ama arkadaşlar iyidir



12.07.2010




sütünü içersen sonunda masal var

ben ne zamandır burdaysam. ona o kızdan ayrıldım dedim, boşver olur böyle şeyler dedi.
what's on your mind diye sordu demin üye olduğum bir site, her zamanki gibi çağrışımla cevapladım, georgia on my mind, dedim, billie holiday söylüyordu. maillerini üşenmeyip georgia fontunda dizen adam geldi aklıma, ve bunu farkeden cengaver bir kadın. trouble in mind, vardı sonracığıma, janis joplin söylüyordu. always on my mind, vardı elvis'ten. the windmills of your mind vardı tabii anonimden, buna benzer. epeydir çağrışmıyordum sahi. jim morrison'u sevdim zaten, ride the snake demek ne demek, bunu ingilizce bilmeyen sen, daha iyi bilmen lazım. the blue bus is callin us, bunu tekrarlamaktan alamıyorum kendimi.

onun hazırladığı emrivaki kahvaltıdan sonra öğlen yemeği yememiştim. akşam yemeği yemeyi de reddetmişti midem. ahmet erhan yazmıştı sanki, aç karna yuvarlamak binlerce birayı. sahi, o benim yaşımdayken çoktan şairdi. bunların hiçbiri hiç de şeyimde değildi, daha başka bir şey daha daha başka bir, aranıyordum. yine fısıldadı ahmet erhan, belanı mı arıyorsun be adam, böyle diyor kimi görsem, dedi. sahi bana da aynısını diyorlardı geçen yıllarımda, bense o yılları geçtim attım. kimse buna bir anlam koklatamadı. bugün kendime kıyıp bir parfüm aldım, güzel kokmalıydım. epeydir içip içip kendi kendime konuşmuyordum. ah you don't fool me. kaset doldurmak istiyordum ama parmaklarım klavye üzerindeki hakimiyetini kaybetmişti artık. daha gece vardiyasına gidecektim nöbetçi amir olarak, hem de bu kafayla.

hayır hayır hayır. beşiktaş'taki son kattaki evimde uyuyordum bir gece. uyku benim için normaldi, uyurdum yani sabahı karşılayan saatlerde. haftasonuydu, yalnızdım, içmiştim gecesinde. zil çaldı, altıbuçuk yediyi gösterecekti saatler baktığımda. bu ne lan dedim sabah sabah, yaşar teyze bu kadar imansız davranmazdı. küfredip bu münasebetsizin kim olduğunu çözmek için pencereye yönelip aşağı bıraktım kafamı, gelen ö idi. bağırıyordu, anahtarı atsana diye. malum öğrenci evlerinde bazı şeyler çalışmaz, o evde çalışmayan şeylerden sadece biri de kapı otomatiğiydi. anahtarı attım, geldi ö. sevgilisi sabaha karşı terk etmişti onu, gelirken de şarap getirmişti yanında. bayat ekmek olmalıydı mutfakta mutlaka. vardı. iyi gitti ekmekle. o zamanlar ben dinleyici bir bilgeydim. fazla ses çıkarmazdım, duman sözgelimi "ah" adlı şarkısını tam da o zamanlar benim için yapmıştı. sigaramı yakar, biramdan bi fırt çeker, aşk acılarını dinlerdim. aşk acılarını kafamda sınıflandırır, birtakım istatistiklere tabi tutar, tekrar birama şarabıma dönerdim. benim aşk acım olmamıştı öylesine, ben dinleyici ve şahittim, tanık koltuğumda hiç kalkmadan sekiz sene oturabilir, ve gelenler gidenler değiştikçe değişen sohbetlerini, değişmeyen acılarını dinleyebilirdim. kapı komşum yaşar teyze'nin salim amca'ya duyduğu acıları, babaannemin dedeme duyduğu sancıları, babamın eski sancılarını, annemin eski sancılarını, benim doğum doğum sancılarımı, ö'nün o sabahki hiç unutamayacağım bakışlarını ve derdini, o büyük derdini bana anlatışını, o sarhoşluğumuzu, müzmin aşık n.'nin dertlerini, s.'nin ortaklığımızı anlatışını, ben tüm bunları dinleyebilir ve akabinde gayet de net, hafif cızırtılı bir susuşla durabilirdim. ettiğim üç kelime, üçbeş boş kelime, elektrik çarpması gibi etmezdi tabii insanları, son hecelerini de kimse duymazdı. sahi ben ne zamandır burdaydım, bu ne zamandır burdaydı, bu çakmak bu sigara, bu müzik aletleri, bu defterler kalemler, bu notalar bu sesler, bu ekmek, bu masa, bu dünya, bu kadınlar bu dünyanın en güzel kadınları ne zamandır burdaydılar, bu masa lambaları, bu ekmek kırıntıları, bu karıncalar, bu bulutlar, bu şakağıma dayadığım karıncalanmalar, ne zamandır, bu göbekler, bu ince beller, bu peynir bakışlı göğüsler, bu nar görünümlü dudaklar, bu sinek ilaçları, bu yoldan geçen mazotçular, bu masa örtüleri, bu alnımdaki açıklık, bu azrail, bu dünya, bu deniz, bu yeşil, bu sel, bütün bunlar, bütün ayaklar, bu yürürken sallanan kollar, bu ölürken göğse kapanan kollar, bu sabunlar, bu ilk hayalarda patlayan cinsel hayallar, bu halılar, bu çıtçıtlar, bu kopçalar, bu kordelalar, bu lavantalar, bu kokular, bu kürdanlar, bu parmaklar, bu sular, bunlar, ne zamandır buradaydılar. ben dinliyordum, bazı adamlar bazı kadınları çok seviyorlardı ve ama bu, dünyayı değiştirmeye yetmiyordu, kımıldatmıyordu.

ben bir keresinde kısa ballıca sigarası içen bir adamdıysam, ve paketlerini topladım topladımsa, binkusur paket olduysa, ömrümü ne yapacağımı bilemediğimdendi. ben bir keresinde gecenin üç yarısı pijamalı sarhoş bi kızla bi tekel bayiini açtırdımsa o kızı nereme sokacağımı bilemediğimdendi. ben bir keresinde ehliyetimi alıp emniyet teşkilatının emin ellerine teslim ettimse aynı şeyi bir daha yapacağımı bildiğimdendi. ben birkaç keresinde körkütük sarhoş olup hastaneleri boyladımsa gençlik alametimdendi. ben bir keresinde körkütük sarhoş olup sulara yattımsa yanıbaşımda hasan gibi bi yaverim olmasındandı. yok adamım yok. bütün bu devran, sahi ben zamandır burdaydım, burda, yani olunan yerde, olunması tasarlanan yerlerde, akşam olunca canım aşk çekiyor bazen. içmememle alakası yok. en ince yanından girişiyorum dünyanın çeperine, elime aldığım pıçakla, piç ediyorum zarını dünyanın, o çeperi peçe ediyorum sonra yüzüme, o pencereden bakıyorum burdalara. ahha böyle zamanlarda sevmiyorum kelimelerimi.

ben bir keresinde ud çalmaya filan kalkıştımsa, hayır böyle bir şeyi hatırlatamazsınız bana. ben bir keresinde mazot arabasının arkasından koştumsa düşeceğimi bildiğimdendi, insan bile bile düşer bazen. bir daha keresinde hıdrellezlerde seni diledimse gelmeyeceğini bilmediğimdendi. maketini yaptım senin, salıncakta sallıyorum, atlıkarıncaya bindiriyorum, tahterevallide, tutup bunun öyküsünü yazıyorum son keresinde, ha unutmadan kuş sütü de içiriyorum canım çektiğinde, malum aşk her şeye kadir. ben bir keresinde eskişehir tren garında eve tevet, aynen öyle, el filan sallıyorum. ben birkaç keresinde aynı şarkının defalarca mına koyorum. ben aslında çoğunlukla kuşların boyu kaç yaşına kadar uzar diye diye düşünüp, uçarken bununla aramızdaki mesafenin stresini azaltıp, nihayet camına konuyorum. ben bir keresinde çay demliyorum, elimi yakıyorum. ben bir keresinde sinirlenip, ben çok kez sinirlenip, sinirlenip sinirlenip, çoğunlukla küfretmekle yetiniyorum.

ben dem bu dem, demedimse de sana ya da kimseye, ah işte bunu hatırlamıyorum. neyi, bilmiyorum, hiç bir kimseyi, neyin ayrı yazılıp neyin sonunda kavuştuğunu, kafom koruşuyor bazon, kuruş kuruş harcıyorum tanrının bana verdiği nimetleri, kandil mandil demiyorum yakıyorum bütün meyhanelerin ışıklarını, soktuğumun eski zaman aşklarını dilim dilim lime lime foşur foşur, al işte.

ben zaman içinde, sömestre çıkmış bir çocukmuş. sömestr tatili bitmiş, okula geri dönmemiş, bir ağacın kovuğuna, yah pardon, bir avucun kovuğuna saklanmış, kızın parmaklarından direksiyon yapmış kendine. bu esnada çocuk sigaraya başlamış. kız, içmesene şu zakkumu demiş, tamam sevgilim demiş çocuk, o zaman bari şu hurmayı içmeme izin ver. kızın avcunun kovuğuna hemen bir hurma çekirdeği yerleştirmiş. hurma bu ya, hemen büyümüş, çocukla kız belli bir yaşa dönüşünceye kadar büyümüş, ağac icinde agac büyümüş, ev kadar olmuş, bu bu bungalov ne zamandır burda demiş o sırada yoldan geçenler. hemen perdeyi çekmiş çocuk, hassasmış perdeler hususunda, kızın kukusuna bakmış çocuk kimse görmeden, kız iç çekmiş, buna kimse anlam vermemiş, gerek de yokmuş zaten, sokarım anlamına demmiş hişşt cucuk. ağac babba uyarmış çocuğu, kalemiyle çocğun koluna bi çizik atmış, bi daha küfredersen senin avcunu yakarım demiş, çocuk utanmış, kolundaki çizik seneler geçtikçe büyümiş. kız her akşam yemekten sonra çocuğa orta türk kahvesi demlemiş, hiş üçenmemiş. sonra bir gün, gözlerinden bi zeytin taneciği pırtlamış kızın, çocuğa göstermiş, çocuk onları ağaç kuruyuncaya, dünya yanıncaya çok sevmiş, yememiş yanında yatmıp heş. gün gelmiş, ağaçları büyümüş, duvarlarına poster asılacak kıvama bile gelmiş, taskimdeki postercileri, vintagecıları, ikinci elcileri, çukurcuma'ya bile gitmişler, ala ala bi tan komodin almışlar, onu yatak yapmışlar, iki çekmecenin arasındaki suntayı çıkarıp birleştirmişler parmak kızla parmak çocuk. istiridye çocuğu da unutmamışlar, onu hemen komşu diye. çekmecenin duvarlarını el işi çizimlerle süslemişler. sonr bi gün, çocuk çok içmiş, eve gelmemiş, kız merak etmiş, ağacın yapraklarını sökmüş, seviyor sevmiyor yapmış, hep seviyor çıkmış, kı zinanmamış. çocuk o sırada bir birahanede kendini unutmuş, sabaha karşı meyhaneci barba çocuğu almış bi tabut içersinde kovuğuna bırakmış, karıncalar sevabına el atmışlar giderlerken, ahşabın kokusuna meftunmuş çocuk. kız, çocuk öldü sanmış, ve gömmüş onu, üstüne kiraz ağacı dikmiş, her sene bu mevsimlerde kirazlar çürürken karıncalar gelip ziyaret etmiş çocuğun içinde yaşamadığı mezarnı. seneler geçmiş, kız güzelliğinden ve çocukluğundan bi şey kaybetmemiş, ağac babbanın budaklarından yaptığı sivilceleri bile yerli yerlerindelermiş. çocuk ise,

ise ne?
masal bitmiş.


Hiç yorum yok: