ama arkadaşlar iyidir



26.12.2010

orda saat kaç

dışarıda koccaman bir dünya var. ve. şimdi buranın öğle arası bitmek üzere.

yıllarımı verdiğim kentler oldu benim de. yerel lezzetlerden oldukça tat alan biri olarak. güzide ülkemizin güzide birkaç şehrinde tek başıma, aile kavramından ayrı, dolaşır dururum onbir yaşımdan beri. kronolojik sıralamayla evler yurtlar yurtlar evler oteller odalar. komşuların kuşlarla bir bağlantısı olduğunu düşünür dururum nicedir. bırakıp giderken o komşulara emanet ettiğim evlerde ne ben ne komşularım oturmuyoruzdur artık, ama kuşlar ekmek kırıntılarının arayışlarıyla ordadır. ehliyetim olduğu zamanlarda sktirip gittiğim kentlere uğrarım arabayla, toplu taşınmaya karşı hassasiyetlerim malum, park ederim o evlerin apartmanların yurtların önlerine. şöyle bir geçerim kaldığım evlerin önünden. sadece önünden. içlerine girmeyi o kadar o kadar çok isterim ki, ama orada başka bir aile hayat kurmuştur çoktan, görünmez bir girilmez tabelası vardır. bakkala uğrarım, tekel bayiine uğrarım, tanırlar beni üzerimden onlu sene geçmiş de olsa. evlerinde sabit komşularım süzerler şöyle bir, "benim ikinci oğlumsun sen." der emine teyze, yanında ev oturmasına gelmiş komşusuna anlatır beni, "benim oğlan bu," der. garip bir huzur duyarım. iyi bir insanımdır ben. erkeklere ilk gençliklerinde iyi bir insan olmanın bedeli pek güzel ödetilir kadınlar tarafından. son gençliklerindeyse, tam da onlar iyilikle kötülük arasında bocalarken, aranan insan olmaya evrilirler. komşularım, bakarlar bakarlar yüzlerime, alçalmış azalmış saçlarıma, sen böyle bir şekle mi girecektin yaşlandıkça der gibi bakarlar.

uzak iki türlüdür. uzak iki kademelidir. yazmak bu kademeleri ardında bırakır. dışarıda koccaman bir dünya var. ve ben koccaman sarıldım.

iyi yazarlar size ne verdiklerini bilmez. dahası sizin onlardan ne aldığınızı hiç bilmez.

sineması olmayan bir ilçede doğmuş ve büyürek olmuş olmanın insanın içinde koccaman bir boşluk yaratacağını; aynı ilçede tren, tren yolu ve gar da olmamasının ise bu boşluğu spirallediğini bilmiyordum.

itiraf et kıştan ve soğuktan kaçıyorsun di mi, bu yüzden üşüdüğünde ekvatorun altına saklanıyorsun.

benim pet shop dükkanım var. ama sadece akvaryum üzerine çalışan bir işletme. hemen iki yan tarafımda küçük bir çay ocağı, önüne hasır sandalyeler atılmış. hiçbir zaman diafonu kullanmam, "kavecii" diye bağırmak çok hoşuma gider. müstakbel sevgilimden çay istediğimde de aynı şekilde bağırırım, "kavecii, bize bi çay," alışkanlık işte. ha bir de şöyle bir şey var; ilkokulda yaz tatilinde oto sanayide bi traktör tamircisinin yanında çıraklık yapıyorum. her sabah dükkanı açtıktan sonra sularında sert sesli, önlüklü, önünde camekanından buharlar taşan bir el arabası taşıyan bi teyze geçiyor dükkanların önünden. bazen durup sigara yakıyor ve ilk nefesinden sonra bağırıyor: "puaçiciii." sonradan öğrendim bu kadın evinde poğaça yapar ve kocası da o arabayla bu poğaçaları satarmış. koca efendi bir gün ansızın sekte-i kalpten terk-i diyar eylemiş. kadın da hem yapıp hem satmaya başlamış. camekanında kocasının fotoğrafı. ... bu da ara ara, o günlerden kalma, evde attığım naralardan biridir: puaçiciii. ... benim akvaryumcunun iki yan tarafındaki çay ocağına dönersek, öyle eften püften bir yer değil, yıllanmış, maden ocağı gibi bir yer. duvarlarında çerçevelenmiş ve gazetelerden kesilmiş, orayı anlatan yazılar. ... sabah dükkanı açtığımda, kepenkleri kaldırdığımda, önüne çıkar ve göğe bakarım, havayı koklar ve "tam kar havası" derim. ve bu şehre otuz yıldır kar yağmaz.

nergisler görüyorum gezinirken, zamanları gelmiş demek ki diyorum. alıp hediye edememek ne kötü.

kolum hatırı sayılır biçimde yandığında ve bizimkiler bunu gördüğünde aloe vera'nın iyi geldiğini söyleyip kendi saksılarındaki aloe vera'dan bir kök söküp vermişlerdi bana, malum bizim iş bol yanıklı bi iş. kaldığım odanın umumi bahçesine dikmemi öğütlemişlerdi. bense bunu anlamsız buldum ve nerden baksan üç buçuk aydır o aloe vera odamda bir bardak içerisinde büyüyor. ara ara dokunuyorum. epey de kuvvetlendi, şehvetlendi. öpülesi koklanası bir kadın memesine benziyor dokununca. birlikte fotosentez yapıyoruz geceleri.

ben bir işadamıyım. blogun geçen sayılarından birinde kırtasıye dükkanımdan bahsetmiştim, şimdi de akvaryumcu dükkanımdan, bunları yazın bir kenara ve unutmayın ki vergilendirilmiş kazanç kutsaldır.

uzak denildi ya, ben kendimi kaldığım evlerin yurtların arka bahçelerine gömüyorum nicedir. o kadar çokum ki daha gömüleceğim yerler var bunu da biliyorum. geçenlerde bir roman okudum, göçmüş adamlar bahçesi, diye. bu adamlar kendilerine malihulyadan bir yapı inşa etmiş ve fakat en ucuz bir depremde bu yapı yerle bir olmuş, sonra da bu inşaatın molozlarını eşeliyor bulunmuş bu adamlar. yalnızlığın esmer ununa sağlı sollu yatırılmış bu adamlar derinde bir yerlerde, kum zerrecikleriyle, kristal, balkonlarında melal oturan kum zerrecikleriyle, yeryüzünün büyük çoğunluğunu oluşturan silis çamuru içinde oturuyorlarmış, yapıştırılmışlar, yakıştırılmışlar.

ona bir isim ver babası, dedi çocuğumun annesi. verdim gitti. rüyalar gerçek olsa, dedi emel sayın.

bir şarkıcı şarkı söylerken gülümsemeli. ben şahsen öyle yapardım.

üzgünüm bu zihin böyle bol vardiyalı çalışıyor.

Hiç yorum yok: