ama arkadaşlar iyidir



25.07.2010




hello emptiness

merhaba boşluk. güzel boşluk. güzel ve gidiyor. ben aslında yoğum. cep telefonlarımızı kapatmıyoruz ya artık, açılış mesajlarımızın da pek önemi kalmadı. geçen gün bi kapattım benimkisini, sonra açtım, açılış mesajım neymiş dersiniz: hello emptiness. hani şarkıda da geçiyor ya, bye bye love, işte ordan da çağrışımla. hem de yukarıda italik dizilmiş enis akın çağrışımlarıyla. birden fazla çağrışım sahibi olmamızı ileride psikanalistler ahmet'in hayatındaki guido sendromu olarak niteleyecekler.

"elini tutabilir miyim?" dedi. "olur." dedim. aradan birkaç sigara geçti. "seni öpebilir miyim?" dedi, "neden olmasın!" dedim. saat öğlen ayıktı, dört suları karaya hükmediyordu.

sonra dönüşte gittim dayanamadım parmak arası terlik aldım. çok mutluydum. yakışıp yakışmadığı umrumda değildi. izmir güneşi parmaklarımı kavurmuştu nitekim. insanın ayağı rahat olmadı mı beyni de rahat olmuyoru malum.

insanların kollarındaki, ve ilerleyen sürelerde vücutlarındaki benlere dikkat kesilirim, onun sağ kolunda altı taneydi, yedi olmalıydı halbuki, bir tanesini gözden kaçırmış olmalıyım, ya da saklanmıştır benki benden.

you really think so deeply about stuff, dedi bana. bunu bir kompliman olarak algıladım, defterime dürüp koydum.

cumbalı bir ev olsan ne güzel olurdu. cumbalı bir ev, izmir'in bazı evleri gibi, doğurgan bir kadını çağrıştırır bana. hamile kadın gördüğümde duygulanırım ben, inanamazsınız gözlerimin buna verdiği tepkiye, dolarlar. dün akşam barda da gördüm, hemen bira içip içmediğine dikkat ettim, içmiyordu, kocasının yanında duruyordu eğleniyorlardı sadece. güzeldi bu.

stabilo kalem kullanıyorum dedim ya, mesela onun kapağını kaybolmasın diye arkasına takarak yazamam ben, kötü bir görüntü oluşturuyor, kapak kenarda dursun. kaybolursa yenisini alırız, para bok.

insanı sarhoş ettiğim kesin. ve yalnızlık zor zanaat.

bir düdük yat bir düdük kalk. bir düdük yat bir düdük sürün.

bu haftasonunun en mühim atılımı kolay kolay yapmayacağım bir şeyi yapmış olmamdı. cumartesi günü, akşamüzeri olmuştu, yemek yedim, dedim ki şimdi içmeye başlarsam gecenin sonunu getiremem, çay may içeyim. alsancak'ta ara sokaklardan birinde ionia adlı hoş bir cafe var, oraya uğradım, çay söyledim. oturuyordum, karşı çaprazımda topsakallı bir adam tanıdık geldi. daha önce görmediğim ama kitaplarından gazetelerden tanıdığım bir yüzdü bu. şu cümleyi, hayatıma kıyan şu cümleyi, bu dünyadaki en büyük mutluluk, bu dünyanın şahidi olmaktır cümlesini kuran adamdı bu. napsaydım, üç kişiyle birlikte oturuyor çay ve samsun 216 içiyordu. hemen gidip içinde o cümlenin geçtiği kitabı tekrar satın aldım en yakın kitapçıdan, ve masasındakilerden özür dileyerek, ellidördüncü sayfayı açıp, bana buraya bir şeyler yazar mısınız dedim. can alıcı cümleler ellibeşinci sayfadaydı ama ellidörtte başlıyordu olay. neden kitabın başına değil, dedi, masasında oturan ve gözlerime fena bakan genç kadın, bu sayfa benim için çok önemli dedim. merak ettim, dedi. yazar da o sayfada neler yazdığını anımsamak için bir süre göz attı. adımı sordu sonra, adıma ithaf etti sadece ve tarihi not düştü. bir de teşekkürler yazdı. bir sevindim bir sevindim. normalde değer vermem bu tarz şeylere ama o cümle önemliydi benim için ve bu fırsat karşıma gelince kaçırmak istemedim. biraz da bu vesileyle yazarın kendisini iyi hissetmesini sağlamak istedim, belki bu amacıma ulaştığım için iki kez teşekkür etti. şimdi iki tane aynı kitaptan oldu elimde. imzasız olanı okumamış birine hediye ederim. hemen bi bara gidip bu durumu kutlamak istedim. iki bira yuvarladım. yaşadığım bu sevinci anlayabilecek birilerine anlatmak istedim, biri telefonumu açmadı, diğerini aramam uygun olmayabilirdi, başka da kimse yoktu.

otururken yakışıklıyımdır.

Hiç yorum yok: