ama arkadaşlar iyidir



2.06.2010

bu adamın canı sıkılmaktadır çünkü bu pekala rastlanan bir durumdur çünkü altı ay öncesinden yarım bıraktığı soluksuz iş hayatına geri döneceği için kaygılanmaktadır çünkü askerlik onun için sanki son bir mola gibidir çünkü bundan sonrasında bu tarz bir serbestlik içerisine giremeyeceğinden ve hayatla başa çıkmak zorunda kalacağından korkmaktadır çünkü hayat kendisinden sadece bunu bekliyor gibi oynamaktadır.

bu durumda bu adamın aklına eskiden yazmış olduğu bir yazı gelir ve onu bloguna koyar:

‘Free Friday’


“Cuma’nın gelişi perşembe’den bellidir,” olmakla birlikte bu yazı bir cuma yazısı hüviyeti taşımakta olup…


Frengistan’da ‘free friday’ olarak tabir edilen uygulama, artık, sadece plazaların yüksek katlarında değil mühendislik gerektiren bazı kamu iktisadî teşekküllerinde de var. İnsanlar, diğer hafta içi günlerde giydikleri resmi üniformalarını cuma gününe özel olarak giymek zorunda kalmıyorlar, onun yerine daha rahat, gündelik giysilerle işe gidebiliyorlar.

Yalancı meme.

Ne menem bir rahatlıktır cuma günü en ‘jeans’ (kot pantolon, ‘cins’ diye okusak ve anlamını buna yorsak yeridir) kotları giymek. Bunun malzeme bilimiyle ilişkisini kurabilir miyiz, deneyelim: Çoğu malzeme eğer ısıyla işlem görecekse önce hazırlanır, şekil verilir, ardından da yüksek sıcaklığa ısıtılır. Hazırlama işleminde malzeme bünyesine yoğun miktarda gaz girebilir; ısıtma işlemi sırasında malzemenin içindeki gözeneklerde buluşmuş olan gaz dışarı atılmalıdır. Aksi takdirde bu gazlar birleşerek isyan çıkarabilir ve malzemeyi göbeğinden çatlatabilir. Çalışan kişiler de hafta içi ısınıyorlar yüksek sıcaklıklara kadar, sonra haftanın son günü de gazlarını almak gerekiyor.

Cuma gününün başka bir anlamı da var tabii, akşam dışarı çıkılır mesela. Şirket, çalışanını düşünür bu konuda. Benim memurum akşam eve gidip de üstünü değişmekle falan zaman harcamasın, önce Schlotzsky’s Deli’de yemeğini yesin, ardından da aksın âlemlere, o da içindeki gazı atsın dışarı. Hani gömlek altına siyah tişört giyme modası vardır ya, işte o buradan doğmuştur. Adam akşam eğlenmeye gidecektir (eğlenmeye gitmek, kızkaçıran efekti var burada, ‘fiyuvv’, ‘hepimiz sarışına gitsek ne olur ki?’) fakat gömlek giymek durumundadır mesaide. Akşam işten çıkar, bir bira iki bira derken sıcaklamaya başlar. Sonra bir bakmışsınız ki gömlek elde mendil niyetine, halay muhabbetinin bir sembolü olmuş veya Şenses modeli bele bağlanmış, bir sağa bir sola.

Anlatacağım olay, bir Cuma gününe onun ‘free friday’ olduğunu unutarak giren kişinin dramıdır. Sabah uyanır zar zor, bir süre debelenir yatakta, keşke saat çalmasaydı, bozulsaydı ama çaldı, o kadar uyumasına rağmen –altı saat de az değildir hani- neden hâlâ üzerinden ‘AS 900’ geçmiş gibi hissettiğine anlam veremeyip, bu gemi ne zamandır burada sorusunu sorar kendine. Sonra, ‘hayda vira’ nidasıyla doğrulur, çoraplarını geçirir ayağına, hemen başucu civarında bulunan hırkaya uzanır.

O da ne! Hırka uzamış, bir garip olmuş, sanki Küçük Prens’in pelerini, hemen sırtına geçirir. Perdeyi açar. Evet, yan gezegendeki kraterden Ruhi Bey el sallamaktadır ona, diğer taraftakinde ise onun tavla arkadaşı Muhsin Bey güne çoktan başlamış çiçeklerini sulamaktadır. Yüzünü yıkar, şiddetle çarpar suyu yüzüne, etrafa dağılan su damlaları birer hüzmedir, hatta birer saksıdır onlar. Aslında viskozitesi yüksek olan her damla yuvarlağa yakın şekliyle yeni bir gezegendir, üzerinde nice küçük prensler ve çiçekler yetişecektir onların. Hayalini kuruladıktan sonra keskin bir bakış atar asılı olan posterlere. Ve kurduğu hülyayı malihülya haline getirmeden radyonun düğmesine basar. Çok tedirgin ifa edilen bir eylemdir bu, ya kötü bir şarkı çıkar da bu güzel başlayan günü mahvederse, o yüzden büyük bir istekle çağırmalıdır güzel bir şarkıyı. Hani Perhan’ın gözleri ve enerjisiyle çatalı adamın boynuna saplaması gibi, o da öyle kuvvetli bir istekle çağırmalıdır ki ve enerjisini tamamen o yöne sarf etmelidir ki bütün radyo vericileri o enerjiye göre yönlendirmelidir kendilerini.

Ve evet, bir Rumeli türküsü: Sabah oldu uyansana / Gül yastığa dayansana. ‘Lay lay lom,’ harika, işte budur. Yaptı gene yapacağını, şu ritme bak, uşşak mıydı segâh mı? Evet, bugün güzel bir gün olacak. Çay suyunu koyar, bu ayrı bir ritüeldir tabii, anlatmaya kalksa roman olur. Sonra takım elbisesini, cicilerini bicilerini giyip evden çıkmaya hazırlanırken kulağı yine radyodan yükselen nağmededir: Deli gönlü bir dilbere bağladım. Evet, hayır, hayır, bahsi arttırıyorum: bugün çok güzel olacak.


Çöpler gece toplanmış, sokaklar sabah temizlenmiş, havada serin bir lodos kokusu var. Sanki taa Çıldır Gölü’nden gelen bir ördek yeşilinin kokusu. Servis gelir ve biner. ‘Günaydın’lık bir gündür, aslında nadiren içten gelen bir kelimedir. Genelde haydan gelir huya gider, fakat bugün içten gelmiştir: “Herkese günaydın.”


O da ne! Evet, günaydın ayd dın dın dın. Herkes neden böyle kotlu, bluzlu, Hello Tommy, hi Diesel, wow Mr. Lacoste, how are you now are you, nolmuş ki bu servis gezegenine. Bugün, cuma mı? Ama hayır… Cuma, nasıl bu kadar habersiz gelebilirsin? Cuma, sen benim yaverim, dostum değil misin? Cuma, bir haber salmayı çok mu görürsün?


Ben hangisini atladım peki, ‘pazartesi’yi mi? Hayır, çok iyi hatırlıyorum onu, çay dökülmüştü üzerime. ‘Salı’yı da hatırlıyorum ‘şerefsiz bey’den fırça yemiştim, nasıl unuturum. ‘Çarşamba?’ Bir saniye… ‘Perşembe?’ dün olmalı, bugünü hatırladığıma göre dünü de hatırlıyor olmalıyım. Şoför Bey lütfen kapat radyoyu, zihnimi toparlayamıyorum, ya da adam gibi bir şey çal, sabahın körü sabahın körü çekilmiyor popyıldızı. Durun bir dakika, ‘çarşamba’ya bir şey olmuş. Nerde ‘çarşamba?’ İmdat’ı arayıp, “Biz çarşamba n’aptık?” diye sorsam mı? Ben öldüm dirildim mi ‘çarşamba’, uyuyup uyandım mı? Uyanınca çocuk mu oldum? Çünkü dünü hatırlıyorum, ama ‘çarşamba’ yok. Yüzde yirmi pazar payına sahip olan olan ‘çarşamba.’ Güneşsiz günlerin yüzde yirmisini alıp kaçtı mı?

Ne yaptınız ulan ‘çarşamba’ma?


“Üçüncü gün, yorgun
Ev aklımda. Gitmeyi unuttum.” Turgut Uyar, Yenilgi Günlüğü


dipnot: aslında aşk benim için nedir biliyor musunuz. "bu adamın canı sıkılmaktadır"la başlayan bir yazıyı okuyan güzeller güzeli kadının zihninde canlanan 'bir adam vardı canı sıkılan' reklamını zihnine koyması ve onu compose mail düşüncesinin subject kısmına iliştirip adamın can sıkıntısını gidermeye gelmesi ve adamın zihninde doğurttuğu 'acaba'ların etrafına birer zil takıp hemen sarı ampullerin altına zula etmesi ve her rüzgârda o zillerin seslerini dinletmesidir. ugh.

Hiç yorum yok: