ama arkadaşlar iyidir



22.06.2010



acı gerçekler

insan bazı şeyleri başka pek şeylerden pek daha fazla sevebilor. resimde görmüş olduğunuz kutu mesela, hiçbir etki altında kalmadan ve tamamen kendi rızamla, dış kutulardan daha fazla sevmiş olduğum bir kutu. şahsen, terziler gerçekten gelmiş olsalar, ya da tarafımdan nasıl söylense, salı pazarının orda bir terzihanem varmış olsa vaktinda, içina tüm renkli düğmelerimi, tüm renkli ipliklerimi, boy boy elinize batmaya nazır iğnelerimi, delikli veya toplu nasıl isterseniz tüm iğnelerimi, sonracığıma ebat ebat makaslarımı, aslanlı ya da tavşanlı makaslarımı, kokulu silgilerimi, hepsini bu kutucuğa doldurup her gittiğim yere götürebilir veyahut da geceleri yastığımla birlikte onu da pışpışlayarak uyutabilirdim başucumda. siz bakmayın zencefilli kurabiye kutusu olduğuna, içine ne doldursanız bana mısın demez, bilakis misafirperverdir, ağırlamayı pek sever, gamyüküdür çektikçe çeker. ben hiç unutmam bunlardan bir keresinde içine saçlarında tokaları olan bir kız resimleri çizimlerini koymuştum renkli boyalarınla hani crayon marka, yine unutmam hiç bir keresinde de saçlarında toka niyetine kuş gagaları olan bir kız çizimlerini koymuştum, bakmayın siz benim çizime yeteneksiz oluşuma, hiçbir şeye yeterince yetenekli olmadığımı da hesabınızda tutarsanız bana uğramayarak hayattan kârlı çıkacağınızı garanti edebilir, bu hususta teminat mektupları filan yazabilirim size. bakın mektupta bile husussuzum.

senelerden geçen sene miydi neydi, bizim sayfiye evinde misafirlerim vardı; neşeli mi neşeli bir çift, aralarında ne olduğuna henüz karar verememiş ama oğlan çocuğunun epey gönüllü olduğu bir çift daha, kızkardeşim, ben, bir de şirin mi şirin kukla mı kukla muska mı muska bir tesbih böceği. bir anda müthiş bir aile olup çıkıvermiştik denize bakan müstakil yerleşimimizde. benim için en önem taşıyan şey zencefilli kurabiye filan değildi tabii o an orada, tespih mi tesbih mi teşbih mi, her neyse işte onun böceğiydi. dün o eve gittim bir sene aradan sonra. bir de lavaboda ne bulayım, evi toz bürümüş, nemden duvarlar çatlamış, kenarda yılan yuvaları bitmiş, otlar çiçekler sararmış, türlü engeller aşıp içeri girdikten ve şalteri indirdikten sonra meğer fişi teybe takılı unutmamış mıyım, cereyan içeri girer girmez teypte çalan şarkı içimi fısıldadı: dean martin sesiyle that's amore çalıyordu, ta kendisiydi, nerde görsem tanırdım kendisini, trt fm'den cocoon'dan chupee çalmasını bekleyemezdim ya. tuttum bir ağlama başlattım, bir de lavaboda ne bulayım, cereyan dedim de aklıma bitiremediğim yüzonikinci şiirim geldi, başlığı "barlarda benim adıma beş tek bi duble konuşuyo" idi, şiir şöyle başlıyordu:

gün geldiğinde ben o kafamı kıyasıya uçurduğumda
herhangi bir kadının herhangi bir erkeğe çiçek alması kadar olağan
siz hiçbir kar küresinin içine girdiniz mi
l cohen’e de çok küfrettim ben zamanında içip içip
sen hırçın bir mıknatıs icabı tuttururken beni kendi
ben o halde bir tel olurum üzerimde kuşları cereyan tutmaz
yakama iliştir bir ya da ceketimin ön cebine üçgen bir mendil
boynuna bir masal
ayaklarına kasıklarına bir yuva
koynuna bir masa kurarım beşi bir yerde
sevgilim
sevgilimli şiirler sevgilim
kliması o

diye bitemeden ilerliyordu. ağlamayı sonlandırmayı düşündümse de nasıl ki askerde mustafa'yı karşımda gördüğümde tutturduğum ilk ve son ağlamam gibi bu da bir süre icap etti, engel olunamadı, hata vermiştim ve hata devam ediyordu, anadolu yakası'nda belediye otobüslerinde sıklıkla rastlanan ismet özel demişti ya, the wrong is going on, onun gibi.

bir de lavaboda ne göreyim, tesbih böceği o küçücük mandal tokanın altında kalmış ve oracıkta öylece can vermişti. bu yasa bu mateme bir son vermeliydim ve metîn olmaya karar verip acımı içime gömdüm. tesbih böceğini de gömecek bir yer bulmalıydım.

rüyamda björk ibrahim tatlıses'le düet yapıyor ve acı gerçekler'i söylüyordu. ve bu şarkı bütün istiklal'deki kasetçilerden kıyasıya yükseliyordu.

zekiydim ve bu yüzden hiç kimseye ve hiçbir şeye inanmıyordum, allah hariç.

sabah denize indiğimde bir de ne göreyim, boğazın karanlık sularına fırlattığım bu isveç menşeili zencefilli kurabiye kutusu, marmara denizi'ni, ordan bir şilebe atlayıp ege denizi'ni kıta sahanlığını filan aşıp bizim oranın sularına vurmuştu, fena halde ağlıyordu. aldım kuruladım hemen. onu ilk görüşte tanımıştım. can çekişiyordu. eve çıkarıp son sözlerini dinledim, yolda başına gelenleri anlattı. ben onu eve çıkarana kadar ölmüştü. tesbih böceğini mandal tokanın içine koydum, mandal tokayı da kurabiye kutusunun içine, denize tekrar inip kıyıda bakımsızlıktan kurumuş ve bodur kalmış bir çam fidanının olmayan gölgesini kazarak oraya gömdüm. başına da mezartaşı niyetine bir izmarit, sarı olanlardan.

Hiç yorum yok: