ama arkadaşlar iyidir



13.01.2011

bizim ergenliğimizde ve onu takip eden ilk gençliğimizde çok sevilirdi, adettendi. şimdiki durumun nasıl olduğunu bilemiyorum, ilkgençleri takip etmekte zorlanıyorum. "abi, niye böyle oluyo bu amına kodumun dünyasında?" dedi stajer çocuk. ilk defa küfrettiğini duydum o uysalın. işyerinde böyledir, yanındaki iş arkadaşlarıyla daha çok diğerleri hakkında dedikoduya evrilir muhabbet, ve kimsenin bunu sevmediği gibi ben de sevmem, ve ama diğerlerinden farkım, ben bunu sevmemekle birlikte yapmam. başka ne konuşacaksın, özellikle benim gibi cümle fakiriysen. işe odaklanırım, harıl harıl çalışırım, hem de görsen öyle böyle değil, şaşarsın bu salyangoz nasıl böyle fırıl fırıl dönüp emir alıyor rica ediyor diye. her neyse, böyle stajer çocuklar geldiği zaman da sohbet ayaküstü kahve molalarında aşka meşke dayanıyor, çünkü onların duyguları pek taze, hem de lise çağındaysa.

bu çocuğun en büyük lüksü neskafe içmek. "abi neskafe içelim mi?" en tatlı sorusu bu, "şunu halledelim de içelim ahmet," diyorum, bi koşu hallediyoruz. sonra o kahvelerimizi hazırlıyor. "abi şunu içmesen?" diyor sigarayı gösterip, "adamı hasta etme lan!" diyorum ve susuyor. fakir bir çocuk, hem de epey fakir, babası yok, bizdeki stajından çıktıktan sonra bi ekmek fırınında çalışıyor geceleri. haftanın üç günü bizde, iki günü okulda. meslek lisesi son sınıf öğrencilerinin böyle bir staj zorunluluğu var.

üzgünüm, benim anlattıklarım genelde böyle arabesk oluyor ama napiim yaşadıklarım öyle. bu çocuk birbuçuk yıldır bir kızdan hoşlanıyormuş. hoşlanmak ne demek? seviyormuş. anlatıyor: "abi, bir sene uğraştım telefonunu alabilmek için, en sonunda verdi, mesajlaşmıştık, görüşecektik, dün görüşmeyelim diye mesaj attı." "derdi neymiş?" "bilmiyorum abi, dün msn'de kamera açtık, yarım saat belki bir saat konuştuk. sonunda ağladı, 'görüşmeyelim,' dedi kapattı." "niye ağladı ki?" "bilmiyorum abi, 'ben senin düşündüğün kadar sana layık değilim,' dedi."

içimden gülüyorum, hâlâ aynı hikayeler yürürlükte demek ki diyorum kendi kendime. devam ediyor: "hani gıda çarşısı var ya abi, orda bi mahalle var, biliyorsundur?" derken yüzünün şekli değişiyor, orda oturan insanların durumlarını anlıyorum yüzüne bakınca. sen de anlıyor olmalısın ben böyle deyince, şüpheyle karışık. zaten iki ihtimal var öyle değil mi, ya çok fakirlerdir gecekondu mahallesidir, ya da geneleve yakın bir mahalledir ve kadınları da öyledir. "gıda çarşısını biliyorum da mahalleyi bilmiyorum, ama anladım," dedim. "işte abi, ben de 'önemli değil ben seni seviyorum' diyorum ama ikna edemiyorum kızı."

"ahmet, bırak bu işi, vakit kaybetme böyle durumlarla, sonra dönüp bakar ben napmışım ben kimi ne kadar sevmişim deyip vahlanırsın, şimdi sana çok büyük geliyordur ama geçecek," dedim. şöyle bi geçmişe gittim. "ben altı sene bekledim," dedim. "sonra noldu abi?" dedi. "davetiyesi geldi, ben de üstüne şiir yazdım, sonra günlük kabuğu yaktım ve yakarken o şiirle tutuşturdum." dedim. bizim orada birisi öldüğünde ardından okunan mevlitlerde günlük yakarlar. ama ben hiç ben kimi niye de sevmişim diye vahlanmadım. durdum.

sonra sahile gittim. ben herkesle uzun saatler geçiremem sahilde. biraz seçiciyimdir o konuda. hele bir de içki de içmiyorsam çok zordur. hint kumaşı olduğumdan değil, fıtrat icabı. yoksa beni kimler seçsin. sonra aklıma gelmiştiği geldi aklıma. sahi, o, kimseyi çok sevmiş miydi, soracak gibi oldum, soracağımı anlar gibi oldu, sormadım, söylemedi. o, benimle yaklaşık aynı dönemde yaşarken ergenliğini, ilkgençliğini, o da çok sevmişti de ondan mı böyle uzaktı, ondan mı böyle uzaklaşmak üzerine kurmuştu hayatını. onun da, "ben de ..." diye başlayan bir kocaman hikayesi var mıydı hepimizi hüzne garkedecek, olmuş olmalıydı da ben bunu zaten dinlemeyi kaldırabilir miydim o kadar seviyordumken. aklıma takıldı.

bizim zamanımızda çok sevilirdi. en yakın arkadaşınla aynı kızı severken bile çok sevilirdi. hâlâ da öyledir bazı yörelerde.

görüşürüz.

Hiç yorum yok: