul ettiğim bu güzel amca bu klasiği epey güzel icra ediyor. yine de blues deyince benim aklıma keb' mo'dan ziyade mississippi john hurt, skip james, blind willie johnson filan gelir.

bob dylan, tangled up in blue: of of, hemen şarkıyı değiştiriyorum, uzun zamandır dinlemediğim amcamdan istek yapıyorum, blowin in the wind. how many times must a man look up, before he can see the sky.

metin alkanlı, gül dalında öten: ikibindörtte miydi neydi, incesaz, eylül şarkıları adlı ikinci albümünde bu şarkıyı yorumlamıştı. ben o sıralar tam bir incesaz fanatiğiydim, albümleri çıkar çıkmaz alırdım, hâlâ da alırım ama eski şevkle değil. hangi albümde kırklar dağının düzü adlı türküyü yorumlayacaklar diye bekler dururdum. bu türkü kırması şarkıyı da ilk olarak onlardan duymuştum fakat o sıralar meğer arşivimde böyle bir cevher varmış da farkında değilmişim. dünyada nefret ettiğim ve nefretimin sonsuza dek süreceğinden emin olduğum kişilerden olan ercan saatçi öncülüğünde üç serilik bir altın mikrofon albümü hazırlanmıştı. hatırladığım kadarıyla '65-'66-'67 senelerinde altın mikrofon yarışmalarında ödül alan şarkıları içeriyordu bu seri, ve bu metin alkanlı yorumu da ordan kalmadır. beni fena eder, ince gitar soloları içeren bu altı dakikalık şarkı bir şarkının hakkı nasıl verilire emsal teşkil eder.

ayşe tütüncü, mutluluk: sehr schön. mehmet güreli ve hatırlayamadığım iki kişinin daha katılımıyla hazırlanan bu vapurlar-blues albümünden nadide bir parça. dinlemeli, o zamanlar eve yalnız dönenlere adamıştım bu şarkıyı, peh, hiçbir şey değişmemiş yedi sekiz senedir.

arto tunç, damla damla gözyaşları: izlediğim kötü bir filmin bana kazandırdığı sanatçılardan biridir arto tunçboyacıyan ve bu şarkı da gönlümde onun en iyisidir. okan bayülgen ve mali erbil'in oynadığı hemşo adlı filmin müzikleri beni fena sarsmıştı ve çoğunlukla yaptığımız gibi sonuna kadar bekledim kim ne çalmış diye. orda topun poşetten çıkıp düştüğü bir sahne vardır ve bu şarkı orada girer devreye. on numara. sanatçının aile muhabbeti adlı albümündedir.

çağdaş türkü, yarın gece: hımm, bu dinlemesi zor şarkı, dinlendiğinde acıtan şarkı epey epey eski. tolga çandar'ın sesinden. bu tarihler bu albümü keşfetmemle birlikte haydar ergülen'in beni anladığına kanaat getirdiğim ve artık şiirlerini okumayı bitirdiğim tarihlerdir. daha sonra sadece kuzguncuk oteli'ni birkaç kez dönüp dönüp okudum o kadar. ondan sonra yolum ahmet erhan, birhan keskin ve didem madak kavşağında didem madak'ın yönünü seçtiğim bir yoldur. yine de hepsi sağolsun, severim.

enrico macias, aux talons de ses souliers: keyifli. bizdeki sev kardeşim'e tekabül eden, bu sesini çok beğendiğim amcadan. adieu mon pays'le tanışmamı ve kendisine hayranlık uyandırmamı sağlayan şarkı. taksim şarkıları toplama albümünde yer almış ilk olarak arşivimde.

barış manço, çoban yıldızı: oy oy, sarı çizmeli mehmet ağa albümünün bende en öne çıkan şarkısı, geri vokalde kuş cıvıltıları, enstrümantal. barış manço'nun bir türlü keşfedilemeyen, müziğe başladığı dönemlerin de havasına uygun müthiş psychedelic ruhunun geç kalmış bir temsili. şimdilerde baba zula filan seviyorum ya, barış manço bu adamların yaptığı müziğin yerli temelini taa o zamanlar atmıştır, erkin koray'la birlikte. ama örnek verirsek, erkin koray mogwai iken barış manço godspeed you! black emperor'dur.

nusrat fateh ali khan & eddie vedder, the long road: bu da müthiş bir birliktelik. ses ve saz birlikteliği, hepsi bir arada.

böyle bir yazının hiç bitmeyeceğini elbet biliyoruz. daha çok yolumuz var. şimdi lütfen bana old and wise'ı çal.

Hiç yorum yok: