ama arkadaşlar iyidir



22.12.2010

duruyorum öylece. uçabilmekle uçmak arasında dağlar gökyüzleri kadar fark var elbette. napıyosun diye sormuyor elbette kimse ama ben cevap vermekte zorlanmıyorum: duruyorum. uçmağı düşünüyorum. işten çıktıktan sonra daireme dönerken bir de baktım ki ay dolmuş, kocaman olmuş. karşıdan karşıya geçmek üzereydim o sırada, kamyonlara tırlara çarpılmamak için aya bakışlarımı değiştirdim, önüme baktım, belki yerde bi mektup filan bulurdum öyle değil mi. önüme bakarak yürürüm gayrihtiyari. bakanlar bugün çok dalgınsın der ama aslında öyle değilimdir, yüzümde öyle bir dalgınlık durgunluk bana yaradılışımın bir hediyesi/cezası. bu, yazdıklarıma da yansıyor olabilir, burda takdir benim değil. duruyorum. işten çıkmışım misal, yürüyorum yürüme mesafesinde, öyle uzun yürüyüşlere alışkın değilimdir. evet yürürken pek de konuşamam zaten, kuşlar kanat çırparken ötüyo mu hiç, demiş miydik bunu bi yerde. bunu konuşmuş muyduk gibi sorular sorarım sıklıkla kendime; bunu yaşamış mıydım, bunu düşünmüş müydüm, onu sahiden sevmiş miydim, felan.

işten geldim. yemek yedim. duş aldım akabinde. durmaya başladım ondan sonra. aptal bilgisayarımı çoktan açmıştım zaten ve ona bir daha çal sam demiştim, o da başlamıştı. eskiden açılış şarkıları vardı aylarca sabit olan, artık pek yok. bir bulut geçti üstümüzden dedi bak şimdi çalan, nebuçalan. dururken su içmeye başladım sonra. iki tane birbuçuk litrelik su şisesini yanıbaşıma koyup masaya bilgisayarın başına oturdum içki içmiyorsam. zaten bu su şişeleri de içki içmeyi çok beğendiğim haftalardan kalma, tüketmeliyim, içim rahat etmiyor tüketmezsem. diyelim ki içmiyorum, su içiyorum ve öylece duruyorum, bir şeyler okumaya gayret ediyorum ama olmuyor. mesela bundan haftalar önce benim kitapkurdu olduğumu düşünen ve hüsn-ü zannına mest olduğum arkadaşım beni -şu meşhur blog, neydi adı, arkadaşının linkini veriyordun- işaretlemiş elimdeki kitabın 55. sayfasından bir paragraf yazmam konusunda, hah mimlemiş.

elimin altında son üç haftada aldığım beş adet kitap var herbirinden ortalama onbeşer sayfa okunmuş. neyse birini açıp yazıyorum; "bu hep böyle. kapı çalınıyor. işte yine başlıyoruz. kapıyı çalan her kimse hayatı paylaşacağız. hayat onun için ne kadar çekilmezse benim için de o kadar çekilmez olacak. karşı komşum gelen. elinde boş bir kağıt, koltuk altındaysa birkaç gazete var. merhaba, diyor gülümseyerek. yüzüme bakıyor ama sanki görmüyor da aramızdaki boşluğu tırmalıyor. rahatsız edici bir sessizlik. yüzünü sağa çevirip hafifçe birkaç kez öksürüyor. benden bir şey beklediğini hissediyorum." belli ki beni cezbetmesi mümkün bir kitap değil bu. o yüzden kötü reklam olmasın diye adını vermiyorum ama şu satırları yazan birinin bana kendini okutması pek mümkün değil. kitap okuyayım diyorum, sonra vazgeçiyorum işte kısacası. blog okuyorum yeni bir şeyler varsa. facebook'a bakınıyorum. twitter'ı sallamıyorum. sözlüğe bakınıyorum takip ettiğim adamlara. olmuyor. bir şeyler yazayım diyorum. duruyorum.

bu kadar duran birinden ne beklenir ki, elbet yaşadığını yazmak zorunda değilsin ama bana yazdıran iki şey vardır, yaşamak ya da okumak, bu aralar ikisini de yapmadığıma göre haftasonları barlarda insanları gözlerken hayalgüçlerime takılan cümleleri kayda geçiyorum o kadar, onlar da sıradan olup geçiyor çoğunla. orhan gencebay desen, yapmış adam ben napayım. müzik dinlemeyi tercih ediyorum çoğunlukla. birkaç adet saz gitar darbesi beni durduruyor, alıkoyup bir yerlere ışınlıyor. sonra bakıyorum mesaj kutumu filan kontrol ediyorum, "cabin crew slides armed and crosscheck" diye ünlüyorum. uçmak sahi sadece uçmak mıdır.

Hiç yorum yok: